Prof. Dr. Ahmet Özer

Kolombiya'da olan Türkiye'de neden olmasın?

Prof. Dr. Ahmet Özer

Kolombiya deneyimi

Yarım asırdır Kolombiyada Hükümet Güçleri ile FARC gerillaları arasında süren savaş, BM Genel Sekreteri, üçüncü göz işlevi gören Kuba Devlet başkanı Raul Kastro ve birçok Latin Amerika hükümet ve devlet başkanın huzurunda, barışın simgesi beyaz elbiseler eşliğinde imzalandı. İmzalar, üstünde "geçmişimiz kurşunla yazıldı, geleceğimiz eğitimle yazılsın" yazısının yazıldığı kurşundan kaleme çavrilmiş olan barışın sembolu bir kalemle atıldı.

Anlaşmanın üç önemli maddesi var: 1) FARC'ın 7 bin gerillası Birleşmiş Milletler gözetiminde silahları bırakacak ve siyasete katılacak. 2) Yolsuzluk, yoksulluk ve uyuşturucu ile mücadele etkin biçimde sürdürülecek ve daha da önemlisi topraksız ve yoksul köylülerin topraklandırılması için toprak reformu gerçekleştirilecek. 3) Savaş boyunca, savaş suçu işlemiş kim varsa yargılanıp cezalandırılacak. Böylece, savaş boyunca 250 bin insanın öldüğü, 45 bin insanın kaybolduğu ve 7 milyon insanın zorunlu göçe maruz kaldığı Kolombiya, bundan sonra enerjisini içinde tüketmek yerine kalkınmasına ve demokrasisine derz edecek.

Türkiye de yapabilir

Elbette her ülkenin kendine has özgün koşulları var. Ama insanlık tarihi boyunca toplumlar ve ülkeler arasında her konuda iyi örnekler ve deneyimler paylaşılarak uygarlık ilerlemiştir. Benzer bir çatışmayı yaklaşık 35 yıldır yaşayan Türkiye benzer bir barışı neden gerçekleştirmez? Eminim, Türkiye'den Kolombiya'da olan biteni izleyen herkesin aklına bu soru şu ya da bu biçimde gelmiştir. O zaman neden yapılmaz bu iş? Bu işten çıkarı olmayan ekonomik ve can kaybını, göç ve kanın en çok etkilediği sıradan insanın aklının almadığı budur.

Eğer siyasi hesaplardan sıyrılırsa yapılabilir. Ve bir anket çalışması yapılsın toplumun büyük çoğunluğu Türkiyede de benzer bir barışı isteyecektir. Nitekim benzerlikler de yok değil. Biz de şimdiye kadar yaklaşık 35 yıllık çatışma ortamında 50 bin insanımızı kaybettik, 20 binin üstünde kaybolan faili meçhul insan var ve yaklaşık 3,5 milyon insan zorunlu göçe maruz kaldı, yer değiştirdi. Eğer bu savaş bitmez sürerse kayıplarımızın Kolombiya'daki kayıpları aşmayacağının garantisi de yok. Ve nihayet bir gün benzer biçimde çözüldüğünde, o zaman arada yitip giden onca yoksul halk çocuklarının hesabını kim verecek? O halde ortak aklı harekete geçirip vakit geçirmeden çözüme gitmek en iyi si değil mi? Eğer herkes bu soruya evet diyorsa o taktirde bu savaş neden sürdürülüyor?

Her geçen gün kayıp hanesine yazılıyor

Çözülmeyince sorun kanamaya devam ediyor. Üstelik de darbe girişimi sonrası sanki hiç yokmuş gibi davranılarak.. Oysa bugün içerde ve dışarda yaşadığımız pek çok şey bu sorundan kaynaklıdır. Bunu görmezden gelerek yol alınamaz, sadece zaman kaybedilir. Çünkü gündüz gerçeğe gözünü kapayan gerçeği yok etmez, sadece gündüzü kendine gece yapar. Üstelik de bu göz kapamaca nereye kadar sürecek ve kim sorumlu bundan?

Hepimiz sorumluyuz. Tarihe karşı olan görevimizi yerine getirmek için sorunu bütün çıplaklığıyla tespit etmek; tanımlamak ona göre olanca cesaret ve kararlığımızla çözmek zorundayız. Bu sorunu çözecek parti veya partiler Türkiye'nin geçiş sürecindeki bu kavşak noktasına damgasını vuracak tarihe mal olacaktır. Bunu başarabilmek için can alıcı iki soruyu sormak ve buna doğru cevaplar vermekle bu süreç başlatılabilir: 1) Çözüm için ne isteniyor? 2) nasıl çözülecek? Amaç üzüm yemekse, o zaman bu sorulara çok çetrefilli cevaplar yerine sade anlaşılır ve sonuç alıcı cevap vermek lazım.

İki soru iki cevap

Birinci soruya cevap şudur: Kürt nufüsunun büyük çoğunluğunun temel talepleri üç noktada özetlenebilir. 1) Eşitliğin sağlanması 2) Kimliğinin yasal ve anayasal güvenceye bağlanarak gereklerinin yerine getirilmesi 3)Bölgenin gözden çıkarılarak Türkiye'nin çağdaş ve demokratik bir ülke olmayacağının bilinmesi...

Yani Kürtler kendilerini yönetenlere "demokrat olun", ''bize başka kimlik dayatmayın'', bizi "olsa da olur olmasa da tarzında bir kardeş olarak değil ailenin bütünlüğü, refahı ve geleceği için mutlaka olması gereken bir unsur olarak görün'' diyor. Bu üç kabule tamam deniliyorsa o zamanda ''bunun gereğini yapın'' diyor. Şimdi sırayla bakalım.

Eşitlik denildiğinde, "zaten eşit değiller mi?" sorusuyla karşılaşılıyor. Netleştirelim ve herkes bunu empati ile düşünsün. Kürtler diyor ki "hayır eşitlik yok". Var mı deniliyor, o zaman ''Türk kardeşlerimiz Türk olarak hangi haklara sahipse bizde Kürt olarak aynı haklara sahip olmak istiyoruz, ne bir eksik ne bir fazla" Örneğin anadilde eğitim, sadece hukuki değil, aynı zamanda insani ve vicdani bir hak değil mi? Yanısıra, kimlik (ki insanın şerefidir) kabulunu, yönetim mekanizmasını demokratik bir biçimde yasal ve anayasal çerçeveye kavuşturun mesele biter. Yani, "yıllardır süren, katı merkeziyetçi, burokratik, anti demokratik anlayışını özellikle ve öncelikle dil ve idare siyasetini değitirin."

Benim çözümden anladığım bu. Büyük laflar edip hiçbirşey yapmamak yerine mütevazi olup taş üstüne taş bırakmak yeğ değil mi? Kabul etmek lazım ki; bunlar yüzyıllarca birlikte yaşamış olan bir halk için doğal, haklı ve yaşamsal taleplerdir. Bunlar bölünmeye değil güçlü bir beraberliğin temelini atmaya götüren temel tespitlerdir.

Başarı için birlikte hareket önemli

Kürtlerin bugüne kadar oluşturdukları oluşumların bir ayağı, Türk ayağı, eksik oldu. O nedenle de bütün girişimler sonuçta hep tökezledi. Sorunları hep kendi kendilerine anlatmaları bir işe yaramadı. Aynı şekilde Türklerin de sorunu çözmeye yeltenen hareket ve stratejilerinin Kürt ayağı hep eksik kalmıştır. Bir adım daha ileriye giderek Kürtler yok sayılarak, Kürt sorunu çözülmeye çalışılmıştır.

O halde şu can alıcı tespit mutlak surette yapılmalıdır. Türkiye'de Kürt sorunu yalnız Kürtlerle çözülecek bir sorun değildir. Bu sorun Kürtler ve Türklerle beraber çözülebilir. Bu noktada yapılacak şey herkesin yanlışlarından sıyrılması ve sorunun çözümü için aynı platformda yer alması, bazı fedakarlık ve feragatlarda bulunarak ortak bir noktada buluşmalarıdır. Bu sorun var oldukça her iki halkın asla rahat edemeyeceği rahata eremeyeceği bilinmelidir.

Türkiye artık bir yol ayrımında: Ya sorunlarını çözerek, bütün gücüyle çağdaş, demokratik, hukuk devleti olmaya çalışacak ya da doğuya doğru aralık bıraktığı kapıya yönelerek üçüncü dünyada yer alan İslami devletlerin teokratik rengine bürünecektir. Çatışma değişim isteyenler ile istemeyenler arasında cereyan ediyor. Türkiye'nin vereceği kritik karar bu. Hiç kuşkusuz Türkiye'deki halkların yararına olan birinci seçenektir. Yani modern demokratik dünyanın eşitlerinden biri olmaktır. Bu yol benimsendiği takdirde o zaman buna göre kurumları oluşturmak, kuralları geliştirmek gereği vardır.

Gerçek bir demokrasi ve işleyen kurumları; insan haklarına saygılı; hukukun üstünlüğünü tesis eden bir mekanizma; farklılıkları teke indirgeme politikalarını terk eden farklılıkları zenginlik olarak görüp halka her yönde kendilerini geliştirme olanaklarını sağlayan yeni bir yapılanma; modern demokratik dünyanın işleyişine ve anlaşmalarına uyan yeni gerçek bir demokratik model.. Böyle bir model ancak Türkiye'nin sorunlarını çözmesine yardım edebilir. .Ve ancak sorunlarını çözmüş bir Türkiye çağ atlayabilir.. Kolombiya yapabiliyorsa Türkiye hayda hayda yapabilir..

Yazarın Diğer Yazıları