Dr. Muhammet Veysel Zortul

Yıldırım düşerken

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Son birkaç gündür sıklıkla gümüş yüzüğünü eline alıp içindeki keskin zehre bakıyordu. Bu zehri, en zor anları için saklamıştı. İçinden bir ses, o anların geldiğini söylüyordu. Çünkü bir zamanlar yıldırım gibi estiği topraklarda şimdi bir esir gibi dolaştırılıyor, onuru ve gururu bir paspas gibi çiğneniyordu. Yetmezmiş gibi derinden bağlı olduğu eşi Maria Despina ve iki kızı da gözlerinin önünde düşmanına sunuluyordu.

Kendi kendine 'Bu mertliğe sığar mı?' diyordu. Sonra bunu yine kendisi cevaplıyordu: 'Hayır sığmaz! Ben hayatım boyunca hep mertliğin yanında saf tuttum; ne namert oldum ne de namerde eyvallah ettim. Düşmanıma gece baskını yapmam için tüm şartlar uygunken bunu yapmayıp mertçe bir meydan savaşını tercih ettim. Yenildiğimde de tüm ikazlara rağmen kaçmayıp atımdan düşünceye kadar vuruştum. Gerekirse onurumla ölecek ancak 'Kaçtı!' dedirtmeyecektim. 

Tutulduğu çadırda, bazen yerin sallandığını hissediyordu. Belki de bu, yaklaşmakta olan bir depremin öncü işaretleriydi. O an bir deprem olup her şeyin alt üst olmasına belki de en çok kendisi sevinecekti. Sevinecekti çünkü yaşadıklarına katlanamıyordu artık. Gerek babası zamanında gerek kendi hükümdarlığı zamanında yapılan tüm zorlu savaşlara hem de en ön safta katılıp ölmediği halde şimdi eli kolu bağlı ölümü bekliyor olması ona çok zor geliyordu.

İçi hiç olmadığı kadar daralıyor ve böyle zamanlarda eskileri yadetmek suretiyle rahatlamaya çalışıyordu. Frenk Yazısı Savaşı'nda gösterdiği cesaret ve atılganlık dolayısıyla 'Yıldırım'lakabını aldığı günleri düşünüp mutlu oluyor, Kosova Savaşı'nın kazanılmasında müthiş bir yararlılık gösterdiğini, dudaklarının kuytularında beliren tatlı bir tebessümle hatırlıyordu. Ancak tam da bu demlerde, kardeşi Yakubbir kor gibi yüreğine düşüyor, tebessümünü bir buhar gibi yok edip tüketiyordu.Kosova'da en az kendisi kadar yararlılık gösterenve düşmanı takip etmekle meşgul bulunan kardeşi Yakub'u çağırtmış, boğdurtmakta tereddüt göstermemişti.

Yakub'un yuvalarından fırlayan gözlerini unutmak için bir limana sığınır gibi Despina'yla geçirdiği saadet dolu günlerine sığınıyordu. Gerçi ona göre, Despina da en az Yakub kadar talihsizdi. Kanlı bir savaşın sonunda Edirne'ye, bir başka kanlı savaşın sonunda ise Kütahya'ya götürülmüş, eşinin gözleri önünde aşağılık bir muamele görmüştü. Bu aralar ne zaman Despina'yı düşünse 'Keşke yüzü kadar bahtı da güzel olsaydı.'demekten kendisini alamıyordu.

Kendisine kibar davranan Timur'a belki de en çok bu kibarlığından dolayı kızıyordu. Keşke Kosova'nın sonunda kendisi Lazar'ın boynunu nasıl vurmuşsa aynı şekilde kendi boynu da öyle vurulsaydı. Bir de Timur'un kendisine 'Kör' diye takılmasına ifrit oluyordu. Evet, Timur tehlikesine karşı Memlüklerle birlikte hareket edebilirdi. Ancak bunu yapmayıp onlara ait yerleri topraklarına katmak suretiyle siyasi bir körlük içine düşmüştü. Bu böyleydi ancak yine de bu hitaba tahammül edemiyordu.

Bu arada yer altındaki sarsıntılar hiç olmadığı kadar artmıştı. Bir deprem olursa yüzüğündeki zehre de gerek kalmayacak ve intihar gibi bir vebali yüklenmeden Mevla'sına kavuşacaktı. Yeniden geçmişe dalıp Güzelce Hisar'ı inşa ettirdiği günleri düşündü. Her şey ne de güzel gidiyordu. Bizans her taraftan muhasara edilmiş, ha düştü ha düşecekti. Belki de Peygamberin muştuladığı emir kendisi olacaktı. Ancak Timur çıka gelmiş ve her şeyi berbat etmişti. Dışarıdan gelen sesler yüzünden daldığı hülyalardan uyanıp dışarı çıktı.

Bir grup Osmanlı fedaisi tutulmuş, gözlerinin önünde öldürülüyordu. Suçları tünel kazmak suretiyle sabık hükümdarı kurtarmak imiş. Bunlar, oğlu Çelebi Mehmed'in adamları imişler. Plan başarısız olsa da mutluydu Yıldırım. Demek çocukları taht kavgasına tutuşurken babalarını da unutmamışlardı. Başı önünde çadırına girdi. Artık sarsıntılar bitmiş, binbir umut bağladığı deprem de yalan olmuştu. Yatağına uzanırken bir kez daha yüzüğüne baktı.

Son anlarında İzzeddin Mesud ve Celaleddin Arabi gibi ünlü doktorlar yanındaydı. Ancak kederinden mi yoksa keskin zehri içerek mi öldüğünü hiç kimse bilemedi…

Yazarın Diğer Yazıları