Prof. Dr. Nurten Laleci Sarıca

Başlarken

Prof. Dr. Nurten Laleci Sarıca

Günümüzün değişen yaşam şartlarına, teknolojik ilerlemelerin getirdiği kolaylıkla birlikte, geçici ve kolay tüketilir olmaya karşın Vansesi Gazetesi, Van'ımızın müstesna bir basın organı olarak ilkeli duruşuyla uzun yıllardır hayatını sürdüren ve benim için de özel bir yeri olan gazetedir. Mesleki ve ailevi nedenlerden dolayı zaman zaman uzak kaldığım memleketimden 2009 yılından itibaren yine aynı nedenlerle, bu sefer kalıcı olarak, başka bir şehre yerleşme gerekçesiyle ayrıyım. Ayrı olmak, uzak olmak memleketten tamamen kopmak anlamına gelmiyor elbette. Çünkü gönlümüz hep orada, gözümüz ve kulağımız memleket haberlerinde. Aklımız hep sevdiklerimizde. Vansesi Gazetesi'nin benim için özel bir yeri olduğunu da şöyle açıklamak isterim; Değerli babam Ali Laleci uzun yıllar bu gazetede Yazı İşleri Sorumlusu ve Köşe Yazarı olarak görev yaptığından, gazete elimizden düşmezdi. Van'dan geldikten sonra da bilişim teknolojisinin belki de en büyük ve en önemli nimetlerinden biri olan internet (genel iletişim ağı) sayesinde Vansesi Gazetesini uzaktan da olsa okuyup takip edebiliyor ve Van'ımızın güncel yaşantısında olup bitenden haberdar olabiliyoruz. Memleketime duyduğum özlemle, sevgili babamın gazetecilik geleneğini sürdürme isteğimi, kendi mesleki birikimimden hareketle yazılar yazmak düşüncemi onun emek verdiği gazetede karınca kararınca hayata geçirmek adına gazetenin Yayın Yönetmeni Sayın İkram Kali Bey nezdindeki talebim hüsnü kabul görmüş ve böylece bugün bu yazıyı kaleme almama vesile olmuştur.

Bu ilk yazımda öncelikle memleket özleminden söz etmek istiyorum. İnsan içindeyken, orada yaşarken kıymetini pek bilemiyor. Ne zaman ki yolunuz uzaklara düşüyor, işte o an gösteriyor kendini sıla özlemi. Öncelikle sevdiklerinizden ayrılmanın hüznü çöküyor üzerinize. Sonra mahalleniz, gezdiğiniz sokaklar, alışveriş yaptığınız mekânlar, manzaralar her şey özleniyor, aranıyor. Çünkü bütün bunlar artık farklılaşıyor etrafınızda. Sabahları evden çıkıp işe giderken takip ettiğiniz güzergâhınızda karşılaştığınız simalar değişiyor. Önceden tanıdık olan yüzler yabancılaşıyor ve sanki kim bunlar diye soran bakışlarla karşılaşıyorsunuz. İçinizde bir şeyler kırılıyor. Yollar, tabelalar, manzaralar, tabiat, yetişen bitkiler, börtü böcek bile başkalaşıyor. Böcekler derken hemen kısa bir anımı aktarmak isterim. Şöyle ki malum Van'da özellikle bağda, bahçede gördüğümüz, hele nemli yerlerde neredeyse topraktan fışkırırcasına çıkan, benim de gördüğümde çok irkildiğim bir böcek vardır. Van'da "kulağa giren" diye nitelendirdiğimiz, önünde iki tane kıskacı olan, karıncadan büyükçe kahverengi bir böcek. İşte biz Denizli'ye geldiğimizden beri ne evimizde ne de gittiğimiz bahçelerde görmemiştim hiç. Nasıl olduysa birkaç yıl sonra bir gün balkonun bir köşesine sinmiş vaziyette bir davetsiz misafir gördüm. İyice bakınca bir de ne göreyim; bizim kulağa giren. Aman Allah'ım Van'dayken ödümün patladığı böceği, o gün karşımda görünce sanki çok tanıdık birini yeniden bulmuşçasına bir mutluluk duydum, hiç canını yakmadan alıp bahçeye çimenlerin üstüne koydum. Van'dayken ne yapardım söylemeyeyim. İşte memleket özlemi bu olsa gerek: hiç sevmediğin, görünce irkildiğin böceğini bile başka bir şehirde gördüğünde sevinmek aslında.

Memleketimizin özellikleri her şeyiyle içimize işliyor. Konuşma tarzı, seslenmeler, adlandırmalar. Öyle ki siz hiç farkına varmıyorsunuz ama siz konuşurken dışarıdan biri hemen sizin yabancı olduğunuzu fark ediyor. Çünkü artık bunlar sizin kimliğiniz oluyor. Konuşurken kullandığınız sözcükler, sadece ilinize, yerinize özgü deyimler ağzınızdan öylesine habersizce çıkıyor ki karşınızdakine sizin nereli olduğunuzu belli ediveriyor.

Bununla ilgili de bir de şu anımı anlatmak isterim.  Van'dan taşındığımızın yaklaşık iki yıl sonrasıydı. Gittiğim semt pazarında dolaşırken tezgâhlardan birinde çok güzel erikler gözüme ilişti. Yaklaştım, orta yaşın üzerindeki pazarcıya "Amca eriğin kilosu kaça?" dedim. Adam önce şaşırdı, bana baktı. Ben tekrar gülümseyerek "Amca erikler ne kadar" diye sordum doğal bir şekilde. Sonra adam gülümseyerek "Abla sen doğulumusun?" diye sordu. Ben "Niye sordunuz?" dediğimde, gülümseyerek "Çünkü kayısıya orada erik denir.". İşte o anda anlamıştım; gerçekten tezgâhtakiler kayısıydı, hani şu bizim erik dediğimiz. Çok duygulanmıştım. Ama o gün şunu çok iyi bellemiş oldum; toprağım, elim demek ki içime işlemiş. Ben şimdi her pazara gidişimde bu olayı hatırlar, her kayısı alışımda "Amca erik ne kadar?" sorusuna gülerim içimden.

İşte insan ilinden yurdundan ayrı olunca aklı, gönlü, benliği hep orada oluyor.

Özlem ve muhabbetle…

Yazarın Diğer Yazıları