Prof. Dr. Ahmet Özer

AKP iktidari ülkeyi nereye götürüyor?

Prof. Dr. Ahmet Özer

AKP buraya nasıl geldi?

Başlıktaki soruya doğru cevap vermek için nerden geldiğine bakmak gerekir. Çünkü bugün içinde bulunduğumuz tabloyu tam anlamak için resmin tümünü görmek önemli.

AKP kurulurken,İslam Dinarı yerine serbest piyasayı savunacağını söyledi; geçmişte söylediklerinin aksine AB’nin Hristiyan Kulübü olmadığını dile getirdi ve nihayet Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını, demokrasiyi araç olarak değil amaç olarak savunduklarını söyleyerek hem içerde hem dışarda mütefikler edindiler.

Foyaları zaman içinde ortaya çıktı

Her ne kadar bunlarla birlikte çoğulcu, katılımcı muhafazakar demokrat olduklarını belirterek büyüseler de zaman zaman yaptıkları toplumun önemli bir kesiminde kuşku ve endişeler yarattı. Bu endieşeler doğru yönelndirilip alternatif yaratmak yerine korku ve panikle başvurulan adımlar AKP’yi küçültmek yerine,ona mazlüm kimliği kazandırarak daha da büyüttü. Örneğin; 1) E- muhtıra 2) Kapatma davası 3) Cumhuriyet mitingleri zayıflatmadı, güçlendirdi.

Güç zehirlenmesi ve mütefiklerden kopuş

2010 referandumu ve takip aden 2011 seçimlerinde elde ettiği seçim başarıları onu halka daha yaklaştırması gerekirken güç zehirlenmesine uğratarak daha da uzaklaştırdı. Kendinden olanlar ve olmayanlar ayırımını fütürsuzca yapmaya başladı,aslına rücu etti. Daha önce kendini (yukarıda belirtilen sebeplerle) destekleyen mütefiklerinden koptu. Örneğin, Gezide liberallerden; 17-25 Aralıkta Cemaaten; Kobani’de Kürtlerden koptu.

Oysa2002-2007arasında çoğulculuğu savunduğunu iddia ediyordu, böyle olmadığı anlaşıldı. 2007-20011 arasında, muhafazakar demokrasiyi, yeni anayasayı, çözüm sürecini savunmuş ve bir çok kesimi bunlara inandırmıştı. 2011 seçimlerinden sonra Arap Baharı ile Siyasi İslamcılığa yeniden yöneldi,Neo- Osmanlıcılık hayalleri peşinden koşmaya başladı.

Bundan sonra neler oldu?    

Kısa bir hatırlamadan hemen akla gelenleri sıralarsak: 2011’den sonra hegemonya kurdu, çoğulculuktan çoğunlukçuluğa geçti; Özgürlüklerden koptu, baskıya yöneldi; Hayat tarzına müdahale etmeye başladı; Devlet brokrasisini ele geçirdi (YÖK, YSK,Polis, Jandarma gibi kurumları AKP’nin yan büroları haline getirdi); Yolsuzluklara bulaştı (Ör. Almanyada İmar yasası 1945’ten sonra sadece 2 kez değişmişken Türkiyede 12 yılda 64 defa değiştirildi); Yasaklar arttı, basını baskı altına aldı; Partizanlığı had safhaya çıkardı; İslamı dile döndü, siayasi islamcı oldu; Kimlik politikasına yöneldi; Toplumu kamplara ayırarak kutuplaştırdı; AB’den koptu, sıfır problemli dış politikada sıfırı tüketi; Türkiye’yi Suriye bataklığına sürükledi; Rus Uçağını düşürerek iyice yanlızlaştı; Ekonomi sarsıldı, türizm geriledi; IŞİD’i ve Nusrayı destekledi; Hukukun üstünlüğü rafa kalktı, tek kişi yönetimine geçti.

Polis devleti oluşuyor

Şimdi Ankaranın göbeğinde bombalar patlıyor, güneydoğuda kuşatılmış kentlerden hergün ölüm haberleri geliyor, kanun ve polis devletine geçilmesinin alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyor.Ölümler ve patlamalar arasında ayırımlar başladı, bir duygusal kopuş yaşanıyor.

Kopuşlar yaşanıyor/yaşatılıyor

Örneğin Roboski katliamından sonra olanlar ortada. Kimse hala “34 sivil insanı niye öldürdünüz?“ diye hiç bir sorumluya soru soramıyor. Yine Ankara`daki son iki canlı bomba eylemiyle ilgili olarak ortaya konan haklı tepki, öteki canlı bomba eylemlerine karşı gösterilenden çok farklı. Şu sıralar vahşet sadece Ankara`da yaşanmıyor, güneydoğuda benzer manzaralar yok mu? Buralarda yaşananlar daha da kokunç iken basın orada yaşananlarla ilgili tam bir suskunluk içerisinde. Kulaklar, Sur`un, Cire`nin, Nusaybin, Silopi ve daha nice yerin çığlıklarına kapalı. Televizyona çıkıp iki gözü iki çeşme “Bu gün onların çöpleri arasında çocuklarımızın kopmuş elleri çıkıyor” diye haykıran Cizre’li kadını duyan var mı?Bu gidişat iyi değil.      

Ne yapılmalı?

Hiç bir ayırım yapmaksızın son yılların belli başlı tüm kitlesel katliamlarını içerecek bir çerçeve ile meydanlara çıkılmalıdır. Roboski`den başlayarak Suruç, Diyarbakır, Sur, Ankara, Sultanahmet, Cizre ve ikinci Ankara katliamları, bu sonuncusu ile bir arada ele alınmalıdır. İnsanlıkdışı eylemleri, katilin kimliğine, katliamın gerçekleştiği yere ve hedef kitlenin kim olduğuna bakmaksızın ilkesel bir duruşla kınamak gerekir. Bu bakımdan örneğin, protesto eylemi Kızılay`ın yanısıra Diyarbakır`da da yapılabilir.

Böyle bir çerçeveyi esas almayıp protestoyu bir ya da bir kaç olayla sınırlı tutmanın, katliam ve bombalar arasında ayırım yapmak bizi gerçek ışığa ve barışa ulaştıramaz. Bazı katliamlara karşı duyarsız kalmak, “Benim cenahtan olan katil iyi katildir“ ya da “Bazı insanların yaşam hakkına değer verip bazılarınınkini es geçmek, “ırkçılık, ayırımcılık yapmak” suçlamalarıyla yüz yüze bırakabilir.

Sonuç olarak  Türkiye,

1) Meclis insiyatif alarak dışarda, başta Suriye olmak üzere dış politikayı yeniden gözden geçirerek değiştirmeli, hükümeti buna zorlamalıdır.

2) İçerde, Çözüm Sürecine dönerek ölümleri durdurmalı, barışı sağlamalı, bu çerçevede Rojavadaki Kürtlerle diyalog kurmalı,

3) Anti demokratik hamlelerden ve tek kişilik başkanlık sevdasından vazgeçerek, demokratik bir anayasa yapmanın önünü açmalıdır

Yazarın Diğer Yazıları