Dr. Muhammet Veysel Zortul

Vesikalı Vatan 5

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Sonbahar geride kalmış, kış kendisini iyiden iyiye htirmişti. Temel gıdalarla birlikte kömür bulmakta da zorluk çekilmekte idi. İmkânı olanlar günde bir kez sobalarını yakıyor, sonrasında ise bulabilirlerse odun yakıyor veya sırtlarına aldıkları battaniyelerle idare etmeye çalışıyorlardı. Sıkıntı sadece fakir haneleri değil, Nizami Paşa gibi büyük konaklara sahip, hali vakti yerinde olanları da etkilemişti.

Payitahta işgalci güçlerin iyice yerleşmesi ve bu işgalcilerin azınlıklara mensup ne kadar azılı mahkûm varsa hepsini salıvermesi, Kerem'i tam anlamıyla zıvanadan çıkarmıştı. Gece el etek çekildiğinde sivil bir şekilde dışarı çıkıyor, kafa dengi birkaç arkadaşı ile birlikte işgal kuvvetlerinin berduşlar gibi sokaklarda dolaşan ve 'Ayşeler isteriz! Fatmalar İsteriz!' diyerek kapılara dayanan sarhoş askerlerinden denk getirdiğini öldüresiye dövüyor, âlem yaptıkları evleri kundaklıyor, cehennemden beter yüreğini iyice soğuttuktan sonra sabaha doğru bir gölge gibi konağa süzülüp, hiçbir şey olmamış gibi yatağına giriyordu. Onun bu yaptıklarını evdekilerden hiç kimse bilmiyordu hatta her şeye hâkim olduğunu zanneden Ferhunde Hanım bile bilmiyordu. Feride ise kaç zamandır bir kez bile ona görünmemiş, ortaçağ rahibelerinin manastırlara sığınması gibi odasına kapanıp kalmıştı.

İtilaf kuvvetlerinin boş konaklara el koyması, yetmezmiş gibi Ermeni ve Rumların da aynı yolu izlemesi üzerine Ferhunde Hanım,  aşçı kadın Kevser'le Rana'yı Alibeyköy'deki konağa gönderdi. Konak temizlendikten sonra Kerem bir süreliğine kendi konağında kalacaktı. Ferhunde Hanım'ın planına göre, bu sayede hem konağa birilerinin yerleşmesi önlenecek hem de tek başına kalıp yemek ve çamaşır gibi bekârlığa has bazı sıkıntıları çekecek olan Kerem'in, bir süredir ertelediği evliliği, yeniden gündemine alması temin edilecekti. Ancak Kevser ve Rana'nın gitmesiyle dönmesi bir olmuştu. Zira Alibeyköy'deki konağı da bir Rum aile işgal etmişti.Bu haberi alan Kerem soluğu Alibeyköy'de aldı.Konağa gelip avludan içeri girdiğinde eski komşularından Bekir'i karşısında buldu.

"Hayırdır Bekir, ne arıyorsun burada?"

"Şey komandanbeg! Nasıl diyem!..Gomşilarburada bir Rum aile otıridediler, bahçayabahcavan,gapıyauşahariyimışlar dediler…"

 "Ulan köpek! Kala kala bu işe mi kaldın?"

"Ne desen haklısan komandan! Evde çocıhlaracından geberiler! Avrat perişan, anam diyesen kigangusi. Ne zamandır reçetesini cebimde cezdırirem…"Titreyen eliyle cebini yoklayıp sağından solundan yırtılmış bir kâğıt parçası çıkardı Bekir. Hem konuşuyor hem ağlıyordu…

O konuşurken ahırın önünde duran gazyağı tenekesi gözüne ilişti Kerem'in. Bir anda gözünü karartıp konağı yakmak istedi. Ve hiç düşünmeden tenekeyi alıp konağın etrafına dökmeye başladı. Hiçbir şey umurunda değildi. Madem bu bir işgaldi, kendisi de bir işgalci gibi davranabilirdi pekâlâ. Bekir hemen yetişip müdahale etmeye çalıştı fakat Kerembir yumruk darbesiyle onu yere yıktı.

Artık iyice anlamıştı ki bu esir şehirde her şey bitmişti; payitaht, padişah, hükümet… Cebinden kibritini çıkarırken kararlıydı, burayı ateşe verecek ve sonra Anadolu'ya kaçıp işgalcilerle baş etmenin yollarını arayacaktı. Cüzdanındaki son kuruşa kadar bütün parasını çıkarıp yerde baygın yatan Bekir'in reçetesinin içine koyduktan sonra baba yadigârı konağına son kez baktı.

***

Kerem eli ayağı kir pas içinde, bitkin bir halde Cibali'ye döndüğünde, konağın tüm ışıklarının yandığını fark etti. Anlaşılan misafir vardı. İçeri girmeden önce bahçedeki su kuyusundan su çekip elini yüzünü bir güzel yıkadı ve sonra üstüne başına çekidüzen vererek büyük salona geçti.  Nizami Paşa ile misafiri Ahmet Emin, yemek yiyorlardı. Usulca selam verdi ancak sofradakiler sohbete öyle dalmışlardı ki Kerem'in geldiğini fark etmediler bile.

"…Paşam; şu uğursuz Mondros Vesikası imzalandığından beri hiç kimsenin yüzü gülmüyor. Dört yılın sonunda hiç de layık olunmayan bu kötü akıbetin acısı, her çehrede okunuyor."

"Yüce Mevla güleceğimiz, neşeli günleri de göstersin azizim. Bu arada hiç yemiyorsunuz. Şu nefis köftelerden almaz mısınız?" Ahmet Emin, tabaktan bir kaç köfte alırken sohbete Kerem de dâhil oldu.

"Devlet çatır çatır çatırdıyor Emin Amca! Böyle eli kolu bağlı oturacak mıyız?"

"Hiç vakit kaybetmeden el ele vermeliyiz binbaşım. Dedikodu yapmak, birbirimizi lekelemek, kin ve ihtiraslarımızı tatmin etmek için yarın da vakit vardır. Fakat birbirimizle uğraşırsak korkarım ki memleketin bir yarını olmayacak…"

***

Ahmet Emin, geç saatlerde kalkıp gitmiş, Nizami Paşa da yatsıyı eda edip odasına çekilmişti. Salonda oturan Kerem ise ilginç bir şekilde oldukça sakindi. Bu hali en çok da Ferhunde Hanımı düşündürtmüştü. Kerem'in bir kayış gibi gevşemiş halini gördükçe şaşırıyor ve bu haline bir sebep arıyordu. Sanki evlatlığı ve müstakbel damadı, Alibeyköy'deki konağa hesap sormaya gitmemiş de bir hamama gitmiş, yüzükoyun göbek taşına uzanmış, bir güzel keselenmiş, şifalı sularla yıkanmış, iyice yatışmış, öyle gelmişti. Oysa öğlen evden çıkarken çehresi tanınmayacak kadar korkunçtu. Sanki içinde insaniyet namına hangi duygular varsa kör bir yılan tarafından sarılmış, zehirli bir akrep tarafından felç edilmiş ve böylece o, her türlü insani histen yoksun bir canavara dönüşmüştü. Öyle bir canavar ki her kötülüğü yapacak fakat vücudunda sızlayacak, pişmanlık duyacak hiçbir zembereği olmayacaktı.

O günden sonra Kerem'de müthiş bir değişiklik olmuştu.Artık her daim tebessüm ediyor, bir gül bahçesine düşmüş gibi yüzünde fasılasız güller açıyor, çehresinden, gün boyu şekerler kaynatmış, kavanoz kavanoz reçeller kurmuş gibi şirinlikler akıyordu.Evdekiler gibi ziyaretine gelen yakın arkadaşları Sermet ve Hayri Beyler de bu fevkalade değişime şaşırmışlardı. Tanıdıkları o sert asker gitmiş, yerine örgüye merak saran, dolaşan iplerini çözmesinde Ferhunde Hanıma yardımcı olan, siyasi konulara pek girmeyen, girse bile İngilizlere küfretmeyen, daha çok çiçekten, ottan, böcekten konuşan bir adam gelmişti.

"Şaşılacak şey!" diyordu Ferhunde Hanım. Ona göre, olsa olsa gizlice bir hastaneye yatmış ve mahir bir cerraha tüm sinirlerini aldırmıştı Kerem. Yoksa bu kadar sakin olmasına, hiçbir şeye kızmamasına kat'iyyen imkân yoktu. Hakkı da vardı Ferhunde Hanımın. Kerem bir taş bebek gibi kendi halinde, bostanlara konulan bir korkuluk gibi sessiz sedasız, mahzen duvarlarında unutulan boş bir çerçeve gibi sükût içreydi. Evet, boş bir çerçeve gibiydi; içi nasıl münasip görülüyorsa öyle doldurulacak, arzu edildiğinde de boşaltılabilecek bir çerçeve. Hatta boş bir kâğıt parçası gibiydi; nasıl istenirse öyle karalanacak, keyfe göre çizilecek, gerekirse silinecek, icap ederse yeni şeyler yazılacaktı…

Şimdi herkes Kerem'e ne olduğunu merak ediyordu. Öyle ki konaktaki tek gündem bu idi. Alibeyköy'de bir fenalık yapmış olsaydı muhakkak duyulurdu. O halde ne olmuştu da bu adam bu kadar değişmişti? Kerem'e ne olduğunu en çok da günlerdir odasına kapanan Feride merak ediyordu…

DEVAM EDECEK…

Yazarın Diğer Yazıları