Şahbettin Uluat

Kabak taşa değse de vay kabağın başına…

Şahbettin Uluat

Tarihçi arkadaşım Okutman Hüseyin Demirbağ'la Erciş'ten Van'a gelirken bölgemizin tarihi ile ilgili konularda konuşuyorduk.

 Bir ara o güne kadar işitmediğim bir söz çıktı ağzından.

"Taş kabağa değse de vay kabağın başına; kabak taşa değse de vay kabağın başına!" dedi. 

Söz bana ilginç gelmişti hemen tekrarlayıp öğrenmek istedim. Ancak konular öyle sıcak ve birbirine bağlıydı ki konuşmasını kesmeye kıyamadım, mevzular birbirine bağlandı uzadı gitti.

Ne zaman ki artık ineceğim yere yaklaştık; kendisine tekrar sordum. "Hocam, neydi o taş ve kabakla ilgili söz?" dedim. Bu kez unutmamak için birkaç kez tekrar ettim.

Hem şiirsel bir yanı vardı sözün, hem de pek çok konuya ışık tutacak derin bir anlamı.

Yaşadığımız dünya farklı konularda pek çok zayıf ile güçlünün güreş alanı gibi. Hepimiz, her an güçlülerin galip, zayıfların mağlup olacağı önceden belli sayısız çekişmenin tarafları ya da tanıkları durumundayız.

Tanık olduğumuz en çarpıcı örnekler, devletler arasında olanlarıdır.

Hani dünyanın güçlü devletleri vardır; Amerika gibi, Rusya gibi, Çin gibi ve İngiltere gibi. Ya da gücünü kendi öz varlıklarından ve sırtını dayamış olduğu Amerika'dan ile başka zengin devletlerden alan İsrail gibi.

Öte yandan İsrail'in ve destekçilerinin tam karşılarında duran yoksul ve onlara göre ciddi anlamda desteksiz sayılabilecek devletler vardır, Filistin gibi.

Bu iki devlet, İsrail'in inanç temelli fanatik saldırgan politikaları nedeniyle yüz yıla yakın bir zamandır çatışma durumundadırlar.

Her durumda çıkan çatışmadan, anlaşmazlıktan zarar gören Filistin olur. İsrail, gücünü ve desteklerini kullanır ve başlattığı her gerilimden sonra verdiği zarar, yıkım, korku yetmezmiş gibi biraz Filistin toprağını daha yutar. Ardından genellikle dışarıdan getirdiği ithal yerleşimcileri bu yuttuğu topraklara yerleştirir. Ülkenin dış dünya ile bağlantılarını sınırlar ve Filistin'in kalabalık nüfusunu dar alanlarda, mülteci kamplarında yaşamaya ya da göç edip başka yerlere gitmeye zorlar.

Yani, sırtını sağlam yere dayamış, bölgedeki Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi aslı Arap olan komşu ülkeleri bile yola getirmiş; Suriye'yi çaktırmadan yangın yeri etmiş, taş konumundaki bir İsrail, kabak konumundaki güçsüz ve desteği yetersiz bir Filistin karşısında her durumda kazançlı çıkar.

Arkasında duran ve destekçisi durumundaki ülkeler onun yaptığı işgalleri, kırım ve yıkımları görmez, işitmez, tepki göstermezler.  Politikalarını büyük devletlere bakarak belirleyen ülkeler ve uluslararası kuruluşlar da onlara uyar, suskun kalırlar. 

Ara sıra insanlık onuru, abidesi sayılacak dini, dili farklı bir genç kadın, RachelCorrie gelir bütün bu zulümleri protesto etmek için yıkım yapan işgalcilerin iş makinelerinin önüne yatar. Karşısında taş konumunda İsrail devleti ile onun askerleri ve polisleri vardır, aldırmaz. Canını verir. Tarihin altın sayfalarına yazılır ve sonsuza kadar yüreğinde insan sevgisi olanların sevgilisi mertebesine yükselir.

Sonuçta hem Filistin için, hem Rachel için taş kabağa değse de vay kabağın başına, kabak taşa değse de vay kabağın başına kuralı işler. Kan ve gözyaşı dolu İsrail - Filistin işgal ve baskı süreci sözde insan hakları savunucusu kimi güçlü devletlerin desteği ile hadsiz hesapsız zulümlere, ölen, zindanlarda tutulan çocuklara, her gün başlarına düşecek bombaların korkusu ile yaşayanlara rağmen devam edip gider. 

 Bu süreçlerde Mısır'da halk tarafından seçilmiş yönetim dış destekli darbe ile değiştirilir, karşı çıkan insanlar meydanlarda öldürülür, idam edilir. Suriye'nin Golan Tepeleri ABD desteği ve onayı ile İsrail'e bağışlanır.

Gücün maddi varlık ve onu elde etmede kullanılan enerji ile ifade edildiği günümüz dünyasında bunları ele geçirip tutabilen kimi devletler, şirketler ve başka yapılar çoğu zaman karşı konulamaz, rekabet edilemez güç odakları haline gelirler ve taş konumunu elde ederler.  Önlerine gelen her karşıt yapı da doğal olarak kabak konumuna düşer.  Taş haline gelmiş olanlar o gücü elde ederken ve elde tutarken her türlü hileyi, zulmü, tuzağı, maşayı kullanırlar ve bu işlerde ustalaşırlar.

Çeçenistan da, Kırım da Rusya karşısında direnemez. Uygurların Çin baskısı karşısında hiçbir şansları olmaz. Afganistan emperyalist devletlerin at oynattığı, kan kaybeden mülteci üreten bir yer haline gelir. MyanmarMüslümanları, Asyalı, Afrikalı, Suriyeli mülteciler dünyanın her yerine dağılır, dikenli elektrikli tellerle, köpekli polislerle, çürük botlar ve teknelerle cebelleşerek sığınacak liman aramak zorunda kalırlar.

Sonuçta kabak zaten taşa fazla değmez; değemez.  Kabağa değen hep taş olur ve her durumda vay kabağın başına olur.

***

Bu güzel sözü, içinde insan bulunan bireysel ve toplumsal pek çok başka durum için kullanabiliriz.

Sözgelimi aşiret çatışmalarının olduğu bir bölgede her zaman güçlü olan taş konumundaki aşiretin sözü geçer.

Köyün en güzel kızını genellikle onu seven ve onun tarafından da sevilen köyün yoksul yakışıklı delikanlısı alamaz; kızın sevmediği ağanın çirkin ve kaba oğlu alır.

Çocuk yaşta aile baskısıyla evlendirilen kız gelin gittiği evde yanlış insanlar bulduğunda ömrünün sonuna kadar çeker.

Eğer yoksul, sorunlu, kalabalık ve merhametin kıt olduğu bir evde, bir öksüz ya da yetim çocuk varsa, onun da diğer öz evlatlar karşısında fazla şansı olmaz. Her durumda kabak başına patlar.

AVM'ler gelir, küçük bakkalları köşeye sıkıştırırlar.

Gökdelen yapan güçlü firmalar büyük paralarla gelir, Kemal Sunal filmlerinde olduğu gibi bahçeli pembe boyalı evini elden çıkartmayı düşünmeyen ev sahiplerini zorlarlar.

Makineler, robotlar gelir emeğiyle çalışıp geçinen işçileri işsiz bırakırlar.

Taşa hiç mi hiçbir şey olmaz. Okkanın altına hep kabak gider. 

Yazarın Diğer Yazıları