Mehmet Bedri Gültekin

'Bir dönemin sonu' mu?

Mehmet Bedri Gültekin

Önce herhangi bir yorum yapmadan son günlerde Türkiye’de olup biten gelişmeleri sıralayalım:

Suç örgütü lideri Sedat Peker, iktidarın bilgisi dahilinde yurt dışına çıktı. Çeşitli

ülkelerde dolaştıktan sonra, bölgede ABD ile en yakın ilişki içinde olan Birleşik Arap Emirliklerine (Dubai) yerleşti ve iktidarı hedef alan videoları peş peşe yayınlamaya başladı. İktidar Partisi’nin yeraltı dünyası ile olan ilişkileri tartışmaya yer bırakmayacak belgelerle ortaya döküldü.

Amerikan New York Times gazetesi, Sedat Peker olayıyla birlikte “Türkiye’de bir dönemin sonunun geldiğini” yazdı.

Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile yürütülen üyelik müzakerelerinin askıya alınması kararı aldı.

Peker’in açıklamalarına ilk tepkiler, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile birlikte benzer suçlamalara 1990’lardan beri muhatap olan Mehmet Ağar’dan ve bir başka suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’dan geldi.

AKP içinde bir ekibin, Tayyip Erdoğan sonrasına hazırlandığı haberleri de tam bu

sırada piyasaya sürüldü. Tamamen iktidarın kontrolünde olan Anadolu Ajansı’nın, ailesi de AKP’li olan muhabiri; iki bakanın basın toplantısında “Süleyman Soylu AKP’den daha mı büyük?” sorusunu sordu.

Bülent Arınç, ‘Cumhuriyet savcılarının Sedat Peker’in açıklamaları üzerine harekete geçmeleri gerektiğini’ söyledi.

Başta CHP olmak üzere Meclis’teki muhalefet partileri eskiden beri dillendirdikleri erken seçim talebini daha yüksek sesle tekrarlamaya başladılar.

Muhalefet Partileri, Sedat Peker olayının üzerine giderken, gelişmelerin Atlantik ötesi ile bağlantısı üzerine hiçbir şey söylemediler.

Tüm bu olaylar yaşanırken bir kamuoyu araştırma şirketi, ‘yaptıkları son araştırmaya göre, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Tayyip Erdoğan karşısında en büyük şansa sahip olduğunu’ açıkladı.

Şimdi bütün bu verilerin yorumlanmasına geçebiliriz.

Mafyokrasi

Birinci olarak bütün bu veriler sistemin ne kadar çürüdüğünün, sistemin başında olanların, suç örgütleri ile ne kadar iç içe geçtiğini gösteriyor. Türkiye’deki sistem bir mafyokrasi rejimidir.

Suç örgütü liderlerinin ülkenin kaderini ilgilendiren çok önemli bir gelişmede karşıt taraflar olarak sahne almaları, adeta sistemin sözcüleri edalarında konuşmaları, Bakanlarla içli dışlı ilişkilerini açığa vurmaları, mafyokrasi rejimini bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. AKP’nin TBMM’yi işlevsiz hale getiren “tek adam sistemi”nin gerçek niteliği de böylece görülmüş oldu.

Emperyalist devletlerin suç örgütleri üzerinden bir ülkeyi tehdit edebilmesi, ancak o suç örgütlerinin ekonomiden siyasete kadar çok çeşitli alanlarda etkin duruma gelmiş olması durumunda mümkün olabilir. Türkiye’nin şu andaki durumu tam da budur.

Hiçbir ülke mafyokrasi rejimi ile kendini savunamaz. Ülke üzerinde oynanan oyunlara karşı koyamaz.

New York gazetesi sayfalarında yapılan yorum olsun, Avrupa Parlamentosunu tam da bugünlerde müzakereleri durdurma kararı alması olsun, bu gelişmeler içinde anlam kazanıyor.

Dolaysıyla AKP iktidarı, suç örgütlerini kullanan bu operasyon karşısında çaresizdir. Mafya ile olan ilişkilerin, iktidarın yumuşak karnı olduğu ortaya çıkmıştır.

Onun içindir ki emperyalist merkezlerde “Bir dönemin sonu” yorumları yapılıyor.

AKP sonrası

AKP’nin gidici olduğu görülmektedir. İktidarın gidici olması, o güne kadar ondan nemalanan çeşitli güçlerin merkez kaç eğilimine girmesi anlamına gelir. İç çatışmalar yoğunlaşır. Herkes kendisini bir şekilde iktidar sonrasına göre “hazırlamaya” başlar.

AA muhabirinin sorusu, gazetecilik aşkıyla sorulan bir soru değildir. AKP’nin içinde başlayan çatışmanın dışa yansımasıdır.

Bülent Arınç’ın, bir çok konuda Tayyip Erdoğan’dan daha farklı bir tavır içinde olduğu da öteden beri bilinen bir gerçektir. Ama AKP’nin güçlü olduğu dönemde Arınç geri çekildi ve sustu. Şimdi konuşmaya başladığına göre o da “devranın döndüğü” tespitini yapmaktadır.

Bir de oyunun içindeki emperyalist parmakları görmeden AKP iktidarının sonunun geldiğini düşünerek ellerini ovuşturan sistem içi muhalefet partileri için de bir iki söz söylemek gerekiyor:

İmamoğlu’nun, Tayyip Erdoğan karşısındaki en şanslı Cumhurbaşkanı adayı olduğunu gösteren “kamuoyu araştırmaları”, birilerinin AKP sonrasında da ipleri ellerinde tutmak istediğinin kanıtıdır.

Yazarın Diğer Yazıları