Prof. Dr. Ahmet Özer

Bir Yol Olmalı…

Prof. Dr. Ahmet Özer

Yeni yol gerekli

Yazının başlığını bilerek öyle koydum. Çünkü bu aralar sanki bir çıkmazdayız gibi, insanlar “ne olacak bu memleketin hali?” diyerek umutsuzluklarını dile getiriyor. Ünlü Kartacalı komutan Hanibal’ın “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız” sözü bu günlere denk düşüyor. Yeni yolu bulacak olan da yeni yolu yapacak olan da halk ve doğal olarak onun siyasi temsilcileridir. Ne ki siyaset bu aralar çözümün değil bizzat kendisi çözülmesi gereken sorunun bir parçası gibi.. Aslında eskiden beri yaşadığımız bir sorundur bu..

 

Kavram kandırmacası

Türkiyede bir çok partinin adında “Adalet”,  “Demokrat”, “Güven”, “Vatan” “Millet”, “Milliyet-çi”, “Halk”, “Halk-çı” “eşitlik”, “özgürlük” gibi kavramlar var. Acaba bunlar bizim bu kavramlara olan ihtiyacımızı mı yoksa korkularımızı mı gösteriyor? Yoksa halk en çok bu kavramlarla kandırılabiliyor? Öyle ya adelet dağıtacağım diyende adalet yoksa; bana güven diyende güvensizlik diz boyu ise, Vatan, Millet diyenler sadece vatanı bayrağı kullanıyorsa, kuruvaze çeketlerini giyip “kefenimizi giydik de yola çıktık” diyorlarsa, beş yıldızlı otellerde yaptıkları basın toplantılarında “şehit olmak istiyorum” diyerek şehit siyaseti yapıyorsa, neye nasıl inanmalı, ne yapmalı, bu varyeteleri nasıl çözümlemeli?

 

Barış ve demokrasiye olan ihtiyaç

Oysa bu ülkenin ne kadar çok demokrasiye, ne çok adalete ve eşitliğe ve özgürlüğe ihtiyacı var. Bu kavramları kavram olmaktan öteye götürmenin, bunları kuru hamasetin objesi olmaktan çıkarmanın önemi ne büyük..Bir yolu olmalı bunun, ama nasıl? Elbette önce barış ve demokrasi olmalı. Bir madalyonun iki yüzü gibidir bunlar, biri olmadan diğeri olmayacağına göre eş zamanlı bu inşaa süreci yürümeli, sonra eşitlik, özgürlük ve adaletle taçlanabilir. Bunu da her gün oy uğruna bu kavramaları kullananalar, meydanlarda boş martaval okuyarak yapamaz. Bu kavramaların, özüne ve gücüne gerçekten inanmış samimi insanlar gerekir bunu yapmak için.

 

Silahın miadı doldu

Şimdi bayram bitti, tekarar çatışmalar başladı, cenazeler gelmeye, yoksul halk çocuklarının sırtından üç-beş oy uğruna can ve kan üzreinden bilek güreşi yapılmaya başlandı.  Yazık günah... Artık birilerinin bu işe dur demesi gerekmez mi? Bu kanlı oyunla kimsenin birşey elde edemeyeceği elli bin can pahasına anlaşılmadı mı hala? Daha bu kan kuyusuna kaç gencecik beden, kaç can atılacak? Savaşın, silahın miadı geçtiyse eğer o zaman bu çatışma niye, bu iş nereye gidiyor? Yüzlerce binlerce opreasyon yapılmadı mı geçmişte, dün elde edilmeyen ne vardı, bugün ayni yöntemle elde edilecek olan?

 

Toplumsal felç durumu aşılmalı

Peki toplum neden sorgulamıyor? Aslında toplum kendi evinde, kahvede sorguluyor; dost meclislerinde bire bir görüşmelerde olan biteni konuşuyor. Ama bu sorgulamayı, itirazı kamusal alana yansıtmıyor, protestosunu toplumsal alanda göstermiyor? Neden mi? Çünkü korkuyor. Korkutulmuş, sinmiş bir toplum düzenideğiştiremez. Oysa ki bir düzenden memnun değilsek onu değiştirmeyi istemek en meşru hakdır. Ama bu hak sahibi olmak tek başına yetmez. Bu hak, bunu isteyenlere bir de görev yüklüyor: Beğenmediğin, itiraz ettiğin düzeni değiştirmek görevidir bu. Çünkü, sen değiştirmezsen kim değiştirecek? Ha yapmanın riski var; ben söyleyeyim başkaları yapsın diyorsan ve herkes öyle düşünmeye başlarsa o zaman ne olur? Kimse birşey yapmaz, toplumsal felç durumu meydana gelir. Demek ki bu iş, ben söyleyeyim sen değiştir demekle olmaz.Ozaman o toplumun sırtına bineneler onları istedikleri gibi istekleri yöne sürerler. Değil mi ki Platon 2500 yıl önce her toplum laik olduğu biçimiyle yönetilir demiş.

 

Baskı ve meşruiyet ters orantılı

Nasıl ki demokrasi rızaya dayanıyorsa,  teokrasi din korkusuna,diktatörlükler ise bir diktatörün ya da rejimin baskı sonucu yarattığı korkuya dayanır. Bir rejim demokrasi adı altında yönetilse bile rıza üretmiyorsa demokrasi değildir. O taktirde ele geçirdiği devletin zor tekelini kendi siyasi ikbalı için kullanarak başta kalmaya çalışır. Bu durumda rejim meşruiyetini yitirir ama yönetenler yönetmeye devam eder. Herşey karanlıkta ve yapanın yanına kar kalır, kimse işlediği suçların hesabını vermez. Birileri kendini herşeye muktedir, herşeyin üstünde görür. İktidarı bırakmak istemeyen bir parti halkın rızasının hilafına baskı ve sindirmeyele başta kalmaya çalışıyorsa, artık hükümet etmiyor,hükmediyor demektir.

 

Çözüm: Barış ve demokrasidir

Tek bir çözüm ve çıkış yolu var, o da çatışmasızlık ortamına geri dönmek, çözümü sürdürmektir. Bu ortamda bu sonuca hemen ulaşmak güç olabilir ama imkansız da değil. Bunun için, rızaya dayalı rejime dönmek şart. Seçim bir olanak, ama seçime kadar da bu akan kan durmalı. Bunun için diyalog önemli. Bu konuda özellikle CHP ve HDP ısrarcı olmalıdır. Batıdaki Sivil Toplum Kuruluşları devreye girmeli, çağrı yapmalı, barış ortamının yeniden tesisi için baskı oluşturmalıdır. Yozgattan, İzmirden, Bursadan gelecek çağrılar sürece daha etkili ve kıymetli katkılar yapabilir. Yanısıra, iktidarın ve medyanın manüpülasyonları teşhir edilmeli; özellikle bu çatışmanın neden yürütüldüğü sorulmalı ve sorgulanmalıdır.

     

Kullanılan dil ve toplumsal refleks önemli

Bu süreçte herkesin diline mükayyet olması,barışı zehirleyen savaş dilini terketmesi çok önemli. Toplumu kriminalize eden, sivil halka saldıranlar mutlaka bulunup ortaya çıkarılmalı adalet önünde hesap vermelidir. Demokrasi“hesapverilebilirlik” inanacına dayanır aynı zamanda.Eğer bu adımlar hayata geçirilebilirse Türkiye yeniden iç barışa ulaşabilir. O nedenle herkes ve herkesim “Barış hemen şimdi” diyerek ayağa kalkmalı, toplumsal refleks barış için biran önce harekete geçirilmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları