Şahbettin Uluat

İçerilerdeyiz…

Şahbettin Uluat

Evden dışarı çıkmamızı gerektiren zorunlu haller dışında içerideyiz.

İçerilerde iklimler değişken.

Kimisi yazını yaz, kışını kış yaşarken; kimi evlerde kışlar yaza, baharlar güze ya da güzler bahara, yazlar kışa dönmüş. Yazı yaz, kışı kış, güzü güz, baharı bahar kalan evler de var elbet.

Dışarılarda her şey çok net, kargaşa yok. Mevsim bahar. Kimi sıcak kentlerde ağaçlar çiçeklenmiş, meyveye durmuş.

Van olarak düşündüğümüzde de ağaçlar tomurcuklanmış, toprak canlanmaya başlamış, börtü böcek görünmeye başlamış. 

Ağaçların da, böceklerin de Kovid-19'dan haberleri de, korkuları da yok.

Bu iki durumu birlikte düşününce aklıma gençliğimde okuduğum bir kitaptaki memleketimiz Van'la ilgili bir anekdot geldi.

Lem'alar adlı kitabın yazarı Bediüzzaman Said Nursi, eserinin 26. Lem'a, 13. Rica başlıklı bölümünde yazdığına göre, Birinci Dünya Savaşı sonrası, vatanım diyerek geri döndüğü Van'da bir süre harabeler arasında dolaştıktan sonra Van Kalesi'ne çıkmış.

Kalenin güney yamacından Müslümanlara ait bütün mahallelerin de, o günkü şehir merkezinde bulunan ve kendisinin bizzat hem yöneticisi hem hocası olduğu medresenin de yanmış, yıkılmış, harap halini görünce hüzünlenmiş. Aradan geçen kısa zaman diliminde, şehri terk ederek çıkılan muhacirlik süreçlerinde çok sayıda öğrencisinin, eş dost ve tanıdığının şehit olduğu aklına gelmiş, ağlamış.

Bir zaman sonra aklına (kitabında zikrettiği) bir Kur'an ayeti gelmiş. Kendi ifadesiyle bu ayet kendisini "o rikkatli, firkatli, dehşetli, hüzünlü hayalden" kurtarmış; gözünü açmış.

Bu kez ayetin aydınlığında çevreye yeniden bakıp, vaziyeti yeniden değerlendirmiş. Sonra düşüncelerini şu şekilde ifade etmiş.

"Baktım ki meyvedar ağaçların başlarındaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda bana bakıyorlar. 'Bize de dikkat et, yalnız harabezara bakıp durma' diyorlardı. "

Şimdi çoğumuzun evlere takılıp kaldığı, televizyon ekranlarında dünyanın çeşitli yerlerine ait iç karartıcı haberlerle karşı karşıya olduğu bu günlerde bizim de farklı bakma, farklı yerlere bakma, farklı düşünme seçeneklerimiz var.

Sözgelimi bazen yağmur, bazen bulut, bazen rüzgâr şeklinde kapımızı, penceremizi çalan ilkbahara bakıp her anlamda olumlu dersler çıkartabiliriz.

Dünyanın başına bela bu musibet nedeniyle değişen yaşam döngümüzün getirdiği farklı türlerde, farklı niteliklerde başkaca güzellikleri keşfedip tadını çıkartabiliriz; paylaşabiliriz.

***

Karanlığın en yoğun olduğu zamanın şafağa gebe olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bu tarz salgınların, yıkımların sonsuza kadar devam etmeyeceğini de hepimiz biliyoruz.

Belki çoğumuz, bu virüsün bilinen diğer virüslerden kat be kat (kimilerine göre beş kat) daha fazla bir hızla yayıldığının farkında değiliz. Bu yüzden her yoldan yapılan uyarıları anlamış gibi görünmüyoruz. Birkaç günde bütün dünyayı saran, köylere kadar uzanan bu musibetten kurtuluşun başlıca koşullarının da öteki insanlarla teması azaltmak ve sabunla, maskeyle korunmak olduğunun yine çoğumuz farkında değiliz. Toplumca bunların sıkıntılarını yaşıyoruz.

Bir kısmımız vurdumduymaz hallerimizle ciddi risk kaynağı, patlamaya hazır bomba gibi dolaşırken doğal olarak buna tanıklık eden diğer bir kısmımız da ciddi anlamda kaygı küpü haline geliyoruz.

Ve tabii, cerrahi maske kullanımının gerekli olduğunu savunuyoruz ama doğal bir şekilde seksen milyonu aşan nüfusu bulunan bir ülke olarak bugün için her yerde ve hepimiz ona ulaşamıyoruz.

Fırınların, eczanelerin açık olacağı iki günlük bir hafta sonu sokağa çıkma yasağı karşısında hemen panik olup virüsün ekmeğine yağ sürecek akıl dışı tepkiler gösteriyor; sosyal mesafe kuralını hiçe sayıp marketlere, fırınlara, petrol istasyonlarına saldırıyoruz.

Günlerdir televizyon ekranlarında uyarıldığımız halde yapıyoruz bütün bunları. Evlerinde kalan sessiz çoğunluğu dikkate almadan, kontrolsüz bir şekilde kendini sokaklara atan kalabalıklara uyuyoruz.

Sorumluluk sahibi yetkililerin virüs daha çok yayılmasın; daha fazla can kaybımız olmasın; işin boyutları büyümesin diye gösterdikleri çabaları boşa çıkartıyoruz.

***

Bu yaşlı dünya tarih boyunca çeşitli salgınlar yaşamış ve günü geldiğinde hepsini savıp göndermiş.

Görülen o ki, şu an yaşanmakta olan da bitecek.

Gerçek kaynağı hayvan yarasalar da olsa, insan yarasalar da olsa bitecek.

Üstelik dışarıda mevsim bahar. Bu mevsim hal dili ile bizim de kulaklarımıza şöyle fısıldıyor;

"Bana da dikkat et. Yalnız virüse teslim olanlara bakıp durma!"

Yazarın Diğer Yazıları