Yunus Türkoğlu

Şuratanlar Akmaya Başlayınca

Yunus Türkoğlu

Gel yine bereketli yağmurlar gel, rahmet rahmet yağ yapraklara, çiçeklere ve toprak damlara, bıhırılara, saçaklara. Sonra şuratandan dökül sinelere, dökül gönüllere, dökül sonsuzluklara pırıl pırıl…

Gel yine gel, şuratandan dökülen sularınla senin zikrini, senin melodini, senin şırıltını yine dinlesin sana hasret kulaklarımız hüzün hüzün!

Gel yine gel, nazlı nazlı akan sularınla bulutlara kadar bir merdiven yapayım basamak basamak.

Gel yine gel, lilli akan sularınla, gökyüzünü mavi bir tuval edip, üzerine senin resmini çizeyim şırıl şırıl! Van'a yine yağmur yağsa, yine sular akıp akıp gitse, yine toprak evlerin kireçli duvarlarında şuratan çiçekleri sarı sarı açsa.

Gel yine bereketli yağmurlar gel, şuratanlar yeniden akmaya başlasın sayende…

Veda edip gidişinin üzerinden seneler geçti, bir selam bile göndermedin! Ne olur bir selam gönder lapa lapa yağan karlarla, çisi çisi yağan yağmurlarla, yıldızların parıltısıyla, ayın ışığıyla, ne olur hiç olmazsa esen rüzgârlarla, çakan şimşeklerle.  Sende bizim gibi vefasız olma ne olur!

Van'da eylül sonu ve ekim başında kısa süreli güz yağmurları yağar ve damlardaki şuratanlardan sular akmaya başlardı. Şuratanlardan akan su sesi bizlere müzik gibi gelir, şelale akıyor hissini uyandırırdı. Sabah bizler daha uyanmadan o şırıltıyla akar bizi uyandırırdı, haydi okul vakti geldi uyanın artık derdi. Bazen de yağmurlu gecelerde bizlere seslenir, ben buradayım derdi!

Sabah uyanamayıp da okula geç kalsak, kim uyandıracak şimdi bizi kim? Nerdesin nerde?

Şimdi yine bir ekim ayındayız ve aklıma yağmurda ıslandığım günler geldi! Aklıma Şuratanlardan akan sular geldi. Aklıma yağmurlu havalardaki toprak kokusu geldi ılgıt ılgıt…

Şuratanı biraz irdeleyelim ve biraz tanımaya çalışalım isterseniz. Şuratan dediğimiz, herkesin bildiği şuratan işte! Şuratanı bilmeyen mi var? Dünya âlem bilir, tanır onu.

Şuratan belki de gün gelir "UNESCO" Dünya Mirası Listesi'ne girer, kim bilir?

Olabilir mi? Neden olmasın, günün birinde "Şuratanları Koruma ve Yaşatma Derneği" bile kurulabilir!

Bizim Vanlılar olarak çok sevdiğimiz ve bu lakapla andığımız Rahmetli bir ağabeyimiz bile vardı!

Su sesi insanı mutlu eder!  Biz Vanlıları ise şuratandan akan suyun sesi iki kez mutlu eder/ederdi.

Bizim nesil, şuratanlardan akan suları izleyerek ve dinleyerek büyüdü.

Rahmetli Ahmet Kaya'nın " Yağmurları biriktir anne!" Şarkısı bizim çocukluğumuzda olsaydı bizde söylerdik herhalde!

Bizde şuratanlardan akan berrak suları" Toprak damların gözyaşlarıdır" diye biriktirirdik!

Şuratana toprak damlı evlerin tahta ve sacdan yapılan su tahliye olukları desek anlaşılır her halde. Saçakların yanlarından dışarıya doğru bir metreye yakın uzanan bu oluklar(şuratan) ilk zamanlar ahşaptan olurdu. Kavak ağaçları uzunca kesilir ve ortası oyulur şuratan yapılırdı. Çevreyle uyumlu bir oluktu şuratan. Bunların zamanla yağmur suyu ve yazın Van'ın uzun süreli ve yakıcı güneşi karşısında çabuk deforme olması sebebiyle bilahare galvanizli sacdan şuratanlar yapılmaya başlanmıştı. Ahşabın sıcaklığı yerini sacın soğukluğuna yavaş yavaş terketmeye başlıyordu.

Binaenaleyh seksenli yıllara yakın betonarme evler hayatımıza tedricen giriyor ve buna bağlı olarak evler çatılı olmaya başlıyordu. O hatırlarımızda yaşayan şuratanlar, artık gözyaşlarını içine akıtarak birer birer yok olmaya ve hüzünlü bir şekilde istemese de aramızdan ayrılmaya başlıyordu.

Bizler,  duvarları beton, tepesinde ise bize yabancı olan soğuk metal saclar olan bu evleri hiç ama hiç sevememiştik. Bu evlerde kışın yağan karları damlardan süpürmek yoktu, yağan yağmurun şuratandan şırıltıyla akışı yoktu. Kerpiç evler gibi yazın serin, kışın sıcaklığı yoktu. Aksine bu evler yazın sıcak kışın ise soğuktu. Bunlarda dubleks kültürü maalesef hiç yoktu. Bu evlerde kirecin mis kokusu kaybolmuştu bir kere. Ve petrole bağlı olarak plastik ile yağlı denen kimyasal boyalarda hayatımıza girivermişti bizler ise hiç farkında olmamıştık!

Toprak dama yağan karları süpürme olmayınca mecrefe ve sekavülede gerek yoktu artık. Toprak dam olmayınca bu dostlar artık yok olmaya mahkûmdu, öyle de oldu! Tabi bunlara bağlı olarak arada döşemelerde, merteklerde tarih oluyordu. Kaçınılmaz olarak bizde zamana uymak zorunda kalıyorduk. Teknolojiye ve yeniye olan sevdamız hep yaptığı gibi, yine bize ait olan güzellikleri acımasızca bizden alıp götürmüştü.

 Şuratanda bunlardan biriydi ve artık yok!

Hoşça kalınız.

Yazarın Diğer Yazıları