Mehmet Bedri Gültekin

'Kılıç hakkı!'

Mehmet Bedri Gültekin

İkinci Dünya Savaşı yılları Sovyetlerini konu alan bir romanda okumuştum. Alman Ordusu bir köyü ele geçirir. Bolşeviklere muhalif olan bir yaşlı köylü, bundan büyük memnuniyet duyar. Alman Ordusu’nun işgalle beraber başvurduğu zulüm, talan ve tecavüzleri ise, “Üç gün kılıç hakkıdır, Galip ordu istediğini yapabilir. Ama üç günden sonra herşey normale dönecek” diye düşünür.

Yaşlı Rus köylüsünün neden böyle düşündüğü açıklanabilir. Yaşadığı topraklarda daha önceki binlerce yıldır uygulanmış olan “savaşhukuku”dur söz konusu olan. Ama Ayasofya tartışmaları dolaysıyla Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu çıkar, olayı “kılıç hakkı”yla savunmaya kalkarsa iş değişir.

Bugünlerde Ayasofya konusunda iktidar kanadı tarafından bir kampanya başlatıldı. “Kılıç hakkı” ile yatıp kalkıyorlar.

Çavuşoğlu’nun açıklamaları sonrası heyecanlanan Mustafa Armağan ise katıldığı bir televizyon programında “kılıç hakkı”nın nasıl ifade edileceğini;“imam, bir elinde kılıç bir elinde hutbe metni, minbere o şekilde çıksın” diyerek açıkladı. Geçmişte öyle yapılıyormuş!

Yağma ve talanın hukuku

Kılıç hakkı, insanlığın sınıflı topluma geçişiyle başlayan savaşlar sonunda ele geçirilen, hakimiyet kurulan topraklarda galiplerin;kılıçlarıyla ellerine geçirdikleri ganimetin, kendilerince “meşru” dayanağını tarif etmek için kullandıkları bir deyim.

Sümerlerden başlayarak en azından Fransız Devrimi’ne kadar var olmuş bütün devletler, az ya da çok bu “dayanak”la birlikte tarih sahnesine çıktılar. Komşuların zenginliğine (toprak, mal varlığı, kadınlar ve köle veya teba olarak yenilgiye uğratılan halkın tümü) el koymanın söz konusu çağların hukuku içinde yeri vardır. “Ganimet”in nasıl bölüşüleceğinin, bütün bu çağlar boyunca galipler tarafından bazı esaslara bağlandığı biliniyor. Hatta bu esaslar, kutsal kitaplarda bile kendine yer bulmuştur.

Çıplak zor ve yağma, bütün bu dönemler boyunca hiçbir örtüye ihtiyaç duyulmaksızın açıkça savunulmuş ve uygulanmıştır. Komşu halkları, devletleri vurarak ganimet elde etmek yanlış bir eylem değil, tam tersine “kahramanlık”tır.

Bütün bunlar tarihseldir. Bugünün ölçüleriyle geçmiş değerlendirilemez.

Kapitalizm çağında yağma

İnsanlık Fransız Devrimiyle birlikte bu anlayışı geride bıraktı. Bütün insanların doğuştan eşit ve vazgeçilmez haklara sahip olduğu, can ve mal güvenliğinden bütün insanların eşit şekilde yararlanması gerektiği anlayışı ile birlikte artık eski çağların yağma hukuku, başka bir deyişle “kılıç hakkı” açıktan savunulamaz hale geldi.

Bununla birlikte kapitalist burjuvazinin dünyanın geri kalanını sömürme, gelişen sanayisi için hammadde kaynaklarına el koyma ihtiyacı vardı. Ama “hammadde ve pazar ihtiyacım için buraları yağmalayacağım ve köleleştireceğim” diyemezdi. Eylemini,“dünyanın vahşi bölgelerine medeniyet götürme” yalanının arkasına saklamak ihtiyacı duydu.

Kapitalist emperyalizmin günümüzdeki temsilcisi ABD emperyalizmi, aynı eylemi şimdi, dünyanın geri kalmış ülkelerine “demokrasi, insan hakları, özgürlükler götürmek” yalanıyla gerçekleştirmeye çalışıyor.

Kısacası bugün çıkıp “kılıç hakkı”nı savunmak zamanı şaşırmaktır. Cismen 21. yüzyılda ama fikren en azından 500 yıl öncesinde yaşamaktır.

“Omuz üzerinde baş” bırakmamak!

Gene geçtiğimiz yıllar içinde, benzer anlayışın bir başka vesileyle de sık sık dile getirildiğine şahit olduk.

Asur kralları tarihte işgal ettikleri yerlerde uyguladıkları büyük şiddet ile ünlüydüler. Krallarından biri çıktığı seferin hikâyesini yazdırmış katiplerine:  Özetle “falanca ülkeye girdim; taş üzerinde taş, omuz üzerinde baş bırakmadım. Düşmanlarımın leşlerine doyan yırtıcı kuşlar, kurtlar, çakallar bayram etti”diyor.  Bu da bir hukuktur. Galip olanın yenilene, her şeyi reva görebilme hakkını tanıyan hukuk.

Cengiz ve Timur gibi son bin yılın fatihlerinin, özellikle teslim olmayı reddeden şehirlerin halkına da aynı muameleyi yaptıklarını biliyoruz.

Ayasofya tartışmalarında en “şahin tavrı” alanlardan Devlet Bahçeli, hatırlanacağı üzere son yıllarda ikide bir “taş üzerinde taş, omuz üzerinde baş” bırakmamaktan bahsediyor. 2019 yılında İdlip’te yaşanan çatışmalar sırasında da benzer sözler tekrarlanabildi.

Bütün bu ifadeler beyinlerde kalan yüzyıllar öncesinin ideolojik kalıntılarının bir şekilde kendini dışa vurmasıdır. Ama bu özlemlerin, 21. Yüzyıl dünyasının gerçekliği ile bir ilgisi yoktur ve duvara toslamaya mahkumdur.

İki yanı keskin kılıç

“Kılıç hakkı” kavramı iki yanı keskin bir kılıçtır ve günümüz dünyasında her durumda dönüp bilmeden bu lafları edenleri vurması kaçınılmazdır.

Günümüzde en büyük “kılıç” ABD’nin elindedir. Dünyanın dört bir yanındaki 700’ü aşkın askeri üssünde bulunan güç,“kılıçtır”. Afganistan, Irak, Suriye başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafında gerçekleştirilen yağma ve zulüm, bu durumda ABD’nin “kılıç hakkı” olur ve sizin söyleyecek sözünüz kalmaz!

“Ayasofya bizim kılıç hakkımızdır” diyenlerin bugün, Kudüs’ün bütününe el koyarak buradan Filistinlileri kovan İsrail’e söyleyecek tek lafı olamaz.

“Kılıç hakkı” diye konuşmaya başladığınız vakit, bugün PKK ve IŞİD terörünekarşı mücadele kapsamında Suriye topraklarına giren Türkiye’nin bu haklı eyleminin arkasında başka niyetler aranır.

 “Kılıç hakkı”nı uluslararası hukukun bir parçası olarak sunmaya çalışan anlayış, bir de dönüp bakar ki 21. Yüzyılın dünyasında yanında bir tek dostu kalmamış!

Yazarın Diğer Yazıları