Şahbettin Uluat

Helalleşme kültürü

Şahbettin Uluat

Hepimiz insanız. Yaşarken bilerek ya da bilmeyerek birbirimize dokunuyoruz. Dokunurken bazen borçlanıyor bazen de alacaklı hale geliyoruz. Bu borçlar ve alacaklar nedeniyle helalleşmemiz icap ediyor.

Helalleşmek, inançlarımızın ve içine doğup büyüdüğümüz kültürümüzün mihenk taşlarından biri. Pek çok anlamda o mihenk sayesinde adalet terazisi dengesizlikten, hatalı insanda o görünmeyen kirden, lekeden ve günahtan kurtuluyor.

Ne var ki, bir yandan da dünya dönüp değişiyor.  Bu değişimden diğer her şey gibi değerler de nasibini alıyor. Akıllı telefonlardan gelen çeşitli nitelikteki mesajlarla, malumatlarla, müziklerle yoğun bir şekilde meşgul olan, reklamlarla tüketime yönlendirilen genç insanlarımız artık olaylara farklı açılardan bakıyor, farklı ölçü birimleriyle farklı değerlendirmeler yapıyorlar. Sonuçta helalleşme onların gündemlerinde günden güne zemin kaybediyor.

Yine de bugün için toplumumuzun büyük bir bölümünün bu konuda sağlam olduğunu, helalleşmeyi önemsediğini söyleyebiliriz.

Hiç olmazsa hacca giderken insanların helalleşme gereği duyduklarını da biliriz. Onlar hac ziyareti öncesi eş - dostlarıyla, haklarına zarar verdiklerini düşündükleri üçüncü kişilerle helalleşirler.

İşte bugünkü yazımızın esin kaynağı da şehrimizde yaşanmış bu türden ve ibret verici bir helalleşme olayıdır.

*

Malûm, şehrimiz Van'ın kültüründe ev güvercini anlamında kuşçuluk var.  Bugün de yine bir kısım mahallelerimizde, uygun yerlerde ve hatta 5. -7. Kat çatılarda özel düzenlenmiş kümeslerde kuşçu kardeşlerimiz bu geleneği sürdürüyorlar.

Kuşçuluk, bu işe yabancı olanlar için fazla anlamlı gözükmese de, kimi gerçek kuşçular için hayat memat meselesidir.  Olanakların sınırlı olduğu otuz, kırk yıl öncesinin sınırlı koşullarında çok çok daha önemliydi.

O günlerde uydu cihazları, renkli televizyonlar, internet bağlantıları, akıllı telefonlar yoktu. O günlerde kültürel anlamda bugünkü kadar hormonlu da değildik. Her şey çok daha doğaldı ve o doğal şeylerden biri de insanlarla kuşların dostluğuydu.

O günlerde gündüz kuş uçurmak, gece de mevcut olan iki sinemadan birine gitmek bu şehrin özellikle genç insanlarının başlıca keyif kaynaklarıydı.

Sinemaya gidebilenler gördükleri filmi göremeyenlere büyük bir heyecanla anlatır, göremeyenler de ağızları açık dinlerlerdi.

Kuş sahipleri de papaklı, paçalı, kara kuyruk, taklacı kuşlarını uçururken çoğu zaman yalnız olmazlardı.  Kuşu olmayan sağlam arkadaşlarına da kümes temizliğini yapıp, kuşlara sahip çıkmaları kaydıyla bu keyfi tattırırlardı.

Hemşerimiz büyük olasılıkla o kuşu olmayanlardandı. Kuş sahibi olabilmek için yanıp tutuşuyor ama bir çözüm bulamıyordu. Kuş alabilecek parası yoktu.

Günün birinde komşularından birinin tavuk kümesi onun gözüne çözüm olarak görünmeye, onu günaha teşvik etmeye başladı.

Biraz cesaretle oradan çaktırmadan alacağı tavukları bu anlamda sermaye olarak kullanabilirdi.

Yaptı da.

Yaptı ama tek bir tavukla alınan kuşlar yeterli değildi. Hem sahip olduklarını elde tutmak da zordu. O hevesle dama çıkarıp uçurduğu sağdan soldan alınan kuşları tekrar aynı dama indirmek her babayiğidin kârı değildi. Kuşlar uçup geldikleri yere gidiyorlardı. Eski ve uyanık kuş sahipleri bir şekilde kendi damlarına indirdikleri acemi kuşçunun hayvanlarını vermiyor, vermek istemiyorlardı. İşin raconu buydu.  Yani bir kerelik tavuk aşırmakla bitmiyordu iş. Şeytan da bir türlü yakasını bırakmıyordu.

Birkaç tavuk daha götürdü kuşçu kardeşimiz.  Sonradan da iş ciddi anlamda riskli hale gelince bu huyundan vazgeçti.  Paydos etti.

Aradan yıllar, yıllar geçti.

Herkes gibi kuşçu arkadaş da yaşını başını aldı. Evlendi, çoluk çocuğa karıştı, biraz para sahibi oldu ve artık hacca gitme zamanının geldiğini düşündü.

Eşiyle, dostuyla helalleşirken aklına vaktiyle tavuklarını çalıp kuş için sermaye ettiği komşusu geldi. Onunla da helalleşmesi icap ediyordu.

Vaktiyle çaldığı tavukların sahibi olan zatı bir süre izledi, yalnız kaldığı bir anını buldu. Sonra da utana sıkıla yanına yaklaşıp hacca gideceğini söyledi ve geçmişte yapmış olduğu yanlışları itiraf etti ve helallik istedi. O gün için aşırmış olduğu hayvanların bedelini ödemeye hazır olduğunu da ekledi.

Onu dikkatle dinleyen muhatabı büyük bir ciddiyetle kendisine söylenenleri dinledikten sonra cebinden bir kalemle bir kâğıt çıkardı. Önce kaç tavuktan söz ettiğini sordu, sonra da o tavukların o yıldan beri yumurtlayıp yavrulamaları halinde bugün nasıl bir sürü olabileceklerinin hesabını yaptı; ardından da eski kuşçu arkadaşa ömür boyu çalışması halinde bile ödeyemeyeceği bir hesap çıkardı.

Adam gayet ciddiydi ve yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Bir an için her şey buz kesti.  İp kopmuş, her şey yerle bir olmuştu.

Neden sonra tavuk sahibinin yüz hatları gevşedi, sonra yumuşadı ve tane tane konuşmaya başladı. "Neyse tamam, mademki hacca gidiyorsun ve mademki yaptığın işten pişmanlık duyup yanıma geldin hakkım helal olsun."

Hacı adayımız haccını yaptı, memlekete döndü, aradan epey bir zaman geçti.

Günün birinde Cumhuriyet Caddesinde yürürken arkasından birinin hafiften sesini yükselterek kendi kendine "tavuk hırsızı " dediğini işitti. Aldırmadı. Sonra aynı sözler yinelendi.  "Tavuk hırsızı, tavuk hırsızı."Çaktırmadan dönüp bakınca da eski komşusuyla bir anlığına göz göze geldi.  Neyse ki muhatabı bu sözleri sağa sola bakarak sarf ettiği için insanlar kime söylendiğini anlamıyorlardı.

Zaman içerisinde bu olay bir iki kere daha tekrarlandı.  Her defasında içinde bir şeyler  koptu.

Hacı olan hemşerimiz bu yaşadıklarını arkadaşlarıyla paylaşırken,  şaka ile dahi olsa arkasından "tavuk hırsızı" olarak seslenilmesinden fazlasıyla rahatsız olduğunu; bu anlamda vaktiyle yapmış olduğu yanlışın ağır maliyetine katlanmakta güçlük çektiğini söylemeye başladı.

*

Bir keresinde de yine hacı adayı bir vatandaş kendisine diş protezi yaptırmış olduğu ve bir yılı aşkın süre hiç arayıp sormadığı diş hekiminden borcunu ödemeyi teklif bile etmeden helallik istemişti. Borcun beşte biri doktorun emeğinin karşılığı, beşte dördü de doktor tarafından bir yıl önce laboratuara ödenmiş olan tutardı.

Doktorumuz yufka yürekli, iyi niyetliydi. Konu hac olunca "helal olsun" demişti ama kendisine yapılanı kolay kolay hazmedememişti.

Haksız da değildi.

*

Gündelik yaşamlarımızı sürdürürken her birimiz her an ve başta en yakınlarımızdakiler olmak üzere etkileşime girdiğimiz her insanla helalleşmeyi gerektiren haller yaşarız.  Karı koca arasında, işveren çalışan arasında, herhangi bir sosyal yapının üyeleri arasında bu anlamda çok sayıda ve çok çeşitli durumlar meydana gelir. 

Helallik gerektiren her şeyin mutlaka bir parasal karşılığı olması da icap etmez.

Söz gelimi kimi sözlü sınavlarda, mülakatlarda hakkı yenenlerle,kural ve yasa dışı bahanelerle ve kimi durumlarda kontenjanlar boş bırakılarak ve sudan bahanelerle lisansüstü eğitime alınmayanlarlada,sözlü mülakat yapılırken başka şekilde hakları gasp edilenlerle de hacca gidilecek günü beklemeden helalleşmek gerekir.  Ancak bunu genellikle başarmak mümkün olmaz. Kim böyle bir haksızlığı hazmedebilir ki?

Yaşadığı sosyal çevreye telafi edilmez zararlar verenlerin biri için yüz yıllar önce Kazak Abdal;

""Münkir münafığın soyu, / Yıktı harap etti köyü / Ölüsüne bir tas suyu / Dökenin de avr…nı" dememiş miydi?

Hakkında böyle düşündüğü biri ile Kazak Abdal helalleşmiş midir sizce?

Kadın cinayetlerini hepimiz biliriz. Onların çoğunda helalleşmesi mümkün olmayan eylemler olduklarını da biliriz. Ve hatta biliriz ki, bugün bile hem ülkemizin, hem dünyamızın kimi yerlerinde kadınlar eşlerinin, yakınlarının akla hayale gelmedik haksızlıklarına muhatap olur.

Bu haksızlıkları yapanların dünya görüşleri ve vicdanları çarpık olduğu için helalleşmek akıllarına bile gelmez. Gelse bile mümkün olur mu bilinmez.

Peki, çocuk haklarının hiçe sayıldığı durumlar yok mudur? O sabi masumlara, duruma göre yetimlere, öksüzlere yanlış yapanların helalleşmesi mümkün müdür dersiniz?

www.fetva.net web sitesinde helalleşme ile ilgili şöyle bir açıklama vardır.

"Zarar giderilmeden 'hakkını helal et' denilirse muhatap ya susmak zorunda kalır ya da içten helal etmek istemediği halde 'helal olsun' diyebilir.  Muhatabı bu şekilde zor durumda bırakarak yapılan helalleşme, helalleşme değildir. "

Yani siz işi bitmiş saysanız da gerçekte bitmemiştir.  Hesapsız yapılan kimi yanlışların dönüşü de, helalleşmesi de yoktur.

İmamın cenaze namazı esnasında aldığı helallik yalnızca o cenazeye katılıp yürekten helal edenler içindir.

*

Binlerce defa "bende kimin hakkı varsa, hepsini analarının ak sütü gibi helal ediyorum" diyen, bunu gönül rahatlığıyla yapanbenim babam gibi dünyada kaç örnek var bilmiyorum.

Bildiğim şey, sayılarının inanılmayacak kadar az olduğudur.

İşte tam da bu nedenle konu helal edilmesi gereken bir hak olduğunda hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.

Günün birinde sahneden sırtımızda ağır bir yükle inmemek için.

Yazarın Diğer Yazıları