Hikmet Aksoy

Siyaset Çorbasının Dayanılmaz Tadı Nerede?

Hikmet Aksoy

Kasaba gitseniz, elbette istediğiniz yerden et almak istersiniz.  Ben mi?  Ben dananın  “kısa kaburga” denen yerinden alırım hep. Babamdan öyle gördüm. Fırında güveç yapmak istediğinde Rahmetli,  “ Kısa kaburgadan güveç güzel olur” der, yemek öncesi iştahımızı kabartırdı.

      Yemekleri pek sevmem ama, güveçten söz edildiğinde “akan sular durur.” Öğle yemeklerimde yemek masamda  -eskiden sofra derdik-  güveç görsem  “ Kaldır… İstemem…” demem.   Bir tercih bu… Herkes için farklı yemek arzusu niçin olmasın ki?  Sözü yemekten açmışken devam edelim…   İsterseniz ucundan-ucunda içine biraz da siyaset katalım. Ne dersiniz?

      Lokantaya gittiğinizde arzuladığınız yemeği bulamadığınızda yaşadığınız ruh halini sonradan hiç düşündünüz mü? Ben bu olumsuzluğu çok yaşadım.  Lokantada yemeyi arzuladığınız yemek gibi partilerin hazırlayıp seçmene oy vermelerini istediği   “aday listesi”  üzerine çok düşündüm. İkisi de birer menü… Yemekler menüsü… Adaylar menüsü…

       Lokantada arzuladığınız yemeği bulamayınca çıkıp bir başka lokantaya gitme tercihiniz/şansınız varken;  seçimde bunu yapmanız mümkün mü?  Oy kullanmak istemediğinizde  -gerçi uygulanmıyor ama-   hemen para cezası gelir aklınıza.

       Ya da, lokantada beğenin-beğenmeyin mutlaka yemek yeme zorunluluğunun üzerinizde yarattığı sıkıntıyı bir düşünün.   Perhizlisiniz, bunu bozamazsınız, ama önünüze dayatılan menüden yemek seçmek durumundasınız.

       “Zorla güzellik olmaz” demeyin hemen…  Demokrasiye katkı vermek, katılmak için yurttaşlık görevini   -beğensen de, beğenmesen de-    bir siyasal partiye oy vermek ile; lokantada  - istemediğiniz halde-   zorunlu olarak menüden tercih yapmak arasındaki durum ne kadar da ilginç değil mi?

      Lokantada kişisel sağlığınızı düşünme durumu… Sandık başında ise toplumsal sorunlara neşter vurma eylemi/görevi…

      Karar her birimizin omuzlarında… İhmale/savsaklamaya gelir bir yanı olsa “Sonra düşünürüz” deriz. Böyle bir şans yok maalesef.   

***

      Daha başlangıçta “particilik” öneren ve toplumsal dargınlıklara, öfkeye ve kırgınlıklara, kimi zaman kavga hatta cinayetler yol açan/neden olan bir seçim sistemi…  Kaç seçim daha böyle devam eder? Ederse sonucun nereye varacağını düşünmek istemiyorum.

      DP’nin 1950’li yılların ikinci yarısında ekonomik nedenlerle düşüşe geçtiği dönem… Rahmetli Menderes ekonomiyi düzeltmek için inşaat sektöründe çimentoyu, demiri karne ile vermeye başlamış… Anımsadığım kadarıyla o dönem bugünün  çelik tencereleri yok, bakır tencereler ile sahan gibi mutfak gereçlerinin kalayı da belediyece dağıtılıyor. Damlara örtülen sac, inşaat çivisi, at nalı çizisi, pil, radyolar için batarya vb. maddeler DP’li esnaf eliyle ama “vesika/karne” karşılığında ihtiyaç sahibi yurttaşlara veriliyor.  Tabii ki DP’li olanlar gözetilerek.  O yılların sonrasında  DP’nin “Vatan Cephesi” geldi.     Karşısında CHP’nin  “Güçbirliği” yer aldı.  Ana muhalefet partisi genel başkanı İnönü yurt gezilerinde taşlandı. Yolu kesildi. Olaylar birbirini izledi. Yurttaşın biri Urfa’da oğlunu Menderes’in önünde kurban etmeye kalktı. Yurttaşlar camilerini, kahvehanelerini ayırdı. Cenazelere karşılıklı gidilmez oldu. Arkası gelmedi. 27 Mayıs darbesi oldu.

***

      “Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” gibi  bir durumda mıyız acaba? Önceki seçimlerde koltuğa talip olanlar  “Seçim Yasası”nı değiştireceklerini  -haklı olarak-    vaad ettiler. Köprüler geçildikten sonra bu vaad nedense  unutuldu bugüne değin.  Açık alanlarda, mitinglerde  “Seçim Yasası’nı değiştireceğiz” diyenler iktidar olduklarında  böylesi önemli bir konuda niçin  “unutkanlık hastalığı”na  yakalanıyorlar anlamak olası değil.

      Yeni bir seçime eski bir seçim yasası ile gidiyoruz. Hayırlı olsun ama, bu millet siyaset çorbasını hep birlikte, hırlaşmadan, küsmeden/darılmadan, kavgalaşmadan ağız tadıyla  hiç mi içemeyecek?

Yazarın Diğer Yazıları