Şahin Akçap

Bataklık

Şahin Akçap

Kınalı keklik sürüsü yamaçları aşıp sazlıkların arasındaki o gri çukurun yanı başına vardığında onlara oraya çeken ses birden kesilmişti.   

 

Sivrisineklerin vızıltısını bastıran kurbağa sesleri de o sesin bıçak gibi kesilmesiyle ansızın susmuştu.

 

Ağaçlardaki yapraklar kımıltısızdı. Havada gri çukurdan yayılan iğrenç ve ağır bir koku vardı.

 

Kekliklerin en önde olanı sürünün içindekilere dönüp baktı… İçgüdüsel olarak başını göğe doğru kaldırıp uzun süre öttü. Sonra da çaresiz gri çukura doğru yürüdü. Geri dönmek yerine öne fırlayan sürüdekiler de başı çeken keklikle birlikte çoktan gri çukura ayaklarını basmışlardı. Gri çamur keklikleri içine çekmeye başlamıştı. Kanat çırpışları artık bir işe yaramayacaktı.

 

O ses yeniden duyuldu.

 

Ses yankılanırken, keklik sürüsü çoktan bataklığın dibini boylamıştı.

 

*******

 

Kahvehanedeki en yaşlı adam yakın gözlüklerini çıkarıp yanında kendisi gibi gazeteleri karıştıran arkadaşına fısıldadı.

 

“Son günlerde estirilen rüzgârın farkında mısın?” Diye sordu.

 

Arkadaşı umursamaz bir tavırla yanıtladı:

 

“Rüzgâr bu… Kıbleden eserse meltem, şimalden eserse poyraz…”Dedi.

 

Acı acı güldü:

 

“Yahu baksana! Sınıra dayamışız tankı, tüfeği! Esen rüzgâr ne kıbledendir ne de şimalden! Garp hiç değil… Şark ise hiç ama hiç değil!” Diye konuştu.

 

Arkadaşı dikkatle gözlerinin içine baktı:

 

“Bilirim estirilen savaş rüzgârlarıdır biraderim. Bilirim de o rüzgârları estirenleri bilmezden gelenlere içlenirim.” Dedi.

Yazarın Diğer Yazıları