Prof. Dr. Ahmet Özer

Ne düşünüyorsunuz?

Prof. Dr. Ahmet Özer

Facebook’ta kendi sayfanıza girmek istediğinizde, şöyle bir soru ile karşılaşıyorsunuz: “Ne düşünüyorsun?”

İlginç değil mi: Demek istiyor ki düşün, ne düşündüğünü sana açtığım bu alana yaz ve paylaş. (Dijital oligarkların ne kadar derin düşünmek ve yazmak istediğimiz meselesi başka bir mesele)

O zaman biz soralım Facebook’a: Ya düşünme ve konuşma (düşündüğünü paylaşma) özgürlüğü yoksa? Facebook bunu düşünmüş mü acaba? Belli ki böyle bir derdi yok, olsaydı, bu soruyu sormazdı.

Şimdi ben soruyorum size; düşündüğünü çekinmeden ifade eden kaç kişi var? Sakın ben varım demeyin. Çünkü ister bilerek isterse de bilmeden olsun bir oto sansür var insanlarda; hem de hiç bir dönem olmadığı kadar? Çünkü korku var. İnsanlar düşündüklerini ifade etmeye ya da yazmaya korkuyorlar.

O zaman facebookun bu sorusu vesilesi ile iki şey hatırlatmak isterim: Bir, ne düşündüğün önemli ama ondan önemlisi düşündüğünü söyleyebiliyor musun, o daha önemli. İkincisi, düşündüğünü söyleyebilmek için düşünce ve ifade özgürlüğü var mı? Eğer yoksa, ne düşündüğünün ne önemi var?

Bu tabi devletin ve hükümetin işi. Demokrasi ve özgürlükler meselesi. Ancak bir de sosyal medya platformlarının bizi mahkum ettikleri bir sığlık, bir oto sansür var, o gözden kaçıyor. Feceboka kısa bir şey yaz, instegrama fotografını koy, tiwiter’de 140 karekteri geçme.

Fotografını koy, like (beğeni) al, cümlelerini kırp, kelimeleyini yuvarla; hatta onlara ne gerek var, emıjiler kullan. Haris ol, narsist ol, saldır, yerine geldiğinde oportünist ol, falist ol. Bir şey ol da ne olursan ol. Çünkü onlar için gerisinin bir önemi yok.

Yani ürününü pazarlayan kapitalizm için senin ne düşündüğün önemli değil. Hatta öyle fazla derin düşünmeni ve yazmanı da istemez. Onun istediği seni bir araç olarak kullanıp amacına ulaşmak. Kendini kullandırmamalısın, kullandırırsan ne olur?

Bunun sonucunda ne mi oluyor? Yaratıcılık ölüyor. Her kes ancak 30-40 kelime ile yazıp konuşabiliyor. Zamanla bu yerleşiyor ve kişi düşünme denilen şeyden de kopuyor. Kısırlaşıyor. Fotolar, emojiler, işaretler devreye giriyor. Bu sürecin zamanla insan türünde bir zeka geriliğine yol açmadı kaçınılmaz. Robotları insanlaştırmaya çalıştıkları gibi insanları da robotlara dönüştürmeye çalışıyorlar.

Böyle giderse sonunda dünya (sadece kendisi düşünen, yaratan ve yöneten) küçük bir dijital oligark azınlığının egemenliğine girecek. Mallarını pazarlamak için bir çıkış bulduklarında ise (ki hala bu yolu bulmuş değiller), kendilerine göre “gereksiz” saydıkları insanları “itlaf” yoluna gidecekleri de kesin.

Buna itiraz etmenin ve karşı durmanın tek bir yolu var: Daha çok okumak, daha çok düşünmek, daha çok konuşmak ve daha çok yazmaktır. Bunları yapabilmek için de daha çok cesur olmak gerekir. Bugün bunlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

 

Yazarın Diğer Yazıları