İkram Kali

Kıbrıs'tan yansıyan tutarsızlık

İkram Kali

 Türkiye'nin güney sınırında oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek ve Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturmak için başlattığı Barış Pınarı Harekatı davam ederken,  harekata şimdiye kadar çeşitli ülkelerden hem destek hem de tepki geldi. 

Amerika ile Rusya'nın operasyon konusundaki tavırları belirsizliğini korurken Filistin  harekat hakkında sessiz kaldı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı skandal açıklama yaparak harekatı eleştirdi.

Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye topraklarındaki 20 Ocak 2018’de başlattığı  ve Afrin’in tamamının ele geçirilmesiyle son bulan Zeytin Dalı, operasyonuna destek veren KKTC,  Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı o zaman  şöyle diyordu: "Savaşın acılarını yaşamış bir toplum olarak elbette kan dökülmesini istemeyiz ama gelecekte daha büyük acıların yaşanmaması için Türkiye’nin tedbir alma hakkının olduğunu da görmezden gelemeyiz... Suriye’de yaşananlara gelince; savaş yedinci yılını dolduruyor. Bölgede ABD, Rusya, İran ve daha başka devlet ve farklı birçok silahlı örgüt yer almaktadır....” 

Türkiye’yi Afrin operasyonunda haklı bulan Akıncı, Barış Pınarı Harekâtı’nda 180 derece dönüş yaparak kendisiyle çelişen tersi açıklamada bulundu.

Akıncı, "Daha önce de söyledim 1974'te biz adına Barış Harekatı desek de bu bir savaştı ve akan da kandı. Şimdi Barış Pınarı desek de akan su değil kandır. Bu nedenle bir an önce diyalog ve diplomasinin devreye girmesi en büyük dileğimdir" dedi.

Hangisi doğru!

Emperyalist güçlerin baskı kurduğu, ambargo kararları alarak açık bir şekilde Türkiye’yi tehdit ettiği bu dönemde KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın yaptığı tutarsız açıklama Türkiye’yi derinden yaralayarak sarstı.

Yoğun tepkiler üzerine öz eleştiri yapan Mustafa Akıncı, kendisine yöneltilen eleştirilerde içeriğin kasten çarpıtıldığını, haksızlık yapıldığını savunarak, Türkiye’deki atmosferi buradan anlamak çok zor. O duygu seli içinde bizim vermek istediğimiz mesaj doğru algılanmadı diye konuştu. Yani çark etti.

1974’teki Barış Harekatı ve Mehmetçiğin adada devam eden varlığı sayesinde oturduğu Cumhurbaşkanlığı makamın tarihsel sorumluluklarını, temsil ettiği halkın iradesini ve hassasiyetlerini yansıtmaktan uzak olan Akıncı,  açıklamasıyla tutarlılık sorunu yaşadı. Akıncı’nın kendisini savunacak hiçbir doğru tarafı yoktur. Telafi/özür açıklamasında dahi  kaş yapayım derken göz çıkaran Akıncı,  karşısındakileri suçlayarak aptal yerine koymaya çalıştı.  Akıncı’ya düşen görev sorumluluğunun bilinciyle hareket ederek zor dönemde Türkiye’nin yanında yer almaktı.  Emperyalistlerin çakallar gibi saldırıya geçtiği şu dönemde dostun gülü Türkiye’yi yaralamıştır.

 

 

Abdulhelim Almalı yaşasaydı!

Barış Pınarı Harekâtı ile ilgi Filistin'in kaçak tavrı Türkiye’de şaşkınlık ve üzüntü yarattı.

Filistin Dışişleri Bakanı Riyad El-Maliki harekat üzerine yaptığı açıklamada, ''Filistin, Suriye'nin kuzey sınırında olanlara dair hiçbir açıklamada bulunmadı, bulunmayacak'' dedi. 

 Filistin davasının yılmaz savunuculuğunu yapan Türkiye'nin Filistin’den gördüğü tavır

“ Sendemi Brütüs “ dedirtti. Filistin’in duruşuyla ilgili çok şey yazıldı söylendi.

Konu Filistin olunca dostumuz rahmetli Abdulhalim Almalı’yı hatırladım.

Van Kundura Fabrikası’ndan emekli olan ve gazetelerde köşe yazan Almalı, 2010 yılında İnsani Yardım Vakfı’na ait Mavi Marmara gemisinde birçok, milletten, dinden aktivistler, gazeteciler, sanatçılar, gönüllüler ile birlikte İsrail’in Gazze'ye uyguladığı ambargoyu kırmak için gemide bulunuyordu. 

Van'dan 6 arkadaşıyla Mavi Marmara’ya katılan 38 Türk vatandaşından biriydi Almalı. 

Mavi Marmara gemisine İsrail güçlerinin düzenlediği operasyonda 8 Türk ve 1 Türk asıllı Amerikan vatandaşı toplam 9 Türk hayatını kaybederken 23’ü ağır 54 kişi de yaralandı. Yaralılar arasında gözünü kırpmadan canını Filistinliler için verebilecek kadar inandığı doğrulara göre hareket eden Abdulhalim Almalı da vardı. 

Operasyon sırasında dehşet verici anlar yaşayan Almalı, kolundan ve bacağından yaralanmıştı. Almalı, yaşadığı zorlu anları şöyle aktarmıştı:  "İsrail askerleri gemiye çıkmak istedi, biz karşı koyduk. 3 yaralı asker yakaladık. Kolumdan bacağımdan yaralandım. 3 gün esir tutulduk. O halimle ayağımdan ve kolumdan zincirlediler. Çok acımasızca davrandılar. İsrail’de tedavi için hastaneye götürdüler. Ameliyatı kabul etmeyince kolumu alçıya aldılar. İstanbul'a indikten sonra bir hastanede kolum yeniden alçıya alındı.”

Yaralanan kolu uzun süre alçıda kaldı. Sesini çıkarmayıp şikayetçi olmasa da kolunun ağrısı canını yakıyordu. Yaşadığı sarsıcı olaydan birkaç yıl sonra kanser hastası oldu. Sonunda hastalığa yenik düşerek 2017 yılında hayatını kaybetti.  

Türkiye, halkını işgale, katliama, çaresizlik dayatmasına karşı her platformda cansiperane savunduğu Filistin’den beklemediği tavır gördü.

 Zamanında Osmanlı’ya başkaldırıp ihanet eden Filistin’in bugünkü yöneticilerinin sergilediği vefasızlık karşısında Abdulhalim Almalı yaşasaydı kim bilir neler söyler, neler hissederdi.

 

 

Ümmet kimliği tutmadı

Türkiye’de bazı siyasiler başta olmak üzere kamu kurum idarecileri, belediye başkanları son dönemlerde konuşmalarında sık sık ümmet kavramını kimlik olarak dile getirmeye başladılar. Millet kimliği gitmiş ümmet kimliği gelmişti!

Barış Pınarı Harekâtı’nda ümmetin parçası sayılan ülkeler  ülkemizi yönetenlerin bazı gerçekleri görmesine vesile oldular. 

Arap ülkelerinin kaypak tutumundan sonra yeni bir sayfa açılmıştır. 

Türkiye’nin ortak tarih, toplumsal yaşam, kültür, gibi hâkim unsurlarının oluşturduğu millet kimliğinin değişmez geçerli ve doğru olduğu artık gün gibi ortaya çıkmıştır. Böyle olmasaydı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Azerbaycan’da düzenlenen Türk Konseyi liderler toplantısına katılmaz ve orada “5 devlet 1 millet” vurgusunda bulunmazdı.

Kurgulanan ümmet kimliği  gitti, millet kimliği yeniden geldi. 

Yazarın Diğer Yazıları