Prof. Dr. Ahmet Özer

Türkiye'nin İhtiyacı Olan Savaş Değil Barıştır

Prof. Dr. Ahmet Özer

Tehlikeli bir gidişin içindeyiz

Son zamanlarda Türkiye büyük bir çatışma ortamına sürükleniyor. Kardeş acısıyla haykıran yarbayın feryadı her geçen gün daha da anlam buluyor,  haklılık kazanıyor ve cevaplanması gereken bir soruya dönüşüyor."Düne kadar çözüm ve barış diyenler bugün ne oldu da birden bire savaş demeye başladı?" Düne kadar bu iş silahla çözülmez diyenler neden şimdi "son terörist kalmayıncaya kadar.." diyor. Onlar da bu işin silahla, savaşla, çatışmayla bitmeyeceğini, aksine daha da büyüyeceğini bilmiyorlar mı? Kuşkusuz biliyorlar. O halde neden?

Bu çatışma ortamı bir amaca ulaşmak için her türlü aracı mübah sayanların kullandığı bir araç. Ama diyeti ve bedeli ağır ödenen, hem de toplumca ödenen bir araç.. Çünkü savaşları çıkaranların çocukları ya da yakınları ölmüyor, onlar savaş alanlarında olsaydı savaş bir gün bile sürmezdi.. Bu işi sürdürenler hep başkalarının sırtından sürdürmüştür. Hamasetle, vatan, ezan, bayrak diyerek.. Peki bu kutsallar bunları ağızlarına sakız yapanlar için bu kadar önemliyse en başta kendilerinin oralarda olması gerekmez mi?  Ama asıl mesele bu değil. Savaş politik amaçlar için bir araca dönüştüğünde kamufle edilmesi gerekiyor. O halde barış için önce bu kamuflajın kaldırılması, ve halkın yararına olmayan bu amaçların teşhir edilmesi lazım.

Savaş ve çatışma çözüm değil

İşte bu yüzden "bugün başlayan çatışma çözüm getirmeyeceğine göre ne için yapılıyor?" sorusu anlam kazanıyor. Bu soru doğru cevaplanmadan savaş isteyenlerin foyası meydana çıkmaz. Çünkü tarihe baktığımızda savaş isteyenler hep toplumu yalan beyanlarla oyalamış ve kandırmıştır. Sonuçta ateş herkesi yakmaya başladığında herkes kendini savaşın ve çatışmanın içinde bulmuş, bir tarafa sürüklenmiştir. Kendini onun bir parçası sanmaya başladığında ise artık iş işten geçmiştir. İşte o zaman çaresiz kalan kalabalık kitleler çatışmayı, savaşı kendi çıkarları doğrultusunda sürükleyenlerin peşinden sürüklenmekten başka bir çare düşünemezler. Düşünseler bile o noktadan sonra bir şey gelmez ellerinden.

Bir kere dün barışa dair denilenlerin doğruluğu sadece düne ait değil yüzyıllık bir deneyimin sonucudur. Eğer bu iş silahla çözülseydi 1925'lerde, 1930'larda, 1938'lerde binlerce silah patladı, on binlerce insan öldü, katliamlar oldu, yüz binlerce insan sürgüne gönderildi, mecburi iskana tabi tutuldu ama çözülmedi. Eğer silah çözseydi o zaman çözerdi. Silahlar savaşı, savaşlar ve çatışmalar ölümleri, ölümler yıkımları, o da düşmanlığı körükledi, çözümsüzlüğü getirdi. Hatta çözümsüzlüğü daha da büyüttü. Sonra uzun bir süre Kürt meselesinin üstü betonlandı, bugünkü tabirle buzdolabına konuldu. Orada donacağı unutulacağı sanıldı. Ama öyle olmadı.

Çünkü toplumsal, siyasal etnik ve kültürel meseleler bitki değil donsun kalsın. Taş toprak da değil bir mühendislik anlayışıyla tasarlansın. Canlı, dinamik ve devingendirler. Nitekim otuz yıl önce başlayan silahlı çatışmalar aralıklarla sussa da devam ede geldi. 50 bin insan öldü, bunun iki misli insan yaralandı, sakat kaldı. Bunların hepsi bu ülkenin çocukları. Üstelik öyle tuzu kurular da değil, hepsi yoksul halk çocukları.. Binlerce operasyon yapıldı, çelik çekiç, sandaviç isimleriyle yurt dışına operasyonlar gerçekleştirildi. Sonuç alınamadı. Kandil yüzlerce kez bombalandı. O kadar hareket yapıldı ki artık ad vermek için literatürde kelime kalmadı. Sonunda bu yolun yol olmadığı görüldü, teslim edildi, çözüm ve barış süreci başlatıldı. İki yılı aşkın bir süreydi cenazeler gelmiyordu. Halk rahatlamıştı, çözüm için umutlanmıştı. Ne olduysa seçimle birlik oldu.

Seçim çözümün değil sorunun parçası haline getirildi

Seçim çözümü ilerletecek, barışı kökleştirecek diye beklerken, savaşı getirdi. Birileri halkın sandıktan çıkan iradesini beğenmedi. Kürtler kendisine oy vermedi diye öfkelendi, Rojavada elde edilen kazanımlara  hiddetlendi ve savaş başladı, başlamakla kalmadı harlandı. Her gün gencecik insanlar ölüyor. Yazık günah değil mi? Bu yolun yol olmadığını anlamak için bir 50 bin insan daha mı ölsün isteniyor? Elbette kimsenin arzusu bu olamaz, olmamalı.. Seçimden sonra AKP-CHP koalisyonu kurulsaydı bütün bunlar olurmuydu? Dağlıcadan gelen acı haberler düştüğü yeri yakarken aynı saatlerde cumhurbaşkanı televizyonlarda 400 milletvekili istiyordu.  Oysa hiçbir seçim, hiç bir siyasi kazanım, hiç bir siyasi makam bir tek insanımızın canından daha değerli olmaz.

Hatırlayın AKP "Kürt sorunu vardır ben çözeceğim" dediği müddetçe Kürtlerden oy almadı mı? Üstelik en çok oyu da onlardan alıyordu ve bölgede birinci partiydi. Vakta ki Kürdü yok saydı, Rojavayı düşman ilan etti o zaman Kürtlerde AKP'den el çekti. Bu da son derece normal. Seçmen bir siyasi partiyi kendi beklentilerini karşılasın diye destekler, tersini yapsın diye değil.  Politika seçmenle siyasi parti arasında bir alışveriş bir uyum ve karşılıklı güvene dayalı bir hesap kitap meselesidir. Eğer AKP Kürtlerden oy almak istiyorsa bunu savaşla, bastırmayla, çatışmayla yapamaz. Geçmişte bunu deneyenlere dönüp baksın yeterli. Hiçbiri bugün yok. Savaşta ısrar eden, güvenlik politikalarında ısrar edenler çözüm getiremedikleri gibi kendileri de giderler. Bu hep böyle işlemiştir. Onun için zararın neresinden dönülürse kardır. Çünkü ne kadar çok ölüm olursa o kadar az çözüm olur. Yeni ölümler yeni çatışma, yeni düşmanlıklar demek. Oysa bizim ihtiyacımız olan barıştır.

İhtiyacımız olan savaş değil barıştır

O halde AKP 'nin seçim hükümeti şunu görmeli. Onlarca yıl çatışma ve savaş oldu. 50 bin insanımız öldü, 17 bin insanımız faili meçhule kurban gitti, 4 bin köy ve mezra boşaltıldı, milyonlarca insan batıya göç ettirildi, bütün bunlar sorunu çözdü mü? Hayır. Çiller de "son terörist kalmayaıncaya kadar" demiyormuydu? Güvenlik satanlar da operasyon, bastırma, vs demiyormuydu? O yol yol olsaydı o gün sonuç verildi. Bu yol yol değil, bundan vazgeçilmeli. Bu yolun sonunda çözüm yok..  Acı var, ölüm var, gözyaşı var, patır patır düşen yoksul halk çocukları var.

Bu iş bombayla, silahla, savaş tezkeresiyle çözülemez. Bu yıllarca denendi. Bir kez daha deneyip düşmanlıkları körüklemeyin, insanların ölümüne sebep olmayın, aklıselime dönün. Bu görev en başta iktidarda olan AKP olmak üzere, ana muhalefet partisi CHP, HDP ve tüm sivil toplum örgütlerine düşüyor. Vakit geç olmadan önlem almak lazım.

Yazarın Diğer Yazıları