Hikmet Aksoy

Demokrasi, Siyasetçi ve Bağımsız yurttaş...

Hikmet Aksoy

Yüzeysel düşünmek çok kötü bir alışkanlık...

Yaşanan sorunları; enine-boyuna düşünmeden anında karar vermek, olacak iş değil...

Toplumsal anlamda verdiğimiz anlık kararların sonucu; sonraları önümüze sorun olarak geldiğinde bile -şaşkınlıktan olacak- doğru karar vermek için zorlandık/zorlanıyoruz.

Böyle zamanlarda  -tarihten ders almayı unutup- yeni yeni yanlışlara imza atıyoruz üstelik.

Özellikle de demokrasi tarihimizde...

Bizler tarihi "hamaset" yönüyle okuyor; olaylardan ders çıkarmayı bilmiyor, ya da unutuyoruz.

Tarihi böyle öğrendik...

Savaşlar... Savaşlar... Savaşlar..

Zaferler... Zafer çığlıkları... Övünmeler.

Yenilgilerin acılarını birlikte yaşadık, ama bu yenilgilerin nedenleri üzerinde derinlemesine araştırma yapmadık. Unutmaya çalıştık, geçiştirdik.

Yani, gerçeklerden  korktuk nedense...

***

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin öncesi için bir tahlil/analiz yaparsak; ilkin DP iktidarının demokrasi trenini raydan çıkardığı suçlamasını yaparız.

Doğru...

Demokrasi yanlış uygulamalar nedeniyle zedelenmişti.

Gidişat da iyi değildi. Yani, iktidar siyasal gücünü kullanarak "demokratik muhalefet" yapma yollarını tıkıyor, bu yoldan ülkeyi yönetmenin çarelerini arıyordu.

Bu acı bir gerçekti ne yazık ki...

DP iktidarının bu yanlış yola sapmasına ve ülkede partisel bölünmeye yol açan gruplaşmalar nasıl önlenecekti, peki?

Bölünerek, gruplaşarak, insanların birbirleriyle ilişkilerini partili olmaları nedeniyle keserek mi tekrar demokrasiye oluşılacaktı?

Gidişat vahimdi...

Böyle durumlarda ülke bütünlüğünü, Cumhuriyeti, demokrasiyi/rejimi koruyacak kurum vardı. Türk Ordusu işte bu tehlikeyi önlemek, dirlik ve düzeni sağlamak, demokrasiyi tekrar çalışır duruma getirmek için 27 Mayıs 1960 tarihinde gerekeni yaptı.

Burada duralım...

İlk bakışta DP iktidarının demokrasiden cayıp/vazgeçip kendi otoriter anlayışını -nasıl olsa 27 yıl CHP bu ülkede bunu yapmış- deyip, bir yanlışı kafalarda yerleştirmeye kalkmakla suçlansa da asıl kabahatli olan kim?

Yüzeysel düşüncemizin burada da payı var.

***

"Particilik"in, parti-parti olmak anlamına geldiğini kimse iddia edemez. Bu ancak toplumsal anlamda kültür/sanat ve bilimden nasibini almamış toplumlarda yaşanır.

Partici olmak,  bir saplantıya kapılıp, körükörüne  gerçekleri görmemek, inkar etmek de olmamalı....

Ama bu ülkede demokratik yaşamın en zayıf halkası olarak bu anlayış yaşanıyor.

-Partim!.." diyen kimi insanlar; bu ülkede  "Nuh diyor, peygamber demiyor" anlayışıyla demokrasiye yarar değil, zarar veriyorlar.

Bu durum/manzara;  demokrasi anlayışımızın eseri olarak sırıtıyor.

1960'lardan bugünlere bu anlayışla gelindi.

Diyeceğimiz o ki; olayın özünde bu ülkede demokrasiyi yerleştirmek isteyen siyasetçi; önce ayna önüne geçip kendini üstten aşağı bir süzmeli, gerçek bir Türkiye sevdalısı olarak; "Ben ne yapmak istiyorum" diye kendine sormalı.

Her siyasetçi, bu kutsal ülkede "demokrasi mücahidi" olma vicdani sorumluluğunu duymalı.

Yurttaş; demokrasi düşüncesini geliştirmeli, sorumluluğunu bilmeli...

***

Ülkede demokrasinin işlemesi/yerleşmesi/kökleşmesi için Seçim Yasası, Siyasi Partiler Yasası, sil baştan ele alıp acilen demokratikleştirmeli artık...

Bu da yetmez, her siyasetçi  -bürokrasi deneyimi şart- seçmenin önüne  birer "demokrasi öğretmeni" sorumluluğuyla çıkmalı...

Yurttaşı demokrasi konusunda bilinçlendirmeli...

Siyasetçi, yurttaşı kendi siyasal anlayışının egemenliğine hapsetmemeli, onun düşünme özgürlüğünü kısıtlamamalı...

Yurttaş bağımsız olmalı...

Yazarın Diğer Yazıları