Dr. Muhammet Veysel Zortul

Vesikalı Vatan 9

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Kerem, sokakta rast geldiği itilaf subaylarına küfrede küfrede,yumruklarını sıka sıka, sıklıkla takıldığı Tahtakale'deki Pala Mehmet'in kahvehanesine geldi. Devamlı surette akordu bozulan aksi tabiatlı bir adamdı Pala Mehmet. Bu yüzden bütün müşterileriyle kavgalıydı. Herhalde güler yüzle karşıladığı, hatırını sorduğu, görmekten keyif aldığı tek müşterisi Kerem'di. Çünkü Kerem onu kızdırmaz, nasırına dokunmaz, sessizce oturup çayını içer, usulca çeker giderdi.

Kahvehaneden içeri girerken Pala'yı bir bez parçasıyla bardakları kurularken gördü. Alnı bulgur bulgur terlemiş, terler, yok denecek kadar az olan seyrek kirpiklerinden ufacık gözlerine akmıştı. Ocağın sıcak buharıyla elmacık kemikleri kızararak belirginleşmiş, etsiz yüzü pembeleşmiş, öne doğru bir çizgi gibi uzayan fakat aşağıya doğru ani bir kavisle içeri kıvrılan incecik burnu genişlemiş, burun delikleri haşmetli bıyıklarının arasında kaybolmuştu. Kerem elini kalbine götürerek selamladı Pala'yı.

Dersaadet'te, pala bıyıklı insan çoksa da her halde bu tarz bıyık, en çok da Pala Mehmet'e yakışıyordu. O da bunun farkında olacak ki bıyıklarının bakımını ihmal etmez, her sabah Berber Rüstem'e uğrayıp düzelttirir, yolu üstündeki aktardan aldığı envai çeşit yağlarla bir güzel yağlardı. Uzun yıllardır evinde tıraş olmamıştı Pala. Makası yanlışlıkla biraz fazla alsa, jilet kazara biraz fazla kesse ve böylece tek sermayesi gibi gördüğü bıyıklarına bir şey olsa, tüm karizması yok olacak diye ödü kopardı. Herhalde böyle bir şey vaki olsa bir daha asla aynalara bakmayacak, kahvehaneye gitmeyecek, evinden dışarı çıkmayacak, eşi dâhil hiç kimse ile konuşmayacaktı.

İçerisi tıklım tıklımdı. Kahvehane bir kadeh gibi dolup dolup boşalıyordu. Ayakta bekleyenler bile vardı. Bir masa boşalır boşalmaz anında kapılıyordu. Günlük yaşamlarını evle cami arasına sıkıştıran insanlar, adeta soluk almak istercesine Pala'nın kahvehanesine koşmuşlardı. Kerem, arkadaşlarının oturduğu pencere kenarındaki masaya yöneldi. Arkadaşları Sermet ve Hamdi, kendisinden önce gelmişlerdi. Sermet Bey Harbiye'den arkadaşı, Hamdi Bey ile de Irak Cephesi'nde tanışmışlardı. Selam vererek oturdu. Tokalaşma ve hal hatır faslından sonra Hamdi Bey, kaldığı yerden devam etti konuşmasına.

"…Az da olsa bir ümit ışığımız var arkadaşlar. Yakınlarda Kazım Karabekir Paşa, 15. Kolordu'ya atandı ve Erzurum'a gitti. Gitmeden önce buradaki subay arkadaşlarına, işgallere karşı direneceğini ve bunun için de milli bir mücadele başlatmak arzusunda olduğunu söylemiş. Hatta görüştüğü Fevzi Paşa'dan, mevkisini de kullanarak milli düşüncede olan subayları Anadolu'ya tayin ettirmesini rica etmiş. Ayrılmadan önceki son gece, Mustafa Kemal Paşa ile de görüşmüş." Sermet Bey araya girdi hemen.

"Kemal Paşa ile ne konuşmuşlar?"

"Karabekir Paşa ona, kendisini bir şekilde Anadolu'ya atmasını ve verilecek mücadelenin başına geçmesini istemiş. Mustafa Kemal de bir süre önce ameliyat olduğunu, iyileşir iyileşmez kendilerine katılmak arzusunda olduğunu ifade etmiş. Bakın arkadaşlar! Artık batıda Ali Fuat Paşa, doğuda ise Karabekir Paşa var. Görünen o ki Mustafa Kemal Paşa da onlara katılacak! Bize gelince; ama resmi ama gayri resmi, ne yapıp edip Anadolu'ya geçmeliyiz!" Sermet Bey kesik kesik birkaç kez öksürdü, boğazını temizledi.

"Şey!.. Arkadaşlar! Sizin de malumunuzdur ki benim biraz ailevi sıkıntılarım var. Bilmem ki yakın zamana kadar aşabilecek miyim? Hem…" Hamdi Bey kaşlarını çattı, dik dik baktı.

"Benim de ailem var, Sermet! Yalnız şu anda aileyi, çoluk çocuğu düşünmek zamanı değildir! Yıllarca ekmeğini yediğimiz vatanımız, omuzlarında yükseldiğimiz milletimiz bizden hamiyet bekler, gayret ister!" Hamdi Bey, sözlerini desteklemesi için Kerem'e döndü hemen.

"Öyle değil mi Kerem binbaşım!" Kerem cevap vermedi. Sanki orada değildi ve söylenen hiçbir şeyi duymuyordu. Pala çayları getirirken müşterilerden biri atıldı.

"Benim de yandan çarklı, bi deilimannıolcek!"Pala sinirlenmişti.

"UlanGavur Hüsnü! Şeker mi var, çayın yandan çarklı olsun?"

"EyiEyi! Sana da heçbi şey söölenivermiyoarkideş! Ne gıda sinirlenivesin! Şekerin düştü yalım. Huncacıkgavıngarpız ye, bir cuvare tellendir de gendine geliver."Etraftakiler kahkaha ile güldüler. Hayri Bey, Pala'ya bakarak sordu.

"Şeker de mi yok Pala? Durum çok mu kötü?"

"Kötü de laf mı beyim? Hin-i hacette lazım olur diye kenara ayırdığım keseyi bile tükettim. Lanet olsun! Vallahi de sıtkım sıyrıldı! Geçende gazatalar yazdı; et ihtiyacı 20, şeker ihtiyacı 30 kat artmış. Pek yakında burayı da kapatacağız zahir! Beter olduk beyim, beter!"

"Peki esnaf… onlar ne durumdadır?"

"Ne sen sor ne ben anlatayım beyim? Savaş, hepimizin anasını belledi. On yıldır içine düştüğümüz muharebeler yetmezmiş gibi şimdi de ikinci bir ölüm kalım savaşı ile karşı karşıyayız. Tarım üretimimiz yarıya, dış ticaretimiz onda bire inmiş! Hububat ithali yaptığımız ülkeler hep itilaf devletleri tarafında olduğundan ithalat tamamen durmuş. E, stoklarımız da tükenmiş. Sadece burada değil tüm ülkede açlık var beyim, açlık! Geçen yine bir gazatada gördüm. Açlık sarayda bile görülür olmuş. Saraydaki hizmetliler, yemeklerin azlığından şikâyete başlamışlar." Duvar kenarındaki masada tavla oynayan Fırıldak Nuri, elindeki zarı sert bir şekilde tavlaya fırlattı.

"İyvah! Saraydakiler de aç kalıvedise biz epten ölelim be yaaa!"Pala boş bardağı alırken

"Sen zaten öl Fırıldak Nuri! Ne işe yarıyorsun ki?" dedi. Bütün bir kahvehane yeniden güldü. Boşları toplayan Pala, söyleyecekleri bitmemiş olacak ki tekrar Keremlerin masasına yanaştı.

"Ama asıl dert ne biliyor musunuz ağalar? Vurgunculuk. Vurgunculuk almış başını gitmiş, kimsenin müdahale ettiği yok. Bir an önce önlem alınmalı, üretici ile tüketici arasındaki aracılar devreden çıkarılmalı, şayet buna imkân yoksa hiç değilse en aza indirilmelidir. Küçük esnaf da fırsat bu fırsat deyip fahiş fiyatlarla mal satıyor…"

Kerem söylenenlerle ilgili değildi. Sürekli pencereden dışarı bakıyordu. Hayri Bey çayını yudumlarken konuşma sırası Sermet Bey'deydi.

"Paris'te düzenlenen konferansta bir araya gelen düşmanlarımızın, ocak ayından beri durumumuzu ele aldıkları hepimizin malumudur. Aldığım havadislere göre, konferansta şöyle bir eğilim oluşmuş. İngiltere, Yakındoğu'yu tamamen ele geçirmeyi ve bölgedeki en büyük rakibi Fransa'nın isteklerini minimum düzeye çekmeyi arzu ediyor. Fransa ve İtalya ise daha savaş sürerken aralarında imza ettikleri gizli anlaşmalara sadık kalınmasını istiyorlar. Osmanlı'ya açıkça savaş ilan etmeyen Amerikalılar da Başkan Wilson'un prensiplerine uyulması noktasında diretiyorlar…"Sermet Bey konuştukça kahvehanedekiler başlarına toplanıyor, artan kalabalık halka halka genişliyordu.

"Arkadaşlar; fırsatçı Yunanlılar ise kendilerince nüfus istatistikleri yapmış, İzmir'in, Trakya'nın hatta Adana'nın Türk olmadığını iddia ediyorlar. Yunan aşığı olduğunu duyduğumuz İngiltere de bu iddialara gerçekmiş gibi ehemmiyet veriyormuş. Hatta bölgeye, sözüm ona uzmanlar bile göndermiş." Kahvehaneden 'Yuh'sesleri yükseliyor, küfürler sigara dumanlarına karışıyordu.

"Arkadaşlar! Arkadaşlar!.. Sakin olalım arkadaşlar! Bakın bu İngiltere'nin asıl niyeti ne biliyor musunuz? Onların Yunanlılara gösterdiği şirinliğin sebebi, sömürge yolları üzerinde güçlü bir İtalya istememeleridir. Tabi bu durum gizli anlaşmalarla Anadolu'muzdan pay verilen İtalya'nın da devre dışı bırakılması anlamına geliyor. Zaten durumu protesto eden İtalya, konferanstan çekilmiş diye duyduk! Allah'ın izniyle birbirlerine düşmeleri yakındır!.." Etraftaki masalardan 'Beter olsunlar!' sesleri yükseliyor, hakaretlerin dozu artıyor, yakası açılmamış küfürler havada uçuşuyordu.Sermet Bey, bu kez sandalyesine çıkmıştı.

"Karındaşlarım! Dostlarım! Bir kandil gibi zayıf olsa da hala umudumuz var! Girdiğimiz kapkaranlık tünel, hala karanlık ise de ilerlerden birkaç ışık sızmaya başladı elhamdülillah. Kıymetli Paşalarımız, vatanını her şeyden aziz bilen subaylarımız Anadolu'ya geçmeye başladılar. Ayrıca 70 milyonluk Hindistan Müslümanları da Osmanlı'dan yana tavır almış durumdadırlar!"Hep bir ağızdan'Allah razı olsun! Var olsunlar!'nidaları yükselmeye başlamıştı. Kahvehane heyecandan hop oturup hop kalkarken Kerem hala pencereden dışarı bakıyordu.

Gökyüzü sanki uçsuz bucaksız bir okyanus, Olivia da bu okyanusun içindeki bir yengeçti. Kıskaçlarını uzatmış, Kerem'i kıskıvrak yakalamıştı. O yakalamış, Kerem de gönüllü bir şekilde teslim olmuştu. Şu birkaç ay zarfında ona o kadar çok bağlanmış ve Olivia ruhunun derinlerine öyle çok işlemişti ki herhalde itilaf güçlerinin tüm orduları hatta bütün sömürgeleriyle birlikte toplanıp gelseler, yine de onu oradan çıkaramayacak, söküp atamayacaklardı. Canı sıkılmıştı. Müsaade isteyerek çıktı ve amaçsız bir şekilde yürümeye başladı…

DEVAM EDECEK…

Yazarın Diğer Yazıları