Hikmet Aksoy

İsimsiz Kahramanlarımız İçin

Hikmet Aksoy

Kişi inandığının peşine takılır. Gelecek günler için kafasında planlar kurgular, hayal kurar, gerçekleşmesi için çabalar.

Koşar, çırpınır… Yorulur. Soluklanır, dinlenir. Yine yoluna devam eder. Sonuçta başarıyı yakaladığında  övünç madalyasını önce kendisi benliğine takar.

Ama önemli olan ne biliyor musunuz?  Engeller önünde yılmamak, onları aşma konusunda hep azimli/kararlı olmak…  Bu azmi bir bütün olarak yaşayanlar/uluslar yarınlara koşarlar. Diğerleri tökezler, tarihin sayfalarında kaybolup giderler.

Önceki gün 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 100. yılını yaşadık.  Hiç sanmayalım bu zafer durduk yerde gerçekleşti. Bu, millet olmanın bilincini ve onu koruma onurunu yüreklerinde/beyinlerinde, tüm benliğinde duyanların bizlere armağanıdır: 18 Mart Çanakkale Zaferi…

Kutladık ve benliğimizde o kahramanlarımızı  Rahmet, minnet ve saygıyla andık. Onlardan kalan anıları birbirimize anlattık.

Güzel de, bir yerde yanlış yapıyoruz yıllardır.

Siz bana bir kahramanlık öyküsü anlatıyor, bakınız diyorsunuz:   “-Şu ufukta gördüğünüz Nusrat mayın gemisi… Onun içinde öyle kahramanlar var ki… İşte onlar Çanakkale Zaferi’ne yol açan kahramanlar …”  İçiniz ürperiyor, bir saygı duruşu, bir sevgi seli, bir mutluluk heyecanı benliğinizi sarıyor birden. Böyle olması da doğru…

Ama Nusrat mayın tarama gemisinde o kutsal göreve katılan kahraman kişilerden biri sizin yanı başınızda duruyor. O da sizinle birlikte gözyaşlarıyla o anı izliyor. Siz ondan bihaber/habersiz.

İşte bizler böylesi günlerde hep bu yanlışı yapıyoruz/yaşıyoruz.

                                                            x    x    x

1950’li yıllar… Ortaokul öğrencisiyim. Bir kış günü öğle tatilinde babamın fırınına geldiğimde şaşırıp kalmıştım. Babam ve karşısındaki daha yaşlıca, sakallı kişi üşümemek için kömür mangalının başına çömelmişler, gözlerinden akan yaşlar mangalın közlerine düştükçe  “çosss!..  çosss!..” sesini çıkarıyor. İki yaşlı insan sessizce ağlıyor. Şaşırıp kaldım. Bir şey soramadım. Akşam evde, gördüğüm manzarayı babama sordum.  “-Sen, Yusuf Çavuş’u tanımıyor musun?” dedi. Tanımıyordum. Bilmiyordum kim olduğunu…  Sonra anlattı, Yusuf Çavuş’un da bulunduğu ekibin Nusrat gemisiyle hangi koşullarda ve ne heyecanlarla “ Karanlık Liman”a mayın döktüklerini…  O  gece yaşadıkları heyecan ve vatan uğruna başardıkları hizmet için ağlamış Yusuf Çavuş. Babam da aslında denizci olduğu için dayanamamış birlikte ağlamışlar mangal başında.

                                                              x   x    x

Yıllar sonra insan manzaraları tabloma yeni-yeni kimlikler kazandırmak adına Yusuf Çavuş’u da bu çalışmama katmak istedim. İstedim ki, anısı kaybolup gitmesin, O’nun ve daha nicelerinin kimlikleri bilinsin. Yarınlara kalsın.  Yusuf Çavuş çoktan Rahmete kavuşmuştu. Çalışmamda O’nun bir fotoğrafını yakınından istediğimde “-Nerden bulacağım?” gibi çaresiz, anlamsız bir yanıtla karşılaştım.

                                                                       x    x    x

Çok geç kaldık, biliyorum. Askerlik Şubelerimizde yaşadığımız her savaşın kayıtları var. Elbette bilinen kahramanlarımız yanında onlarla birlikte vuruşmuş, vatan uğruna şehit olmuş, gazilik unvanı kazanmış yiğitlerimiz de…

 İşte bugün “isimsiz kahraman” olarak unuttuğumuz o kutsal kimlikleri yerel kutlamalarımızda anarsak, vefa borcu ödeme yanında yaptığımız kutlamaya/anmaya anlam kazandırmış oluruz. En azından adlarını bilmek bile bir vefa borcu ödeme anlamı taşımaz mı?

Yazarın Diğer Yazıları