Prof. Dr. Ahmet Özer

Şiddet sarmalı büyüyor

Prof. Dr. Ahmet Özer

Son günlerde kaos giderek artmaya ve kimi yerlerde adeta bir iç çatışmaya sürüklendiğimiz görüntüleri ortaya çıkmaya başladı ve bütün bunları toplum olarak ürküntü ve endişeyle, ayar verilmiş medyanın verebildiği kadarıyla izliyoruz. Kim bilir daha görmediğimiz bilmediğimiz neler var? Şimdi bu tehlikeli gidişin en tehlikeli oyununu maalesef bunu önlemesi gereken siyaset ayağı bizzat kendisi oynuyor. Çözümün parçası olması gerekenler, çözülmesi gereken sorunun parçası haline gelmiş durumda. Şiddeti durduracağına körüklüyor.

Hatırlayalım: 1) Çözüm süreci hepimizi umutlandırmıştı, artık Türkiye yüzyıllık meselesini çözecek diye.. 2) Seçim sonuçlarının Türkiye'yi cendereye sokan başkanlık taleplerini engelleyeceğini ve bunun sonucunda tek adam yönetiminin ve baskı döneminin sona ereceğini ummuştuk. 3) Seçimden çıkan sonuçların bizi Ortadoğu ve Suriye batağına saplamaktan kurtaracağını ummuştuk. Hiçbiri olmadığı gibi tersi bir istikamette, sonu hiç de iyi görünmeyen bir yere doğru yol alıyoruz.

Siyaset sorun değil çözüm üretmeli

Soruyoruz; siyaset ne içindir? Toplumun refahı, barışı, gönenci için uygulanan yönetme sanatı mı, yoksa yönetimi ele geçirenlerin kendine güç devşirmesi işi mi? Kişisel arzuları, parti ajandası için gerektiğinde toplumun feda edilmesi, cendereye sokulması mı? Buna kimin ne cevabı var merak ediyorum? Yönetmenin meşruiyeti için bu cevap kesinlikle gerekli.

Sözgelimi Rusya bizim düşmanımız olmadığı halde angajman kuralları denilerek uçağının düşürülmesi Türkiye'yi daha mı iyi bir yere taşıdı? Sonra peşinden koşup güya alttan almaya çalışmak Türkiye'nin prestijini daha da mı arttırıyor. Irak'ın içlerine ona rağmen askeri yığınak yapmak Türkiye'nin orda hangi çıkarını koruyacak, bilmek istiyoruz. Önce efelenip sonra askeri geri çekme öngörüsüzlüğü hangi derdimize derman oldu. Öte yandan Akdeniz'de cirit atan emperyallerin Ortadoğu kapışmasında NATO'ye güvenerek dahil olma arzusu ne kadar mantıklı? Bütün bunların sonucunda neyle sonuçlanacağı belli olmayan askeri gerginlik bir yana, bunların yarattığı ekonomik kayıplar bir çok kesimi vurdu, enerjide beklenen darboğaz da cabası. Birilerinin "büyük ülke" hamaseti ile insanları kandırması ülkelerin başına durduk yerde bela saran bütün savaş çıkartanların başvurduğu bir argümandır. Ama sonu hüsrandır..

Peki bunlara seyirci mi kalacağız?

Elbette hayır. O halde, ne olmalı ve ne yapılmalı? Bir kere her şeyden önce kendi evimizin içini düzeltmekle işe başlamalı. Güneydoğuda, kör bir inatlaşmayla bir iç savaşa doğru sürükleniyoruz, biran önce vakit geç olmadan durdurulmalı. Bunun için çözüm süreci kaldığı yerden tekrar ve derhal başlamalı. Bilinmeli ki, bu iş sadece bir kişinin arzu ve insafına bırakılmayacak kadar önemli ve bu mesele sadece bir kişinin, bir ya da iki partinin meselesi değil, bu bütün Türkiye'nin meselesi ve artık bir devlet millet meselesi. Toplumun büyük çoğunluğu artık çatışma, savaş ölüm istemiyor. Üç beş kişi ya da parti kendi çıkarları için yeniden çatışma ortamını harlamak istiyor olabilir ama buna Türkiye halkaları izin vermez, vermemelidir. Toplum içerde çatışma dışarıda savaş ve bu bahanelerle baskı ortamı istemiyor. Toplum barış, mevcut parlamentodan demokratikleşme ve yeni bir anayasa bekliyor.

Dışarıdaki bataklığa dikkat

Bununla beraber Suriye batağına her ne sebeple olursa olsun sürüklenmek istemiyoruz. Gerekli donanıma, iç ve dış koşullara sahip olmadan büyüklenmenin yarardan çok zarar vereceğini bu nedenle tarihte kalmış bazı idealleri, örneğin Ne Osmanlıca yaklaşımları canlandırmanın ana kronik olmanın ötesinde realitesinin olmadığını görüyor. Bizim yurttaşlar olarak Cumhurbaşkanına, başbakana, bakanlar kuruluna ve hatta parlamentoya verdiğimiz hak ve yetkiler hukuk düzeni içinde daha iyi yönetme yetkisidir. Yoksa bizim verdiğimiz hak ve yetkileri bizim istemediğimiz ama onların kendi ajandaları ve arzuları için kullanmaları değil. Böyle bir kullanım bu hak ve yetkilerin kötüye kullanılması olur ki o zaman hem yapılan iş meşru olmaz hem de destek bulamadığı için başarısızlığa mahkumdur. O nedenle vakit varken yanlıştan dönülmelidir. Hem içerde çatışmadan hem de dışarıda bir savaşa sürüklenmekten..

İçerde çatışma dışarıda savaş istemiyoruz

Ülke her gün cenaze haberleriyle sarsılıyor, yönetenler ise bunu engellemek yerine hamasete başvuruyor. Nereye kadar bu devam edebilir? Bıçağın kemiğe dayandığı noktalar vardır. Oraya gelinmeden bu iş çözülmeli. Gene dışarıda bir kriz bitmeden yenisi ekleniyor. Oysa temsil gücü yüksek bir parlamento var karşımızda. Bu parlamento bu avantajı da kullanarak, hem çözüm sürecini başlatacak, hem de yeni bir anayasa yapacak bir iradeyi ortaya koymalıdır. Hem de dış politikada pro aktif olacağım diye ülkeyi yeni maceralara sürüklemekten sakınmalıdır. Bunlar mümkün, yeter ki kişilerin iradesinden ziyade halkın iradesi dikkate alınsın.

Yazarın Diğer Yazıları