Prof. Dr. Ahmet Özer

Nasıl Kandırılıyoruz? Yalanlar ve Gerçekler

Prof. Dr. Ahmet Özer

İktidarın özü

İktidarın özü örgütlenmiş güçtür. Bu güç, ekonomik, politik, askeri her türlü gücün organizesini, yönetilip yönlendirilmesini içerir. O yüzden bu yolda yürüyenlerin temel hedefi bu gücü ele geçirme çabasıdır. Ele geçirdikten sonra da onu korumak ve bırakmamak ister güç sahipleri. Bir güç savaşıdır aslında iktidara yürümek ve iktidar etmek. Kimi zaman birileri hükümete gelse bile iktidar başkalarının elinde olabilir. Buna iktidar kayması diyoruz. Askeri darbeler, oligarşik yapılanmalar, vesayetçi yönelimler buna örnektir.

Demokratik yollarla bu gücü ele geçirenler ya onu toplumun yararı için kullanır ya da kendisi, çevresi ve partisi için kullanır. Toplumsal düzeni sağlama adına gücün çeşitli biçimlerde orantılı kullanılması demokrasi diye tarif edilirken, onu kişisel amaçlar için kullanmak bozulmayı getirir. Kişisel çıkarlar korropsi, eş dosta yaranma kayırmacılığı, güvenliğin arkasına sığınarak şiddete başvurma militarizmi, sermaye sahiplari için kullanma  oligarşiye yol açar. Toplumu baskı altına alarak yönetme ise faşizme götürür.

Gücü ele geçirmek ve zehirlenmek

Peki yaptığının o değil de bu olduğunu nasıl anlatacak topluma gücü ele geçiren?  Süreç şöyle işler.. Bir arada bir yaşam sürdürürken birileri alttan alta gücün en örgütlü biçimi devleti ele geçirmeye çalışır. Geçirir de… Sonra çeşitli hilelerle bu gücü ele geçirdiği için ne kadar mühim, olağanüstü, büyük lider olduğunu topluma kanıtlamaya, toplumu da buna inandırmaya, alışmaya ve benimsetmeye çalışır. Çeşitli araçları kullanarak benimsetir de…

Büyük gücü ele geçirmiş büyük görünümlü mühim adamlar, ellerine geçirdikleriyle yetinmz daha fazlasını isterler. Çünkü güç zehirliyor. Bu kez hem  gücünü göstermek, hem gücü tahkim etmek hem de  giderek daha fazlasını elde etmek için nerde kendine muhalif olanlar varsa siler, sindirir. Ele geçirdiği güçle onları sindirmeye çalışırken,bir müddet sonra içerisi yetmezdışarıyada müdahelelerde  bulunmaya çalışır.

Yabancılaşma başlıyor

Bu süreçte güç sahipleri öyle bir hal alır ki bir süre sonra tanınmaz hale geliyor. Kerameti kendisinden menkul kişiliklere dönüşüyor(lar) ve etrafındakilerin kimi korkudan kimi gücün sağladığı çıkarlardan nemalanmak için güç sahiplerini pohpohlamaya, yüceleştirmeye, ululaştırmaya başlıyor. Her aynaya baktıklarında herkesi dize getiren aslanlar görmeye başlayınca “vay be, ben neymişim?” psikolosi devreye giriyor.

Kurkutulan toplum toplumsal felce uğrar

Çuğunluğu ezdikleri, korkuttukları için sesini çıkaramaz. Yakınındakiler de nemalandıkları için övgülerin dozunu arttırarak daha fazla kayırmacılık karşısında yaranmacılık yarışına girerler. Güçten zehirlenerek başı dönmüş bu zevat bir süre sonra kendini herkesten farklı olmanın ötesinde herkesten üstün  görmeye başlar. İşte böyle bir süreçte kerameti kendilerinden menkul hale gelirler. işte bu yüzden içerde ve dışarıda daha fazla müdaheleye yönelirler. Müdahhale daha fazla bela demek. Belayı, badireyi yararlı birşey gibi göstermek için daha fazla yalan gerek. Üstelik bunu da, herkesten daha iyi düşünen  ve gören, onlardan üstün bir varlık olarak onun yararına yaptığını söylerler. Sinmişler zaten korktukları için itiraz edemez, şakşakçılarda “bu yüce ruhların ne büyük fedakarlık yaptığını” dile getirerek daya da yüceleştirirler.

Kendi yalanına inanmak

Bu koro o kadar yükselir ki bir süre sonra bu yalana kendileri, etrafı ve toplumun kimi kesimleri de inanmaya başlar. Gerçeğin böyle olmadığını gören ve söyleyenler (ki bunların sayısı çok azdır) artık yalancı, bozguncu, hatta ihanetçi olarak damgalanır, dışlanır, sürülür, hapsedilir hatta yok edilirler. İşte hikayenin özü budur

Önce güç ele geçirilir, insanların var olan huzuru ve düzeni güç zehirlenmesi sonucu içerden ve dışarıdan yapılan saldırılarla bozulur, sonra bu bozulanı yapmaya, kurtarmaya çalışır gibi görünerek ne büyük iş başardıklarını topluma göstererek onların beğenileri, onayları ve oyları talep edilir. Elde edilir de.. Nasrettin hoca fıkrası gibi.. Eşeğini çaldırır, sonra buldurur, “bak ben olamasaydım kimse bulamazdı, o yüzden beni taktir et, bana biat et” der.

Aristo “karakter, alışkanlıktır” der. Yalan üretenler, yayanlar, düzenleyenler ve dinleyenler bir süre sonra bu yalanlara inanmayı bir karakter haline getirirler.Sıradan insanlar radyolardan, tv lerden, gazetelerden söylevlerden etkilenirler. O kadar çok ve sık bu yalanları dinlerler, bir süre sonra işin yalan kısmı silikleşir, giderek gerçeğin yerini alır. Bu yalanı uyduranlar,  yayanlar büyük liderler olarak görülmeye başlar.  Bu da zamanla yerleşir alışkanlığa dönüşür alışkanlık yerleşince de karaktere bu karakter de giderek nerdeyse toplumun kaderi haline gelir.

Peki bu toplumun kaderi mi?

 Değil, çünkü kökü yalan. Yalanı teşhir edip deşifre edince karakterin üstüne oturduğu kader çöker. Kader olmadığı ortaya çıkar.İşte egemenin görmek istemediği de budur. Bu teşhis karşısında paniklemesi, korkması, saldırganlaşması bundandır.

Yazarın Diğer Yazıları