Şahbettin Uluat

Babam

Şahbettin Uluat

Geçtiğimiz Cumartesi günü babamı kaybettik.

94 yaşındaki çınarımız dünyanın rüzgârlarına bu kadar dayanabildi.

Ölümün soğuk etkisi ortalıkta dolaşırken yeğenim İdris bir ara yanıma yaklaştı ve "dayı, sence dedemin en önemli özelliği neydi?" diye sordu. Aklıma gelen ilk yanıtı verdim. "Yetimliği" dedim.

Dedim ve sonrasında da düşündüm.

Babam Van'da, 1930’ların sonlarında, 10 yaşındayken babasını kaybedip yetim kaldıktan sonra yaşamın mavi, ışıltılı gökyüzünü yitirmiş, zorluklarla dolu gri keskin rengiyle tanışmış. Bu renk giderek bütün yaşamının ana rengi olmuş. Bizlere geçmişiyle ilgili bir şeyler anlatırken onu hep hissetmiştik. Yoksulluk ve yetimlik bir araya gelmiş, öyle bir iklim oluşturmuştu. 

Babamın tek özelliği yetimliği değildi.

O dindar biriydi. 

Çocuk yaşta  babasını kaybettikten sonra dünyanın ölümlü bir yer olduğunu pek çok yaşıtından önce öğrendikten sonra kendisi de bir tarikat mensubu olan babasının izinden gitmeyi seçmiş, zaman içerisinde kendine bir şeyh edinmişti. İçinde bulunduğu koşullar onun mektebe, medreseye gitmesine olanak vermediği için sabah namazlarında o gün için memleketin tanınmış din adamlarından olan Abdulaziz Ay Hoca'nın arkasında saf tutmuş namaz surelerini bu yolla ezberlemiş.

Çocukluk çağımızda hepimizi camilere göndermiş, bu konuda bilgili olmamızı sağlamıştı.

O helale, harama çok dikkat ederdi.

Kendisinden defalarca işitmiş olduğum sözlerden biri de "oğlum, ben bilerek sizlere tek kuruş haram yedirmedim" olmuştu. Bunu inançla ve yürekten söylüyordu ve benim bakıp gördüğüm dünyada herkesin kolaylıkla söyleyebileceği bir söz değildi.

O çalışkandı.

İçinde bulunduğu koşullar onu çalışkan olmaya zorlamıştı Çalışkan olmaktan başka şansı yoktu. O da bunu çok iyi kavramış her zaman üzerine düşenin en iyisini yapmıştı.

Bir akşam vakti yanında çalıştığı ağasının “Ali, yarın tarlaya gidip samanları eve taşıyacağız” demesi üzerine ağasına sürpriz olsun diye komşu ailenin hizmetkârını da yanına alarak gece vakti harman yerine gitmiş; samanları toplayıp arabaya yükleyip getirmiş, konulması gereken yere koymuştu.

Askerliği esnasında komutanın “su getirmeye kim gidecek?” sorusuna ilk el kaldıran hep o olmuş. Öyle ki, komutan sonunda “Hayır bu defa Sen gitmeyeceksin Şu arkada saklananlardan biri gidecek.” demiş.

Ciddi rahatsızlıklarına rağmen işler aksamasın diye çalışırken, Karayolları ile iş yapan yüklenici firmanın araçlarına, kendisinin kullandığı resmi yükleyici ile malzeme yüklerken başkalarının yardımı ile araçtan indirildiğini gören şantiye şefinin “hiç canına acımıyor musun? Böyle çalışılır mı?” sorularına “şefim, işler aksayınca vicdanım kabul etmiyor” demişti.

O Çilekeşti.

Çocuk haliyle hizmetkâr olarak çalıştığı evlerin birinde ailenin küçük kızı tarafından zaman zaman aşağılanmıştı. Geceleri tandır evinde yatarken damdaki havalandırmadan üzerine karlar yağmıştı. “Oğlum ben neler çektim neler” derken bize anlatmadığı başka çileleri de olduğunu hissettirmişti.

O günlerdeki uzun askerlik süresi boyunca kendisine tek bir kere ve kendisi gibi bir süre başkalarına çalıştıktan sonra bir eve evlatlık verilen kardeşi Hıdır’dan 10 lira bir para gelmiş. Onun dışında kimse ona para göndermemiş.

O sömürülmüş

Babasının ölümünden sonra küçük kardeşi Hıdır ile birlikte götürüldüğü ve yoksulluğun kol gezdiği amcasının köyünde ekmek kırıntılarını kilitli sandıktan şiş ucuyla çıkartıp yemek durumunda kaldıktan sonra bir bahar sabahı ellerine tutuşturulmuş olan kirli bebek bezlerini soğuk derede yıkamaya gönderildiklerinde, bezleri dere kıyısına bırakmış; kardeşi ile el ele tutup yaya olarak, patika yollardan şehre, yeniden evlenmiş olan annesine kaçmayı seçmişti.

Sonrası da el kapılarında belirlenen yıllık ücretlerle çalışılan hizmetkârlıktı. Ücretlerin birini amcasının, birden fazlasının üvey babasının aldığı hizmetkârlık. Ağalarının yanında tarla, bahçe işlerinden su taşımaya, bulaşık yıkamadan  tezek yapmaya insan aklına gelen her işin yaptırıldığı hizmetkârlık. Çobanlığı esnasında bir keçi  kaybedince 15 liralık yıllık ücretten 4 liranın kesildiği bir hizmetkârlık.

O ciddi sağlık sorunları yaşamıştı.

Erzurum’un soğuk kışlarının birinde ot minderlerde yatılan asker ocağında vatani görevini yaparken zatürre hastalığına yakalanmış, hava değişimi için memleketine gönderilmiş bir deri, bir kemik şekilde eve ulaştığında annesi onu tanıyamamış, kapıda bir yabancı var demişti.

Sonraki yıllarda Verem hastalığına da yakalanmış ama atlatmış.

O hep bağışlayıcı olmuştu.

Bir dikkatsiz sürücü Sıhke Caddesi'nden Beşyol ışıklarını hızlı geçebilmek için sürat yaparak kendisine çarpıp sonraki yaşamı boyunca evden çıkamaz hale getirdiğinde, iki kere ameliyat geçirmesine neden olacak şekilde kalçasını ve bacağının parçalandığında taksi şoföründen kesinlikle şikâyetçi olmamıştı. “O bunu bilmeyerek yaptı. Takdir-i ilahi. Kaderimde varmış. O taksici de çoluk çocuğunun rızkı için çalışıyor” demişti.

Şikâyetçi olmayıp adamı affetmişti.

Bizzat ben kendim onun ağzından onlarca kez “kime her ne hakkım geçmişse hepsini annelerinin ak sütü gibi helal ediyorum. Kıyamet gününün sıcağında benimle hesaplaşmaya gelmesinler” sözünü işitmiş biriyim. Bu da herkesin söyleyebileceği bir söz değildi.

O sadıktı.

Yıllar önce annemiz vefat edince biz evlatları isterse evlenmesine destek olacağımızı ifade etmiştik.

“Evlatlarım” demişti. “Ben annenizi canı gönülden sevdim. Onu kendime hayat yoldaşı seçtim. Eğer başka birine meyleder, evlenirsem, yarın ahirette onunla buluşamayabilirim. Bunu kabul edemem” demişti. 

O evlatlarını olanakları ölçüsünde en iyi şekilde yetiştirdi.

O tam da Fatih Kısaparmak’ın babam şarkısında ifade etmiş olduğu gibi bir işçi maaşıyla sekiz çocuk büyüttü.

Biz sekiz kardeş hiçbir zaman birbirimizle sorun yaşamadık. Dört erkek evladına o zor koşullarda üniversite okuma olanağı sağladı. Kız kardeşlerim de eğitimsiz kalmadılar. Hepimizi evlendirdi, ev bark sahibi kıldı.

Sonunda babamla yaşam birbirlerini karşılıklı olarak ve usulca bıraktılar. Öyle yavaş bıraktılar ki neredeyse hiç ses, gürültü, yüksek sesle ağlama işitilmedi. Hem kopuş öyle bir kopuş değildi, hem taraflar öyle taraflar değildi.

Defin işlemi pırıl pırıl bir havada yapıldı. Kendisinden seksen yıl önce vefat etmiş babasının hemen yanında açılan mezara gömüldü. Salgın hastalık baskısına ve özel duyuru yapılmamış olmasına rağmen her kesimden ciddi bir cemaat tarafından toprağa verildi.

Bu yazıyı yazma nedenim o eğitimsiz, yoksul ve yetim adamın bizlere bıraktığı dersi sizlerle paylaşmak, eğer bir ders çıkartılacaksa birlikte çıkartmaktır.

Bir diğer neden de inancınız ne olursa olsun,  bu inançlı adam için sizlerden de dua talep etmektir.

Onun bunu hak ettiğine bütün kalbimle inanıyorum. 

Yorumlar 5
Şahbettin Uluat 20 Nisan 2021 14:59

Allah hepinizden razı olsun.

Yakup BAL 11 Nisan 2021 19:23

Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

Yakup BAL 11 Nisan 2021 19:23

Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

Songül uluay 11 Nisan 2021 13:31

Amcam Allah'ım ona rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah benim zor bir zamanımda hiç beklemedigim bir zamanda Hızır gibi yetişmiş o bayram evladıma kıyafet alabilmiştim

Soner Uluay 11 Nisan 2021 09:28

Rabbim merhameti ile muamele eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah. Bizlere de böylesi onurlu bir ahlak nasip eylesin.

Yazarın Diğer Yazıları