Mehmet Bedri Gültekin

İdeolojik önkabuller ve gerçeklik dünyası

Mehmet Bedri Gültekin

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü sayın İbrahim Kalın; 30 Temmuz günü paylaştığı tivitin büyük tartışmalara yol açmasının ardından 9 Ağustos günü CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programına konuk oldu ve konu ile ilgili geniş açıklamalar yaptı. Aydınlık gazetesi de 11 Ağustos günü Kalın’ın açıklamalarını manşetten vererek konuyu tartışmaya açtı.

Öncelikle şunu belirtelim: Sayın Kalın’ın 9 Ağustos tarihli televizyonda yaptığı açıklamalardan sonra konu bana göre kapanmıştır. Programda, tartışma konusu olan bütün noktalarda sayın Kalın tarafından son derece açık ve net cevaplar verilmiştir.

Tarihimizin son 150 yılı, Milli Demokratik Devrim mücadelemizin tarihidir. Kemalist Devrim bu tarihin en önemli halkasıdır. Ve bu bizim “hikayemizdir”.

Sayın Kalın, “Cumhuriyet Devriminin ve Kurtuluş savaşımızın Batı’ya karşı kendi hikayemizi yazmak anlamında yakın tarihimizin en önemli olayı olduğunu” söyleyerek tartışmaya netlik getirmiştir.

Ayrıntıda kalan bazı konularda ise tartışmayı sürdürmenin bir anlamı yoktur.

Sayın Kalın ayrıca, “Rojava Devrimi” diyerek Amerika’dan para ve silah alarak Suriye’de yürütülen savaşı olumlayan bazı solcuların bu tavırlarının “anti emperyalizmle” ve “solculukla” nasıl edilebileceğini de sorarak çok kritik bir noktada tavrını ortaya koymuştur.

Bazı ideolojik önkabuller ve adeta içselleşmiş geleneksel tavırlarla söylenen sözlerin, daha sonra gelen tepkiler ve gerçeklik dünyasının olguları ışığında ele alındığında yerini, günümüzün saflaşması doğrultusunda yapılan açıklamalara bırakabildiğini, son tartışmalar vesilesiyle bir kez daha görmüş gördük.

1938 – 2014 arası

Ama dediğimiz gibi sayın Kalın’ın ilk tivitini benim gibi eleştirenler olduğu gibi savunanlar da oldu. Sözkonusu tiviti savunanların ortaya koyduğu görüşler çarpıcıdır ve aslında o tivitle verilmek istenen mesajı son derece açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Örneğin o yazılardan birinde; “İkincisi, daha doğrusu bizim hikayemiz… 23 Nisan 1920 Devrimiyle taçlanır. Sonra kesintiye uğrar, uzun bir aranın ardından 2014’te tekrar başlar” ifadeleri var.

Şimdi soralım: O “uzun ara” içinde yer alan 27 Mayıs kimin hikâyesiydi? 1960’larda yükselen kitle hareketi, işçi grevleri, toprak işgalleri, sosyalist fikirlerin halk içinde örgütlenerek kitleselleşmesi, 1968 gençlik hareketi, 15 -16 Haziran 1970’de doruğuna ulaşan büyük kitle hareketine “kimin hikâyesi” diyeceğiz?

Aynı şekilde 27 Mayıs’ın hemen ertesinde Kore’deki askerlerimizin geri çağrılması, 1963 – 64 yıllarında Kıbrıs eylemlerinden başlayarak adım adım gelişen anti emperyalist mücadele, NATO’dan çıkalım talebi etrafında yükselen halk hareketi, 1969 yılında Amerikan askerlerinin Dolmabahçe’de denize dökülmesi, bütün bunları o “uzun ara”nın neresine yerleştireceğiz?

Amerikancı 12 Mart darbesinin ardından 1973’lerden sonra yeniden yükselmeye başlayan halk hareketi, 1975 – 76’larda Pazarcık başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında başlayan toprak işgalleri… Aydınlıkçıların önderlik ettiği “Ne Amerika Ne Rusya Tam Bağımsız Türkiye” eylemleri…

12 Eylül döneminde Amerikancı darbeye karşı verilen mücadele, 1989 Bahar eylemleriyle başlayan ve 90’lı yıllar boyunca süren işçilerin ve kamu emekçilerinin kitlesel mücadelesi…

1994 yılından sonra “Türk Ordusunun hizadan çıkması”… ABD’ye “Vietnam’dan sonra en büyük yenilgiyi tattıran Çelik Harekâtı”. Ve Nihayet 28 Şubat… Türkiye’nin, Suriye ve İran başta olmak üzere bütün komşularıyla ilişkilerini düzelterek yüzünü Asya’ya çevirmesi… PKK terörüne ölümcül bir darbenin vurulması vb. vb.

Ergenekon ve Balyoz tertipleri döneminde yüzbinlerin Silivri duvarlarına dayanması. Cumhuriyet Mitingleri örneğinde olduğu gibi Ankara ve İstanbul’da milyonların Atatürk Devrimi yolunda yürüme kararlılığı ile ayağa kalkması. Gezi ayaklanması ile başlayan ve tam bir buçuk ay boyunca 10 milyon insanın Türkiye’nin dört bir yanında caddeleri ve meydanları işgal ederek gerçekleştirdiği büyük mücadele…

Bütün bunların hepsi işte “o uzun arada” oldu ve hiç şüphe yok ki bizim hikâyemizdi.

Yurtseverlik ve “Sol”

Son bir not:

O uzun arada “Çarpık bir sol çıktı” deniyor. “Halkına yabancı, kaba sabalığı ‘köylülük’ diye adlandıran, devrim için o ülkeye, olmadı öbürüne avuç açan bir sol.”

“Tam Bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye!”, 1968 gençlik hareketinin sloganıydı.

1975 yılında gerçekleştirilen, onbinlerin katıldığı, dört gün süren İskenderun-Adana yürüyüşü “İncirliğe el konsun” sloganıyla yapılmıştı.

Özellikle 1980 Amerikancı 12 Eylül darbesinden sonraki neoliberal dönemin ürünü olan vatansız solcuları, solculuğun tümüne yaymak, en başta kendi tarihimize yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Son 20 – 25 yılın gelişmeleri içinde “sol” ve “sağ” kavramları, geleneksel anlamını kaybetti. Bugün saflaşma; emperyalizmden yana olanlar ve Türkiye’den yana olanlar şeklinde oluyor. Türkiye’den yana olanlar içinde geçmişte sağda veya solda yer almış milletimizin geniş kesimleri ve siyasal akımları bulunuyor.

Ama ondan önceki yüzyıl içinde sol demek anti emperyalizm demekti, yurtseverlik demekti, halktan, emekten, emekçiden yana olmak demekti.

Bu tarihi gerçekleri unutursak bugünü de doğru değerlendiremeyiz.

Yazarın Diğer Yazıları