İkram Kali

Van Gölü ölüyor!

İkram Kali

1915’de işgal edilerek yakılıp yıkılan Van, 1918’de işgalden kurtuldu. Harabe görünümünü alan, geride bir avuç yüreği yaralı insan kalan şehrimizin yeniden kuruluş çalışmaları 1920’lerden sonra başladı. 1930’lu yıllarda çağdaş,  planlı şehircilik anlayışıyla Türkiye'nin en uzun, en düzgün iki yanında kehriz sularının aktığı kanalların yer aldığı, Van'a güzellik katan İskele Caddesi açıldı. Öğrenci, öğretmen, asker polis, amir memur, işçi ve vatandaşların ortak katkılarıyla caddenin iki tarafına kavak ağaçları dikildi. 1980’lı yıllarda bir iki gün içinde ağaçlar acımasızca kesilince caddenin güzelliği yok oldu. Kavak ağaçları yerine uzun ömürlü ağaçlar dikilmeyince cadde özelliğini de kaybetti. Rant beklentisi, küçük hesapları olanlar sevindi, güçsüz sade vatandaş üzüldü. O gün meslek odalarından, sivili toplum kuruluşlarından, etkili vatandaşlardan “ağaçları neden kesiyorsunuz, yapmayın etmeyin” diye bir ses yükselmedi. Yıllar sonra ne büyük bir değer kaybedildiği anlaşılınca eski fotoğraflar üzerinden İskele Caddesi üzerine ağıtlar, güzellemeler yakılmaya başlandı. Ama biz nerde hata yaptık diyen çıkmadı.

 

Erek Dağı yamaçlarının kar sularından oluşan, kuzeyden güneye, doğudan batıya yer altından gelerek şehrimize yıllarca lezzetli içme ve sulama suyu imkanı sunan 34 kehrizimiz vardı. Kehriz suyu bugün şişelenerek satılan ancak ne olduğu pek bilinmeyen sulardan daha kaliteliydi. Ayrıca şehrin dört bir yanında bulunan tarihi çeşmelerden akan özel bir içme suyu olan zernabat suyumuz vardı. Kehriz ve zernabat suyu güzergahları üzerine plansız, ruhsatsız yapılaşma ve kazılan fosseptik kuyular sonucunda su kaynakları köreltildi.  Su mimarisinin dünyada az sayıdaki örneklerinden olan kehrizlerin yok edilmesine ne resmi bir makam ne Vanlıyım diyen bir yiğit sahip çıkmadı. Tarihi turistik ve doğal değeri olan, asırlar boyu küçük bakım maliyetleriyle ayakta kalan su sistemimizi kendi ellerimizle yok ettik. Şimdi kehriz suyu içenler şanslı, hatta şaka yoluyla gerçek Vanlı sayılıyor.

Şehrimizin tarihi yapılarının ve doğal kaynaklarının yıkımları devam etti…

 

Cumhuriyet sonrası Van’ın en görkemli mimari yapısı 1948’de şehrimizin merkezine yapıldı. Kesme taş malzemeden iki katlı, kiremit çatı mimarisiyle yapılan, biblo gibi duran binanın birinci katında emniyet müdürlüğü, adliye, jandarma vali yardımcısı, makamı, üst katında valilik ve vali yardımcıları makam odası, özel kalem,  valilik birimleri, defterdarlık, nüfus gibi  kamu kurumlarının yer aldı. Bahçesinde törenlerin yapıldığı, duvarlarında kentin geçmişi yansıyan Hükümet Konağı 1980’li yılların ortasında yenisi yapılacak diye yıkıldı. Van bu yıkımı da izledi. Tepki gösteren çıkmadı. Törensel Ek Hükümet Konağı, Kent Müzesi, Sergi Salonu veya kültürel amaçla korunarak ayakta kalması gereken binaya gereken değer verilmedi. Yıkılan tarihi binanın yerine mimari estetikten, işlevsellikten uzak asri cezaevi görünümünde hantal beton yığını ruhsuz bina yapılması başarı sayıldı. Sonuçta kentin kalbinden, kimliğinden önemli bir eser sökülüp alındı.  Geçmişte olduğu gibi o günlerde de bir kimse ‘neler oluyor’ demedi.

 

Yık, kaldır ve hafızayı sil devam etti.

 

Van’ın kent kimliğini, ruhunu oluşturan, kapı ve pencereleri sokaklara açılan, sosyal hayatla iç içe olan cumbalı cumbasız tek ve çift katlı kerpiç Van evlerimiz vardı. Safranbolu, Karaman gibi. Tepebaşı, İskele Caddesi, Sıhke Caddesi, Şerefiye Mahallesi, Bahçıvan Mahallesi, Banka Sokağı, Ali Paşa Mahallesi, Erek, Mercimek gibi semtlerimiz bu evlerle sıralıydı. Van’ın kent kimliğini, sosyal yaşamını yansıtan evler koruma altına alınmadı. 1980’den itibaren evler bazı belediye meclis üyeleri, yap-sat firmaları ve şuursuz ev sahipleri eliyle ranta, betonlaşmaya, vurgunlara ve ahbap çavuş ilişkilerine feda edilerek tek tek yıkıldı. Bir şehrin mimari kimliği ortadan kaldırılırken resmi veya sivil bir kişi “Van evleri tescillenerek kurtarılsın. Çok katlı yapılaşma depreme dayanıklı zemine sahip şehrin kuzey, güney ve doğu tarafındaki bölgelerinde yapılsın” deme zahmetinde bulunmadı. Ayakta kalan birkaç Van evinin kurtarılması için başlatılan çabalarda sonuç vermedi. Şimdi sözde Van evlerine benzeyen ama ruhu olmayan, Van kültürünü gerçekte yansıtamayan ve zaman içinde yozlaştırılan evler ile avunuyoruz.

“Bana ne, sana ne” sosyal hastalığı devam etti.

 

1940’lı yıllarda bugünkü Merkez Bankası’nın yerinde bahçeli Halkevi binası yapıldı. Şehrimize kültürel hizmetler veren binanın üst kattaki salonu rahmetli Şefik Saydan tarafından kışlık Şehir Sineması olarak işletildi. Alt kısmında Van İl Halk Kütüphanesi olarak kullanıldı. Cumhuriyet döneminin kültür merkezi niteliğindeki ilk binası da anlamsız, gerekçesiz bir şekilde yıkıldı. Yeri ne oldu biliyor musunuz? Uzun yıllar çöp deposu. Neden yıkıyorsunuz diye bir tepki gösterilmedi? 

 

Akköprü Deresi şehrimize, insanımıza soluk aldıran doğal yerdi. Dereden hayvan da, insan da, doğa da yararlanıyordu.  Gürül gürül akan Akköprü Deresi etrafı bahçelik bağlık, yoncalıktı. Eskiden dere kanarında oturanlar çör çöpünü, katı atıklarını bugünkü gibi dereye atmıyordu. Her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan Hıdrellez akşamı dilek tutma buluşmanın en önemli kültürel mekanı Akköprü Değirmenbaşı noktasıydı.  2000’li yıllarda Akköprü  dere yatağının iki yanı özensiz biçimde istinat duvarlarıyla  örülerek devasa ama çirkin bir kanala dönüştürüldü. Mimari estetikten, çevreyle uyumdan uzak beton kanal ile Hıdrellez Değirmenbaşı kadim kültür alanına özen gösterilmeyerek yok edildi.  Değirmenbaşı’nda Hıdırellez için  proje yapılması akıl edilemedi. Ve binlerce kadının her yıl akın ettiği Değirmenbaşı  ruhunu güzelliğini kaybetti.  Yetkili yetkisiz, bir kimse çıkıp da  “Değirmenbaşı ve Akköprü Van’ın kültür mekanıdır yıkarak öldürmeyin” demedi. Geçmişi asırlar öncesine dayanan Hıdırellez kültürünü bugün yaşamak ve yaşatacak ne Akköprü Deresi var ne de Değirmenbaşı.  Büyükşehir Belediyesi isterse buraya bir proje tabi ki yapabilir.

 

Yıkma, yok etme sürdü.

 

Cumhuriyet Caddesi’nin yanı başında ağaçların ardında tablo gibi duran Van’ın ilk  resmi yapılarından  iki katlı Gümrük Müdürlüğü binası vardı. Kentimizin kültürü için değerlendirilsin dedik.  2011 depremi bahane edilerek bu binada ortadan kaldırıldı.  Öncekilerinde olduğu gibi bu binanın da yıkılmaması için çaba gösteren olmadı.

Yazlık, Kışlık, Emek ve Yazlık Şehir sinemalarının aynı sokakta bulunmasından dolayı Sinemalar Sokağı adı verilen, binlerce Vanlının anısının olduğu, bir döneme damgasını vuran sokağımız vardı. Kültürel hafızayı yansıtan sokağın adı silinerek bir anda Sanat Sokağı oldu. Sanki adı sanat olunca sokakta sanat oluyor. Ha oldu da ne oldu. Van’ın en rezil işlerinin sanata dönüştüğü, herkesin şikayetçiği olduğu yapıya büründü.  Vicdan sahibi sorumlu bir kurum kuruluş veya yetkili “ Kente ve topluma mal olmuş sokak, cadde, mahalle, bina, park isimleri ile kentle bütünleşen tarihi binalar kentin kimliğidir. Yıkmayın, isimlerini değiştirerek toplumsal hafızayı silmeyin” diyerek sokağın adını geri verin demedi, demiyor.

 

Yıkılanlar, yok edilenler, silinenler  bunlarla sınırlı değil. 

 

Şimdi Van Gölü’nü kaybediyoruz.

 

Türkiye’nin en büyük gölü, cam kesiti mavi rengi, adaları, koyları, sodalı suyu, doğal güzellikleri, doğal yaşama alanları, endemik Van Balığı ile  Van'a can veren Van Denizi maalesef ölüyor.

 

Ölümcül hastanın önce rengi değişir sonra da yaşamı.

 

Dostlar, Van Gölü’nün rengi gerçekten  hoş değil.

 

Gölümüz  ağır hasta.

 

Bayram arifesi gölümüzün bulanık, kirli  hastalığını yansıtan rengini kaygılanarak görüntüledim. Farklı yerlerden duyarlı okurlarımız da benzer fotoğraflar, videolar gönderdi. Üzüntü ve tedirginlik yaratan vahim durumu gazetemizde manşet haber yaparak ilgilileri göreve çağırdık.  Haberle yetinmedik. Van kamuoyunu derinden yaralayan kirlenme konusunda Çevre ve Şehircilik İl Müdürü’nü arayarak, durumu aktararak ilgili tüm kurum ve yetkililerin ortak harekete geçmesi gerektiğini söyledik.  

Van Gölü sinyal veriyor.

 

Sorumsuzluk sonucu doğal felaket yaşayarak, bugün tuz çölüne dönen İran Urmiye Gölü’nün bu şekilde öldüğünü hatırlatmak isterim.

 

Türkülere şarkılara, manilere konu ola,  eşsiz doğal zenginliğimiz Van Denizi ölüyor.

 

İmdat diyoruz.

 

Bizlerde geçmiştekiler gibi sesiz kalarak hata yapmayalım.

 

Van’ı Van, bizleri Vanlı yapan gölümüzün  kirlenerek yok olmasına izin vermeyelim. 

 

Validen, belediye başkanlarından, milletvekillerinden, meslek odalarından, STK’lardan harekete geçmelerini isteyelim, ama bizlerde sorumluluğumuzun gereğini yerine getirelim. Önce kirletmeyelim sonra da koruma mücadelesine aktif şekilde katılarak Van Denizi’ne sahip çıkalım.

 

 Kirlenmeye karşı Van Gölü Aktivistleri başta olmak üzere takdire değer çaba gösterenler var. Ama bunlar yetmez yetmiyor.

 

Gelin “Van Gölü Ölüyor” çığlıklarımızı çoğaltalım.

 

Çığlıklarımızı TBMM’de, Beştepe’de “Van Gölü Koruma Kanunu”nu  çıkıncaya dek  sürdürelim. Gelin bir gece göl etrafında el ele  “Van Gölü Koruma Kanunu Çıksın Van Gölü Ölmesin”  sloganıyla insan zinciri yapalım. Gelin  ses getirecek yasal  etkinlikler yapalım.  Van Gölü Koruma Kanun’unu ilk dile getiren Vanlılardan biri olarak gazetemizle birlikte çabalara her türlü desteği vermeye hazırız. Yeter ki Van Gölü ölmesin,  yeter ki Van'ın geleceği yok olmasın.

 

Geçmişi sorguladık, suçladık, yargıladık hükmünü de verdik.

 

Öz eleştiri yaparak doğaya ve kentimize karşı işlediğimiz suçlarımıza, günahlarımıza dünyanın ortak değeri olan Van Gölü’nün yok olması gibi ağır bir sorumluluğu eklemeyelim.

 

Gelin sözde sevdiğimiz  Van'ımızın değerlerine özde de sahip çıkalım.

 

Van Gölü ölürse ne tarih, ne de gelecek nesiller bizi affeder.

Yazarın Diğer Yazıları