Şahbettin Uluat

Göç

Şahbettin Uluat

Göç yaşadığımız dünyanın önemli gerçeklerinden biri.

Uzak Asya'dan, Ortadoğu'dan, Afrika'dan çok sayıda insan dün olduğu gibi bugün de, dağ - bayır, nehir - deniz, kış - güz demeden; aç - susuz yollarda.

Onların gidişleri geri dönmek kaydıyla giden kuşların gidişlerine benzemiyor; çoğu geri dönmemek üzere gidiyor.

Göç yollarındakiler, şu ya da bu şekilde sınırları geçiyor; dillerini, kültürlerini bilmedikler insanlarla muhatap oluyor; ellerindekini avuçlarındakini harcayarak, maldan, candan vererek uzaklardaki hayali bir yerlere ulaşmaya çalışıyorlar.

Gidenlerin bir kısmı çağdaş sömürgecilerin, onların maşası, taşeronu durumundaki terör örgütlerinin yakıp yıktığı ülkelerini, evlerini ocaklarını bırakarak can havliyle düşmüşler yollara.

En değerli varlıklarını; yaşlı çoluk çocuk canlarını ve varsa taşıyabilecekleri değerli şeylerini almışlar yanlarına.

Büyük çoğunluğunun amacı; mevcut yaşam koşullarını değiştirmek, yıkımdan çatışmalardan kaçıp yaşama tutunmak; yabancı güçlerin modern silahlarıyla, uçaklarıyla, tanklarıyla yaşanmaz kıldıkları ortamları terk edip canlarını kurtarmak. Eşlerini evlatlarını, büyüklerini sebebini tam kavrayamadıkları savaş belasından uzaklaştırmak.  O akşam nerede konaklayacaklarını, yarın ne yiyip ne içeceklerini hesaba katmadan bir an önce bombaların, mayınların patladığı ortamları geride bırakmak.

Aşağı yukarı hepsinin hedefi gelişmiş ülkeler. 

Afganistan'dan, Suriye'den, Afrika ülkelerinden yola koyulanların hedefleri Avrupa kıtası.

Uzak Asya'dan, Güney Amerika ülkelerinden, Küba'dan göç yoluna düşenlerin tercihi de Amerika Birleşik Devletleri. Amaçları yaşam standartlarını yükseltmek; bir yolunu bulup Amerika'da oturum alıp en alt seviyedekiler de olsa iş bulup çalışmak; karınlarını doyurmak ve arttırabilirlerse ülkelerindeki yakınlarına para göndermek.

Tanınmış şairimiz Yahya Kemal Bayatlı Deniz Türküsü adlı şiirinde "insan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar," demez mi? Olay tam da o.

Ne var ki, devlet politikaları anlamında merhametin bulunmadığı dünyada bugüne kadar gidenlerin çok büyük bir bölümü ciddi hayal kırıklıkları yaşamışlar, yaşamaya devam ediyorlar.

Üstelik yoldakilerin çoğu da bunun farkındalar. Bir taraftan dış dünyanın zor koşulları altında eziliyor; bir taraftan da düşlerinde kâbuslara teslim oluyorlar.

Avrupa'nın da, Amerika'nın da dışarıdan gelecek insanları içeri almaya niyetleri yok. 

Yani bir gece ansızın toprak damlarının üzerinden köylerdeki evlerini, iyi kötü bayındır kentlerini bombalayan / bombalatan devletler, oralarda harap olmuş evlerini terk edip gelenlere kapılarını çoktan kapatmışlar.

Yükselttikleri sınır duvarları, geçilebilir yerlere diktikleri devriyeler, askerler, polisler ve köpeklerle ne düşündüklerini açıkça ifade ediyorlar.

Kim takar uluslar arası anlaşmalardan kaynaklanan göçmen haklarını…

Kim takar pırıl pırıl gözleriyle anne babalarının peşine düşüp gelmiş olan çocukların, gençlerin gelecek umutlarını.

Türkiye gibi kaç ülke var dünyada, insana insan olduğu için değer veren; kapılarını açan, bağrına basan.

O hedeflenen ülkelerin başka hesapları var. Kendilerine göre akla ziyan korkuları var.  Kapılarında göçmen görmeye tahammül edemiyorlar.

Yaşlanan nüfusları nedeniyle genç insanlara açıkça ihtiyaç duydukları halde o çaresiz çocukları, gençleri almamakta direniyorlar.

Bir yolunu bulup kaçak olarak sınırlardan içeri sızabilen göçmenlere de aman vermiyorlar.  Yakalarını ellerine geçirir geçirmez sınır dışı ediyorlar.

***

Zengin doğal kaynakları bulunan ancak kötü yönetilen ülkeler, güçlü sömürgecilerin bir bahaneyle paralı askerlerini yığıp at oynattığı meydanlara dönüştüklerinde, sivil insanlar için göç ne yazık ki kaçınılamaz bir zorunluluk haline geliyor.

Öyle olunca da, devletleri güçlü, halkları dayanışma içinde olan kimi ülkelerin yurttaşları her gece sıcak yataklarında huzur içinde uyurken; göç yollarındaki birilerinin sessiz gölgeler halinde pencerelerinin dibinden, yaşadıkları kentin caddelerinden, dağlarından, ovalarından, otoyollarından akıp belirsiz geleceklere gittiklerini bilmiyorlar.

Küçüklü büyüklü parçaları yürek acısıyla, gözyaşlarıyla tutturulmuş kırık birer aynaya benzeyen hikâyeleri olan insanlar menzillerine varıncaya kadar ülkeler arasında yeni darbelere açık halde taşınıp duruyorlar.

Onların kırılıp dökülenleri, kayıp düşenleri diğer herkesinkinden fazla oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları