Şahbettin Uluat

Bir kısım gençlerimiz

Şahbettin Uluat

Onlara her yerde rastlarız. Erzurum'da, Van'da, Trabzon'da, İzmir'de, Ankara'da, Adana'da.

Bütün illerimizde ve ilçelerimizde cadde, sokakta; çarşı pazarda mutlaka karşılaşırız.

Üzerlerinde pahalıları da olmakla birlikte genellikle ucuz deri ya da deri benzeri montlar ve temiz kot pantolonlar vardır.

Kimilerini ikişer, üçer kişilik gruplar halinde gezerken, en basitinden en karmaşığına çeşitli konularda konuşurken, tartışırken görürüz. Bir kısmı parklarda, kahvehanelerde yalnız başlarına oturup dünyaya, insanlara bakıp anlamlandırmaya çalışırlar. Bazılarının evlerinin ya da  internet kafelerin içinde, pencere camlarının arkasında olduklarını biliriz.

Onlar dış görünüşlerine kendilerinden bir kuşak, iki kuşak önce dünyaya gelmiş büyülerinden daha çok önem verirler. Bu anlamda piyasada mevcut ürün çeşitliliğinden olabildiğince yararlanmaya özen gösterirler. Olanaklar ölçüsünde internet kaynaklarından da alışveriş ederek kendi yaşadıkları şehirde bulamadıkları giyeceklere, aksesuarlara da ulaşırlar.

Saçları kendilerinden önceki kuşağın saçlarına göre daha özgür bir hava taşır. Onlar da, berberleri de artık her kaynaktan kendilerine ulaşan dünya kataloğundan seçimler yaparlar. Bazen birlikte karar verirler. Çoğu saç, sakal modellerini de özenle belirler. Hatırı sayılır bir kısmı saç jölesi kullanır.

Ayaklarında orijinal ya da taklit ama marka spor ayakkabılar, az da olsa bir kısmının da sivri burunlu kunduralar vardır.

Bazen ailelerinden azar da işitirler. Bu azarların bir kısmının nedeni arkadaşları, bir kısmının nedeni saçları, giyim kuşamları ve bir kısmının nedeni de işsiz, aylak olmalarıdır.

İşin aslı bu kendileri ile ilgili yakınma konusu olan şeylerin üçünde de gerçekte kendilerinin büyük sorumlulukları yoktur.

Kıyafet, saç, ayakkabı seçerken başvurdukları kaynaklar; bulundukları sosyal ortam, internette her yerde karşılarına çıkan türlü örnekler ile bugünün genel eğilimleridir, yani zamanın dayadıklarıdır. 

Arkadaşları onların çevrelerinde bulabildikleridir. Herkes gibi kendilerine önerilenlerle değil, kendi kişiliklerine, ruh hallerine uygun insanlarla düşüp kalkmayı severler. Hangimiz öyle yapmayız ki!

Aylaklık biraz onların tercihi olsa da biraz da içinde bulundukları koşulların sonucudur.

Batı toplumları ile karşılaştırıldığında bizim toplumumuzda duygusal aile bağları oldukça güçlüdür. Anne ve babalar, onları çocukluklarından sonra gençlik günlerinde de gereğinden fazla korurlar, desteklerler. Bu durum da gençlerin vakti gelince kendi ayakları üzerinde durabilme becerisi kazanmalarını geciktirir.

Belli bir yaşa kadar zamanları okulun dört duvarı arasında geçmiş gençlerin vasıfsız olmaları; iş alanlarının da yetersiz olması onları aylaklığa adeta zorlar. Çoğu fazla zora, kurala, katılığa dayanamaz. Ailelerinin kendilerinden beklentilerinin farkındadırlar ama kendilerinden bekleneni yerine getiremezler.

Bir kısmı başarsa da, çoğu büyük kurumsal firmalara kendilerini kabul ettiremezler.

Yine bir kısmı ulaşabildikleri küçük işyerlerine başvururlar. O işyerlerinin çoğunda eleman ihtiyacı yoktur. Eleman ihtiyacı olan çok az sayıdaki işyerinin bir kısmı da ya basit gerekçelerle onları kabul etmez, geri gönderir; farkında olmadan çalışma heveslerini baltalarlar ya da onları işe alırlar ama gereğinden fazla yüklenirler. Duruma göre çok iş, az ücretle ya da keyfi muamelelerle yorarlar.

Sonuçta yoksul ve zorluklar içindeki ailelerinden gelenler de dâhil, çalışma hayatına eklenmeye çalışan bu gençlerin pek çoğu sıcak aile ortamlarından gelip talip oldukları iş koşullarının altında ezileceklerini düşünür, bir yere kadar geri çekilirler.  İşe başlayanlardan dayanabilenler kalır, dayanamayanlar da zaman içinde koparlar. Biraz daha umutsuz bir şekilde ya aylaklığa geri döner ya da başka kapıları çalmaya giderler.

Bu anlamda genç işsiz konumundaki erkeklerle kadınlar aynı kaderi paylaşırlar ve çoğu kez bu durum kendilerinden çok ebeveynlerini düşündürür.

Gençler, ayaklarının üzerinde durabilmek için iş anlamında nitelik kazanmak zorundadırlar.

Halk Eğitim Merkezleri ve Türkiye İş Kurumu'nun bu anlamda iyi niyetli ciddi çalışmaları vardır. Bu çalışmalar sonucu onların bir bölümü iş sahibi olur, gelecek kaygısından kurtulurlar. Ancak bütün işsiz gençler düşünüldüğünde bu eğitimlerin sınırlı sayıda insana ulaştığı, kurs bitirenlerin de tamamının istihdam edilemediği bilinir.

Çıraklık ve çıraklık okulları da ciddi bir çözüm yoludur. Ne var ki, çıraklığa her yaşta başlanamaz ve bildiğim kadarıyla çıraklık okullarında eğitim ve diploma alabilmek için bir işyerinde fiilen çalışıyor olmak gerekir. İsteyen herkes berber olmak için, tamirci olmak için, aşçı olmak ya da başka bir meslek edinmek, nitelik kazanmak için bu okullara gidemez. Hatta yine bildiğim kadarıyla eğer varsa kaçak, kayıtsız işletmelerde çalışmakta olan çıraklar da, kayıtsız oldukları için bu okullara devam edemezler.

Sonuçta sokakta kalan, umduğu işi de, beğenmediği işi de bulamayan gençler doğal olarak bir araya gelerek sosyal gruplar oluştururlar. Birlikte takılırlar. Yapabilecekleri tek şey bu olur. Bir süre daha ailelerine bağımlı olarak yaşayacaklardır.

İş güç sahibi kimi yetişkinlerin, hısım akrabalarının durumu tam olarak anlamadan, ayrıntıları bilmeden onlara burun kıvırmaları zaten sallantıda olan özgüvenlerini örseler durur.

Belli tarihlerde açılan KPSS sınavlarına, bankaların, başka kuruluşların eleman alım sınavlarına büyük heyecanlarla ve kalabalıklar halinde katılıp sonuçta çoğunun hayal kırıklığına uğradığını yazmama gerek yok sanıyorum.

Yazımın başında ifade ettiğim gibi onları her yerde görürüz. Çoğunun gündemleri cep telefonları, bilgisayarlar, internet, spor, arabalar ve işsizlikleridir.

Sonuçta biz yetişkinler, gençlerle ilgili bu en temel sorunun farkındayız. 

Onlara daha çok eğilmek ve onları daha çok doğrultmak zorunda olduğumuzu biliyoruz.

Genç işgücünün bizimki gibi kalkınmada ciddi mesafeler kaydeden bir ülkede çok değerli olduğunu, ziyan edilmemesi gerektiğini de biliyoruz.

Yetkililerimiz de biliyorlar ve çözüm üretmek, istihdamı arttırmak için bildikleri her yolu kullanıyorlar. Kamu kurumları her yıl çok sayıda insanı iş güç sahibi yapıyor.

Herkesin iş güç, ekmek, aile sahibi olduğu, çok daha mutlu olduğu günleri hepimiz bekliyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları