Ümran Öztürk

MUHTEŞEM YÜZYIL DİZİSİNİN ŞEKER AĞASI 'Büyük bir şaşkınlık halindeyiz…'

Ümran Öztürk

“Ben bu yağmurları çocukluğumdan bilirim
saatsiz, takvimsiz, geç kalması bile olmayan zamanlardı
sene 84
Kurşun kalem kokmasa sevmezdim okulu
Siyah önlüğümde beyaz kolalı yaka
Çamurlu yollarda ite-kaka
önümde bir ömür tekmelerdim,
bir de gazoz kapağı,
düşe kalka…
Ne zaman su birikse evimizin yanındaki arsaya
kağıt gemilerden yapılmış bir yolculuğa çıkardım
bütün okyanusları dolaşırdım
annem çağırmasa...”

 

Röportaj: Ümran ÖZTÜRK

 

Güzel bir Yüksel Ünal şiiriyle başlamak istedim bugünkü söyleşime. Daha çok oyunculuğu ile tanına ve duygularını anlatırken;  “Hüzün hep var, acı hep içimde bir yerde duruyor. Ben hüznümü saklamak için komediye sığınıyorum. Gülmek tedavi eder… Tedavi olmayı seviyorum ama iyileşmek istemiyorum” diyen Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Şeker Ağa rolüyle ilgi çeken İzmir’in güleç yüzlü sanatçısı Yüksel Ünal ile koronavirüs sürecinde dijital iletişim üzerinden konuştuk.

Sorularımızı yanıtlayan Ünal, korona süreciyle ilgili olarak

“Büyük bir şaşkınlık halindeyiz. Elbette böyle sürmez ama hepimiz, bütün dünya, bilmediğimiz, daha önce yaşamadığımız bir telaşın içinde buluverdik kendimizi. Her şey durdu… Hayat normale döner dönmez hemen gösterilerime devam etmek istiyorum” diyor.

Yüksel Ünal 1974 yılının 5 Temmuz günü Almanya’ da doğmuş. 1983 Yılında Türkiye’ ye gelmiş. Geldiğinde derdini anlatacak kadar bile Türkçe bilmeyen sanatçı 83’de Türkçe konuşmaya, 84’ de tiyatroya başlamış.

“Kendimi sürekli geliştirmeye ve eğitmeye zorlayan bu tiyatro dolu hayatın içinde buldum” diyen Yüksel Ünal oynadığı dizi ve sinema filmleri ve yaptığı tiyatroyla seyircinin dikkatini çekerek İzmir’in şöhretlilerinden biri olmayı, samimi, içten davranışları ve doğallığıyla da seyircinin gönlünü fethetmeyi başarmış.

 “Mesleki deneyime saygı duymamak oyuncu için büyük bir hata” diyen bir sanatçının seyircinin gönlüne girmemesi zaten düşünülemez.

 

Hüzünden beslenen Yüksel Ünal kimdir?

Aynı anda çok kişiyim.. Meriç’in babası, Nesrin’in eşi, annesinin oğlu ve daha neler neler.. Oyunculuk, tek kişilik gösteri, seslendirme yapıyorum. Aynı zamanda bir reklam ajansının kurucu üyesi olarak çalışmalar yapıyorum… Şimdilerde eşim Nesrin’le, evde, EVDE KALANLAR adlı skeçler çekiyoruz… Oldukça ilgi görüyor ve heveslendiren geri dönüşler alıyoruz… Evde kalmayacak galiba…

 

Dizi ve sinema oyunculuğu yolculuğunuz nasıl başladı?

İlkokul 4. sınıftayken “Ayıkla Pirincin Taşını” adlı bir piyeste ilk oyunculuk deneyimimi yaşadım. O zamanlar böyle çok tiyatro salonu olmadığı için bir düğün salonunda oynamıştık. Evin hanımı “Neredesin İbiş!” diye seslenecek ve ben telaşla sahneye çıkıp “geldim efendim” diyecektim. Sahneye çıkarken bir kabloya ayağım takıldı. Büyük heyecanımla bu aksilik birleşince ortaya gerçek bir performans çıktı. Ben neredeyse yuvarlanarak sahneye düşerek çıktım ve “geldim efendim” dedim… O gün, tiyatronun bana “hoş geldin” dediğini düşünüyorum…

 

Televizyon izleyicisi sizi ilk olarak Yol Arkadaşım dizisiyle tanıdı ancak Muhteşem Yüzyıl dizisindeki saray aşçısı Şeker Ağa rolü ile dikkatleri üstünüze çektiniz. Muhteşem Yüzyıl dizisi sizin için mesleğinizde bir dönüm noktasıydı, diyebilir miyiz?

İtiraf edeyim ki, Şeker Ağa çok iyi bir adam. Beni seyircilerle o tanıştırdı. O çok sağlam bir referans. Meral Okay’ın bir armağanı. Yüksel Ünal olarak, Şeker Ağa karakterine neler kattığımı Muhteşem Yüzyıl seyircisi bilir elbet ama Şeker Ağa’nın bana kattığı değeri ben bilirim. O güç olmasa işim daha zor olurdu.

Oyunculukla ilgili çok hassasım. Elini öptüğüm ve beraber çalıştığımız çok değerli sanatçılar var. Bence, mesleki deneyime saygı duymamak oyuncu için büyük bir hata. Ben, ustaları kendime örnek alarak bir set adabı edinmeye çalışıyorum. Öğrenecek çok şey var bu yolda. Bitmez tükenmez bir eğitim sürecidir oyunculuk bana göre. Benden daha deneyimli oyuncu kardeşlerime de aynı saygıyı duyar, onlardan da zaman zaman öneriler alırım. Sette kibir ve ekibe karşı uyumsuzluk, başarı için bir engeldir.

Bugüne kadar hangi sinema, tiyatro ve dizi projelerinde rol aldınız? En çok hangi rolü severek oynadınız? 

18 Sinema filmi, 3 televizyon filmi ve 5 kısa filmde rol  aldım. Sinemanın, dizilerden daha kalıcı bir etkisi oldu. Her filmde, çok değerli yönetmen ve oyunculardan paha biçilmez deneyimler edindim, Her rolümü severek oynadım desem yalan olmaz.

 

DİZİLER:

• Yol Arkadaşım - Taksici Fahri
• Melekler Korusun – Emlakçı
• Kavak Yelleri - Berber Ahmet
• Muhteşem Yüzyıl - Şeker Ağa
• Kaçak - Comba İsmail
• Hayat Yolunda - Hademe Bayram
• Acil Aşk Aranıyor - Belalı Ağabey
• Son Çıkış - Orhan Satır
• Gecenin Kraliçesi - Dedektif Fuat
• Hayat Şarkısı – Gürbüz
• Çoban Yıldızı – Cabbar
• Siyah-Beyaz Aşk – Yetersiz
• Darısı Başımıza – Bekir
• Elimi Bırakma - Ferhat Usta

 

FİLİMLER:

Görünmeyen, Dedemin İnsanları,  Ay Büyürken Uyuyamam,Sürgün İnek, Evlenmeden Olmaz,Nadide Hayat,Adım Adım,Kız Kaçıran,Hasret Bitti, Nasıl Yani,Sınırlar,Kurtulmuş,Arada,Öteki İhtimal,Cenaze İşleri,Azraille Dans,İyi Oyun,Mahşerin Üç Delisi,Surda Devran

 

TV FİLMLERİ:

Güzel İkili, Bamsı Beyrek, Çetin Ceviz

 

KISA FİLMLER

• Şeytanın Uyanışı

• Sinemasal
• Süper Zeybek ve Kızanları Bozgunculara Karşı

• Kırmızı Kart
• Körler Müessesesi
• Paydos
• Baba

Stand-up mı, dizi mi, tiyatro mu, sinema mı desek tercihinizi öncelikle hangisinden yana kullanırdınız?

Aslında hepsi hoşuma gidiyor ama en mutlu olduğum yer tiyatro sahnesi. Tek kişilik bir gösterim var. Sahnede onu sergilerken istediğim her karakteri oynuyorum ve senaryoyu da istediğim gibi düzenleyebiliyorum. Oyuncu için bundan büyük mutluluk olamaz.

 

Duyguları en koyusundan yaşayan biri olduğunuzu sizi yakından takip eden izleyicileriniz çok iyi biliyor. Kahkahanız salt daha çok sahnede mi geçerlidir? Hüzün, yaşamınızın neresinde daha fazla yer alır, sizi en çok ne hüzünlendir?

Çok duygusal biriyim. Eşimin ve yakın çevremin çok iyi bildiği bir şey bu… Çok sıradan bir durum bile ağlatabilir veya güldürebilir beni… Sahnede de böyle bu… Gösteride, anlatırken ağladığım hikâyeler var.  Ağlayabilen insanları seviyorum. Çünkü vicdan, bizi insan yapan ilahi bir hediye… Hüzün hep var, acı hep içimde bir yerde duruyor. Ben hüznümü saklamak için komediye sığınıyorum. Gülmek tedavi eder… Tedavi olmayı seviyorum ama iyileşmek istemiyorum. Bir serçenin telaşına, akan buluta, cadde kenarında tutsak büyümüş bir ağaca, bir insanın eline, bir çocuğun ayakkabısına bakıp derinleşmekten hiç kurtulmak istemiyorum. Yangından kurtarılacak çok şeyim var ama ben yanmayı çok seviyorum.

 

Bir röportajınızda “İzmir Benim Mahremim” demiştiniz. İzmir’i üç kelimeyle anlatacak olsaydınız, bunlar ne olurdu?

İzmir – çocukluğum / İzmir – evim / İzmir – Huzurum

 

Bu pandaemi günlerinde eşiniz Nesrin Ünal’la birlikte EVDE KALANLAR adlı skeçleri çekiyorsunuz, bu günler bittikten sonra bu skeçleri sahneye taşımayı düşünüyor musunuz? Bu skeçler dışında içinde bulunduğumuz pandemi sürecini nasıl geçiriyorsunuz.

Ben çok mutlu bir adamım. Çünkü gerçekten, birlikteyken çok eğlendiğim, huzur bulduğum ve hep yanımda olmasını istediğim bir kadın var hayatımda. Oyunculukla ilgisi yok. Muhasebeci kendisi. Evliliklerde yaşanan arabesk ve klasik sorunları biz de yaşıyoruz ama bu sorunlarla alay etmeyi de başarıyoruz. Naçizane, benim yazdığım ve kendi evliliğimizden, tanıklık ettiğim ilişkilerden esinlendiğim konuları EVDE KALANLAR başlığı altında kısa skeçler halinde çekiyoruz. Öylesine, zaman geçirmek, eğlenmek için başladığımız bu tatlı uğraş, gördüğü yoğun ilgiyle bizi heyecanlandırdı. Eşim Nesrin’in performansı da herkes tarafından beğenildi. Hal böyle olunca devam etmeye başladık…

Bir Youtube kanalım var. Yüksel Ünal yazınca hemen bütün yakışıklılığımla beliriveriyorum… Bütün paylaşımlarımız orada. Yorumlar, geri dönüşler bizi daha doğru işler yapma konusunda yönlendiriyor. Daha çok insana ulaşmayı arzuluyoruz elbet ama önceliğimiz bu ilgiyi hak etmek. Bunun için çalışıyoruz.

EVDE KALANLAR devam edecek… Başka formatlarda da videolar çekmeyi de planlıyorum. Pek yakında ilginize sunacağım inşallah…

Fakat sahne, başka disiplinler isteyen bir yer. EVDE KALANLAR’ın sahneye uygun olduğunu düşünmüyorum. Tek kişilik gösterimde evliliğimle ilgili eğlenceli anekdotlar paylaşıyorum fakat bunlar anlatıya uygun şeyler…

Bu pandemi sürecini evde üreterek geçiriyorum. Uyku düzenimi hiç bozmadım. Sabahları erkenden uyanıp yazmaya çizmeye başlıyorum. Süreç bittiğinde kaldığım yerden devam edebilmek istiyorum. Bir senaryo çalışmam var, vaktimin büyük kısmını onun için kullanıyorum. Ayrıca EVDE KALANLAR için de senaryolar yazıyorum sürekli. Kitap okuyorum bol bol…

 

Devam eden ancak koronavirüs nedeniyle ara verdiğiniz projeler ile sizi ekranlarda görebileceğimiz yeni projeleriniz var mı? 

Büyük bir şaşkınlık halindeyiz. Elbette böyle sürmez ama hepimiz, bütün dünya, bilmediğimiz, daha önce yaşamadığımız bir telaşın içinde buluverdik kendimizi. Her şey durdu… Hayat normale döner dönmez hemen gösterilerime devam etmek istiyorum. Yeni bir dizi projesi başlasın diye dua ediyorum. Hem ruhumu hem sorumlusu olduğum hayatı yaşamak, yaşatmak zorundayım. İnşallah her şey hemen

 

Normalleşmeye geçildiğinde ilk ne yapmak istersiniz?

Oğluma ve anneme sarılmayı çok özledim. Şu an bile gözlerim doluyor. Uzun uzun yürüyüşler yapmak, çay bahçesinde kitap okumak, bisikletimle gezmek istiyorum. Kilo aldım yeniden, canım çok sıkılıyor… Hemen eski hayatıma dönüp yeniden aynalarla dost olmak istiyorum…

 

Türk sahne sanatlarının temel sorunları sizce nelerdir, kısaca ne söyleyebilirsiniz?

Bu konu hakkında konuşmak haddime düşmez ama oldum olası hep iletişimsizlikten kaynaklanan sorunlar olduğunu düşünüyorum. Savaşlar da dâhil olmak üzere her sorunun iletişimsizlikten kaynakladığına inanıyorum.

Hangi sanat dalı olursa olsun, eğer izleyiciyle iletişim kuramıyorsan bir olumsuzluk var demektir. İnsanı yok saymak da bir yol belki… Ama seyirciye ve ilgiye yönelik bir eylem varsa; iletişimi doğru kurmak gerekir. Zaten okuma düzeyi, sanata olan ilgi düzeyimiz malum. Ömründe hiç kitap okuma şansı olmamış birine Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar eserini okutursanız tepki gösterecektir ve haklıdır da…

Tiyatroyu sadece televizyondaki güldürü programı gibi bir şey zanneden bir coğrafyaya Hamlet izletmek zor. Bunun için zamana ve doğru bir iletişime ihtiyaç var. Bu konu oldukça kapsamlı ve derin. Konuşmak haddime düşmez dedikten bu kadar konuşmam pek yakışık almadı, bağışlayın.

 

Sevgili Yüksel Ünal izleyicisine son olarak ne söylemek ister?

Kendine iyi bak demeyi yasaklayalım… Birbirimize iyi bakmazsak hiçbirimiz iyi olamayız. Birbirimize iyi bakalım…

Yazarın Diğer Yazıları