Prof. Dr. Ahmet Özer

İki büyük mücadele ve tükeniş

Prof. Dr. Ahmet Özer

İnsanoğlunun dünyasında işler bu boyuta nasıl geldi?

Yukarıda bahsetmiştik. El ve dil sentezi, yaşam mücadelesinde de insanoğlunun kaderi olmuştur. İnsanoğlu yaradılışın o esrarengiz pençesinden sıyrılıp yaşamın muhteşem şelalelerinde belirmeye başladığı günden beri,  iki büyük mücadelenin içinde olagelmiştir.

Bu iki mücadeleden biri kendi türü ile (yani insanın insanla mücadelesidir),  diğeri ise doğa ile giriştiği mücadeledir. İnsanoğlu bu iki güçle çelişkisini çözerken gene akla ve onun türevlerine yaşamdaki yansımalarına başvurmuştur.

Kendisi ile mücadelede silahları, silahlar savaşları ortaya çıkarmış; savaşlar ölümleri, yıkımları, kıyımları getirmiştir. Sadece geçtiğimiz yüzyılda yaşanan iki dünya savaşında 70 milyon insan ölmüş, bir o kadarı da sakat kalmıştır. Bu çağda yaşanan binlerce bölgesel, yerel çatışmayı, katliamı saymıyorum bile.

Doğayla mücadele ise teknolojiyi yaratmış; teknoloji sanayileşmeyi ortaya çıkartmış; sanayileşme ise çevre kirliliğini yaratmıştır. Öyle ki bu gün gezegenimizdeki kirlilik dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Son elli yılda sadece Batı Avrupa'da tüketilen mal ve hizmetler, doğaya atılan atıklar (ve zehirli atıklar) bütün insanlık tarihi boyunca üretilenden ve atılandan daha fazladır.  Kyoto Antlaşması gereğince "Kirleten temizler ve öder" ilkesini ilk önce en çok kirleten ABD ihlal etmiş, zehirli gazları doğaya halâ salmaya devam etmektedir. Böylece, ozon tabakasını delmeye, asit yağmurlarına neden olmaya, kitlesel ölümlere sebebiyet vermeye devam etmektedir. Hepimizin içinde olduğu gemi adeta bir kenarından delinerek su almaya başlamıştır. Amerika başkanı Cilinton bir konuşmasında dünya dört katlı bir apartmansa bizim dördüncü katında oturuyoruz. Ama şunu unutuyor ABD gibi mağrur emperyal ülkeler. Eğer zemin kat çökerse en büyük zararı ve hasarı en üstte oturan dördüncü kattakiler çeker. ABD ve onun gibi hegomonik güçler bilmeli ki bir gün gelip de bu gemi batmaya başlarsa herkes birlikte boğulacaktır.

Ama bu böyle gitmez. İnsanoğlunun beklemeden, bir an önce kendisi ile (kendi türüyle); çevresiyle (doğayla) barışması gerekir.

DÜNYA YA BİR OLACAK YA DA YOK OLACAK

Evet, bunun böyle gitmeyeceğini gören insanoğlu bu gidişattan dönmekten başka çıkar yol olmadığını zor da olsa görmüş ve kabul etmiştir.  Bu gidişten dönmek için bir barış gerekiyor. Bu büyük barışın adı da bu çılgınlıktan dönmektir, hem de büyük bir "U dönüşü " çizerek dönmek. Bunun için insanlık kendisiyle ve doğayla barışmalıdır. Barışmaktan başka çıkar yol olmadığını görmek lazım artık. Evet, geldiğimiz noktada insanoğlunun kendisiyle ve doğayla barışması gerekiyor. Bu "U Dönüşü" barış demekse barışın da şifreleri insanın kendisiyle ve doğayla barışması demektir. İnsanın türü ile barışı demokrasiyi, doğayla barışı ise çevre bilincini gerektiriyor.

Evet, insanoğlu kendi türü ile barışmalı; kendi barışını gerçek uzlaşma ve demokrasi kültürü ile taçlandırmalı, çatışma kültürünü barış kültürüyle ikame etmelidir. İnsanoğlu çevre ile doğa ile de barışmalı. Doğayla barışında ise çevreyi korumak ve çevre bilincini geliştirmek ile bu kirli gidişe dur demelidir. Başka çıkış yok çünkü.

Böylece insan barışı, demokrasiyi, çevre bilincini evrensel hale getirerek egemen kılmalıdır. İşte o zaman sadece birey olarak değil, aynı zamanda tür olarak da gerilmiş ipin insan tarafında durabiliriz. Yoksa vahşette, yırtıcılıkta, kıyıcılıkta en vahşi hayvan, en korkunç ejderha bile insanın tekiyle yarışamaz. Bir düşünelim: Yırtıcı bir kaplanı salın insanların arasına, bir günde en fazla kaç insan parçalayabilir? Üç beş bilemediniz beş on olsun bu sayı. Ya kıyıcı bir insan? Yaptıklarına bakın. Bırakın bir günü, bir saate, bir dakikada bile binleri, yüz binleri katledebiliyor. Hangi hayvan kıyıcılıkta, türüne ihanet etmekte insanla yarışabilir ki?

Nagazaki bir saatte yerle bir olmadı mı? Halepçe'de binlerce insan dakikalar içinde kimyasal silahlarla katledilmedi mi? Bağdat'ta, Necef'te halâ kendi türü tarafından öldürülmüyor mu insanoğlu?

İşte bu noktada başka bir soru akla geliyor. Sadece akıl sahibi olmak, el ve dile sahip olmak yetmiyor. Sadece eli ve dili iyi kullanmak, teknoloji ile telafi mekanizması yaratmak yetmiyor. Onu nasıl kullandığınız da önem kazanıyor. Çünkü masum bir akıl, yaratan el ve üreten dil, güç ve iktidar düşkünü kıyıcı diktatörlerin elinde paralayıcı pençelere, yırtıcı dişlere, öldüren silahlara dönüşebiliyor. Bunları, ipin insan tarafına nasıl koyabilirsiniz?  Demek ki sırf elini ve dilini kullandı diye iş bitmiyor; asıl önemlisi bunları nasıl kullandığıdır.

Onun için çağımız aydınının entelektüel sorumluluğu Kant'ında dediği gibi "Dünya Barışını" yaratma çabasına, risk yüklenme pahasına katkı sunmaktır.

Yoksa ipteki cambaz, elin ve dilin macerasında nasıl insanlaşabilir ki?

Yazarın Diğer Yazıları