Dr. Mine Kılavuz Ongün

Dama bahane bulmak

Dr. Mine Kılavuz Ongün

Bir anekdot:

Muayeneye gelip mide şikayetlerini anlatan hastasına, bu şikayetinin ne zaman başladığını soran doktor, şu cevabı alır:

- Damdan düştüğümden beri ağrıyor.

- Ne zaman düştün?

- 20 sene önce. Damda çalışırken düşmüştüm. Bizim bey damı biraz yüksekçe yapmış da.(Yansıtma)

Geçmiş bilgileri, tetkikleri taranır, gerekli muayeneleri yapılır. Damın bıraktığı bir hasar yoktur. Mide şikayetleri tamamen başka sebeplere bağlıdır. Aslında damın bir suçu da yoktur, eşinin de. Dikkatsizlikle düşmüştür, suçu eşine yansıtmakta ve dama bahane bulmaktadır.

İşte bir başkası:

-Beni bu hale eşim getirdi. Bütün hastalıklarım evlendikten sonra başladı.(Yansıtma)

Bir diğeri:

-Ne zamandır alkol alıyorsunuz?

- Yeni işime başladığımdan beri.

Diğeri:

- Unutmayın verdiğim ilaçların yanında, yürüyüş de tedavinizin bir parçası. Her gün düzenli egzersiz yapmalısınız.

- Ama işim gücüm çok evden çıkamıyorum (Bahane bulma) veya:

- Her tarafım ağrıyor, nasıl yürüyüş yapayım? (Bahane bulma)

Veya:

- Şunu yiyemem,bunu yiyemem,onu yapamam ,bunu yapamam.Yani korkularımız ve önyargılar..Bunların tümü önümüzde büyük engeller olarak dururlar.

Bazen başarısızlıklarımızı veya başımıza gelen olayları, gerçek nedeninin dışında bir şeylere bağlarız. Bu tutumumuz aslında kendimizi haklı çıkarma çabasından başka bir şey değildir. Yani bir çeşit savunma mekanizmasıdır.

Bir öğrencinin aslında ben çok iyi yapmıştım ama öğretmen zayıf verdi demesi, öğretmenin ona kafayı takması gibi. İşyerinde başarısızlık yaşayan birinin "burada herkes birbirinin kuyusunu kazıyor" demesi gibi.

Bunun gibi, işe veya okula geç kalan birinin bahaneleri saymakla bitmez: Trafik sıkışıktı, karnım ağrıdı, anahtarımı kaybettim…

Sınavı kazanamayan biri: "Kazanıp okusaydım, sanki mezun olduktan sonra iş mi bulacaktım" demesi de bir çeşit dama bahane bulmaktır.

Bütün savunma mekanizmaları için geçerli olan burada da geçerli: Hemen hemen hiçbiri sorunları çözmez, sadece geçici bir rahatlama getirir. Asalında savunma mekanizmalarını zaman zaman hepimiz kullanırız. Bunu,  farkında olmadan, bizi rahatsız eden durumdan uzaklaşmak için, durumu daha kabul edilebilir kılmak, yani ruh sağlığımızı korumak için yaparız. Şu da bir gerçek ki, bunları bilinç dışı yaparız. Zihnimizin bizimle oynadığı bu oyun, o an için bizi rahatlatsa da, hatta bazen faydalı olsa da, süreklilik kazandığında hastalık haline gelebiliyor. Sosyal ilişkileri bozabiliyor.

Bir sorunla karşı karşıya kaldığımızda nasıl davrandığımız çok önemlidir. Sorun odaklı mıyız, yoksa çözüm odaklı mıyız? İşte başarılı ve başarısız insanı ayırt eden yegane fark bence budur. Şöyle ki: Soruna odaklanıp bu sorunlara her gün yenisini ekleyerek, işi daha çok içinden çıkılmaz bir hale getirmek, başarısız insanların tipik özellikleridir. Negatif düşünme ve karamsarlık hakimdir. Oysa başarılı insanların hedeflerinde çözüm vardır, soruna değil, çözüme yönelirler. Nasıl çözebileceklerini düşünürler, bahaneler üretmezler. Bir plan dahilinde sistematik ilerlerler, boş tartışmalara girmezler. Yani havanda su dövüp vakit kaybetmezler. Tam tersine sorunları çözmeye çalışmak onlara yeni beceriler kazandırır, yeni kapılar açar, özgüveni daha da sağlamlaştırır. Sorunları büyütüp hayatımızı etkilemesine izin vermek yerine, benim çok sevdiğim,"Her sorun bir fırsattır" sözünü ve öğretisini uygularlar.  Sorunları fırsata çevirmek nedir?

Yine sağlık alanından küçük örnekler verelim:

Haftanın 4 gününde saatlerce Diyaliz Merkezinde kalan hastamız, bu saatlerini okumaya ayırmış, ilerleyen zamanlarda da bir kitap yazmıştı mesela.

Kilo ve kolesterol yüksekliği ile boğuşan Ayşe Hanım, torununu okula bırakma işini üstlenmiş, dönüşte yürüyüş yolunu uzatarak bu sayede her gün sporunu yapmış, Tansiyon ve Kolesterolünü ilaçsız yenebilmişti.

 İşte ciddi anlamda zaman sıkıntısı çeken biri: Yoğun temposuna bir de çocukların kursları eklenince, ciddi bir planlama yapma gereği duydu. Kendine zaman ayıramıyordu ve gördü ki, kurs süresince kaybedilen vakit boşuna harcanıyordu. Müzik kursunda çocukları beklediği zaman zarfında, aynı kursta ne zamandır istediği ud dersleri almak; yüzme kursunda beklediği sürede de sporunu aradan çıkarmak için, yürüyüş yapıp aynı zamanda sesli kitap dinlemek,  gibi aktivitelerle günün o saatleri daha verimli geçirdi ve buradaki zaman sorununu fırsata çevirmiş, yapmak istediği bir çok şey için vakit ayırmak yerine, bunları o temponun içine yerleştirmiş oldu.

Yine hayatın içinden:

Beyin Felci ile doğan İrlandalı yazar Cristhy Brown, uzun bir süre hareketsiz kaldıktan sonra, bir gün kız kardeşinin tebeşirle bir şeyler yazıp çizdiğini görür. Sol ayağı ile tebeşiri kavrayarak o da bir şeyler çizmeye başlar. Gitgide sol ayağını çok iyi kullanır hale gelir ve annesi ona alfabeyi öğretir. Zamanla en büyük tutkusu olan resim yapma yeteneği keşfedilir, daha sonra otobiyografisi olan kitabı "Sol Ayağım" ı yazar. Ve bütün bunları sol ayağını kullanarak yapar.

Buna benzer bir hikaye anlatılır:

Japon çocuğun büyük bir hayali vardı. Ünlü bir karateci olmak. Fakat ailesi buna bir türlü izin vermiyordu. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin gün geçtikçe kötüleştiğini görünce ona bir karate hocası tutmaya karar verdi.

Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ koluyla tutup savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk bu hareketten çok sıkılmış ve hocasına artık başka hareketlere geçmek istediğini söylemişti.

 Hocası bunu kabul etmedi. Bitirmeleri için bunu en hızlı yapan olmalıydı. Çocuk aylar sonra o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.

Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi. Kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün büyük salonda ilk rakibinin karşısına çıkmadan önce heyecanla hocasına sordu:

Hocam, bu iş nasıl olacak? Ben sadece tek bir hareket biliyorum, kesin kaybederim.

Hocası ise, "Sen sadece hareketini yap, gerisini düşünme" yanıtını verdi. Çocuk ringe çıktı ve tek hareketi ile rakibini yendi. İkinci, üçüncü maç, çeyrek final, yarı final derken final maçına kadar çıkmaya hak kazandı. Finalde karşısına kendisinin iki katı biri çıktı. Önce çok korktu ama gene bildiği tek hareketi yaparak son rakibini de yere sermeyi başardı. Şampiyon olmuştu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu:

Hocam, nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum!

Hocası çocuğa tebessümle baktı ve dedi ki: Senin yaptığın hareket, karatedeki en zor hareketlerden biridir ve tek bir savunma yolu vardır, o da rakibin sol kolunu tutmak.

Şirketler de öyle değil midir? Onların iş hayatında ekonomik krizlerden etkilenmeleri veya şirket olarak kriz yaşamaları olağandır. Fakat bu krizleri akılcı bir şekilde yöneterek, değişik alanlarda başarıyı yakalayanlar da yok değildir.

Aslında bizi engelleyen, bahanelerimiz, korkularımız ve karamsarlığımız. Ürettiklerimiz bahane ve korkular değil, çözümler olsun.

Ve şöyle der Mevlana:

Ey yiğit!

Yazgıya bahane bulma,

Yükleme kendi suçunu başkasına.

Suçunu gör, dönüp de etrafında kendinin.

Kendindendir, gölgeden değil çektiklerin.

Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin?

Ne ektin de ektiğini biçmedin?

Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar.

Çocuğun gibi sonra gelip eteğinden tutar.

Yazarın Diğer Yazıları