Dr. Muhammet Veysel Zortul

Vesikalı Vatan 12

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Nizami Paşa, Cadde-i Kebir'de bir süre yürüdükten sonra Tokatlıyan Oteli'ne geldi ve genişçe bir cam saçağın altındaki girişten içeri girdi. Kapıda iri yarı, şık giyimli bir kapıcı tarafından karşılandı. Aydınlık lobi, zevkle döşenmiş mobilyalar, zarif ahşaptan resepsiyon, caddeye bakan büyükçe camlar ve bu camların önünde sergilenen pasta ve şekerlerle daha girişte özel bir mekana, farklı bir dünyaya adım attığını düşündü.

Paltosunu asıp orta holdeki asansör ve merdivenleri geçtikten sonra bir tarafı lokantaya diğer tarafı ise davet ve balo salonuna açılan koridorda yürümeye başladı. Orkestra, zevksiz ve gürültülü çalarken, her iki bölüm de bir hayli kalabalıktı. Bir tarafta yemek yiyenler, kahve ve içki içenler, diğer tarafta güzel kızları göz işaretleriyle yakalayıp masalarına davet edenler ve onlarla çılgınca dans edenler vardı. Evet, burası gerçekten de başka bir dünyaydı. Zira dört yıllık savaş ve sonrasında artarak devam eden korkunç yıkım, açlık, sefalet buralara hiç uğramamıştı.

Ahmet Emin Bey, kafe kısmında caddeye bakan bir masada oturmuştu. Canı sıkkın adımlarla ona yaklaşırken dostunun niçin böyle bir yere kendisini davet ettiğine bir anlam verememişti Nizami Paşa.

"Ooo Paşam! Ben de nerede kaldınız diye meraklanmıştım."

"Aziz dostum, telgrafınızı alınca hemen yola çıktım. Umarım bekletmemişimdir."

"Yo! Yo! Katiyen! Bugün sizi buraya çağırma sebebim, sıklıkla bu mekâna takılan İngiliz ve Fransız subaylarla tanışmanızı istememdi. Belki onlardan yararlı bazı malumatlar alabiliriz."

"Çok iyi düşünmüşsünüz azizim. Bu aralar neler olup bittiğini herhalde en iyi onlar biliyorlardır."İki garson masalarına yanaştı. Biri tepsiyi tutarken diğeri kahveleri ve çikolataları servis yaptı. Nizami Paşa kahvesinden bir yudum alırken ülkenin vaziyetini sordu. Ahmet Emin, hemen cevap vermek yerine bir süre caddede yürüyen insanları izledi ve sonra düşen bir suratla cevap verdi.

"Vallahi Paşam, vaziyet hiç de iyi değildir. Bu aralar sıklıkla kendi kendime soruyorum ve'Nasıl olur?' diyorum. Nasıl olur da istikbali için senelerce kan dökmüş, her türlü açlığa, her türlü mahrumiyete katlanmış bir millet, tehlikeyle burun buruna geldiği şu dakikalarda hiçbir şey yapmaz?.. Koca bir denizi yüzerek geçtikten sonra sahile çıkmak için elini uzatmaya üşenen adamlar gibiyiz. Millet olarak hepimiz ayrı bir telden çalıyoruz. Acep ne zaman birlik olacak ne zaman silkinip kendimize geleceğiz?"

"Sonumuz hayra çıksın Azizim; ne diyeyim!.."

"Esnaflarla konuşuyorum, perişanlar, ticaretle uğraşanlar bir gün sonranın hesabını yapamıyor. Kömür sıkıntısı baş göstermiş, memleketin dâhili ile iletişim kesilmiş, geçim sıkıntısı katlanılmaz bir hale gelmiştir. Orduyu terhis ettik ancak cepheden dönenler aç ve biilaç vaziyette, aileleri asker erzakından mahrumlar. İşgal edilen yerlerden birçok memur gelmiş iş bekler, işten çıkarılanlar iş bekler, meslek talebesiyken savaşa gidip dönmüş ve artık tahsil değil de çalışmak derdine düşmüş gençler iş bekler. Hele gazilerimiz hepten perişan, el açacak, dilenecek haldedirler. Bu perişan halimiz bizi dışarıya pek perişan gösteriyor ve düşmanlarımıza istedikleri gibi at oynatma fırsatı sunuyor." Ahmet Emin konuşurken dans edip de iyice bitkin düşen,bol apoletli birkaç itilaf subayı, kafe tarafına geldiler. İçlerinden biri Ahmet Emin Bey'i görünce arkadaşlarından müsaade isteyip masaya yanaştı.

"Mr. Emin, iyi akşamlar!"

"İyi akşamlar Mr. Armstrong. Sizi seçkin kumandanlarımızdan Nizami Paşa Hazretleri ile tanıştırmama lütfen müsaade ediniz." Adam, askerce bir selamdan sonra Nizami Paşa'nın elini nazikçe sıktı ve saygılı tavırlarla masaya oturdu. Az önceki garsonlar yerden bitmiş gibi bir anda ortaya çıktılar ve üç kahveyi masaya bırakıp gözden kayboldular. Garsonların seriliğine şaşmıştı Nizami Paşa. Ahmet Emin, tütün tabakasını açıp özenle sarılı sigaralarından uzatırken sordu.

"Mr. Armstrong, nasıl, alışabildiniz mi İstanbul'a?"

"Doğrusu bu kadarını beklemiyordum Emin Bey, sadece Hristiyanlar değil, ceplerimizin dolu olduğunu düşünen bir kısım Türkler bile bizi çok iyi karşıladılar. Bize özenip fesini atan, bizler gibi şapka giyenler bile var. Bizler de eğleniyor, bol bol para harcıyoruz. Bu mekânda takılmak, kızlarla dans etmek, arabalarla gezmek, Madam Sablin'in orgunu dinlemek, Adalara kadar gidip deniz sefası yapmak harikulade. Hele kadınlarınız, tek kelimeyle mükemmeller.Şişli tarafında tanıştığımız ve bizi çay partilerine davet eden Türk hanımları, ne kadar nazik ne çok misafirperver, Paris kadınları gibi ne hoş kokulu ne nefis şeylerdirler. Bize gösterdikleri ihtimamla bir çocuk gibi şımarıyoruz. Gerçi kocaları yanlarında olunca bir parça ihtiyatlı oluyorlar ama olsun. Görebildiğim kadarıyla Türk erkekleri de biz İngilizler gibi bir parça kıskançlar." Nizami Paşa'nın yüzü asılmıştı. Sertleşen yüzünü yumuşatmaya çalışarak

"Kıskancızdır hem de ziyadesiyle." diye mırıldandı. Gülümsedi İngiliz general.Ahmet Emin Bey, hafifçe sarhoş ve kadınlardan söz açmaya meyilli generale,

"Mr. Armstrong, siyasi ahvali nasıl görüyorsunuz?" diye sorarak bir şeyler öğrenmeye çalıştı. General, kahve fincanındaki telveleri kemirirken cevap verdi.

"İstanbul'a hâkim durumdayız. Yalnız bu ara Anadolu'da bir takım hareketlenmeler olduğunu duyuyoruz. Eğer bu hareketlenmeler bir direnişe dönüşürse müttefikler bunu karşılıksız bırakmayacaktır sanırım. Anadolu abluka altına alındığı gibi İstanbul da resmen işgal edilebilir…" Nizami Paşa

"O kadar da değil." diye söylendi. General

"İnanın mübalağa etmiyorum." dedikten sonra nazikçe müsaade istedi ve kalkmakta olan arkadaşlarına yetişti.

**

Çok geçmeden Ahmet Emin Beyle Nizami Paşa da kalktılar ve Cadde-i Kebir'de yürümeye başladılar. Uzunca bir süre ağzını bıçak açmayan Nizami Paşa, nihayet dudaklarını aralayıp sıkkın bir ifadeyle

"Biz bitmişiz! Kadınımızla erkeğimizle bitmişiz!" dedi. Ahmet Emin, sigaranın gıcıklandırdığı boğazını güçlü öksürüklerle birkaç kez temizledi.

"Sevgili Paşam, vakit kaybetmeden bir sistem kurmalıyız. Tüm vatandaşların kanunlar önünde eşit olduğu, kimsenin kimseye karışmadığı, herkesin inancını özgürce yaşandığı bir sistem. Bugün en karışık milletlerden oluşan Amerikan Devletini böylesine güçlü yapan şey, çerçevesini çizdiğimiz şekliyle bir sistemi hayata geçirebilmiş olmasıdır. Eğer bunu yapabilirsek biz de asri devletlerden biri haline gelebiliriz. Asri devletten kastımız ise şudur; devletin herkese eşit muamelede bulunması, herkes için itimat telkin eden kanunlar hazırlaması, her ferdin kendini yetiştirebilmesi veya kabiliyetini gösterebilmesi için imkân ve fırsatlar sunabilmesi, bütün vatandaşlarının sağlık, ekonomik ve sosyal durumlarını insanlığa yakışan seviyeye hatta üzerine çıkarması, bu seviyenin altında kalanlara da el uzatmasıdır."

"İyi söylüyorsunuz da azizim, şartlar çok ağır! Bugün için işgal altındayız! Bizi buralardan söküp ta Orta Asya'ya kadar kovalamaktan bahseden devletler, yamyamlar gibi üzerimize çöreklenmiş durumdadırlar!"

"Güçlüler bazen haklıysa da haklılar her zaman güçlüdür Paşam. Tamam, savaşa girdik, kaybedeceğimizi kaybettik ve sonunda da mütareke yaptık. Artık geriye kalan topraklar bizimdir, bizim hakkımızdır. Haklılığımızı önce kendimize sonra dışarıya anlatacağız. Bakın bugün Trakya'yı, İzmir'i hatta İstanbul'u Yunanlıların hakkı görenler var. Onlara yanıldıklarını göstereceğiz. Esasen bu gibilerin mantığı çok komik bir mantıktır. Eğer buralar bir zamanlar Yunanlıların dedelerine ait idiyse o halde Amerika da Kızılderililere aittir. Bu mantıkla şu anda 120 milyon Amerikalıyı denize döküp topraklarını, ilk sahipleri olan Kızılderililere vermek icap eder. Ve yine Kanada'nın, Afrika'nın, Yeni Zelanda'nın, Avustralya'nın, Hindistan'ın da eski sahiplerine verilmesi gerekir.

  Şu bir gerçektir ki batılılar bizimle ilgili hükümler verirken gerçeklere göre değil de kanaatlerine göre hüküm veriyorlar. Nice değerli fikir adamları, mevzu biz olunca meseleyi araştırmak lüzumunu dahi duymuyor, hakkımızda ne söyleniyorsa derhal iman ediyorlar."

"Neden azizim?"

"Çünkü Paşam; biz çivisi çıkmış şu koca dünyanın üvey evlatlarıyız. Biz üvey evlat olunca adamlar, bir at gibi üzerimize çıkıyor, istedikleri gibi tepiniyor, istedikleri yere çekiyorlar. Bakın İngiliz Hariciye Bakanlığı Müsteşarı Lord Robert Sesil, Avam Kamarasında: 'Türkler başlarına gelenlerden henüz ders çıkarmış değiller. Zannediyorlar ki eskisi gibi gemilerini yürütecekler. Oysa o günler geçmiştir ve şu anda tamamen elimizdedirler. Onlara bunu göstermenin en kestirme yolu mütareke hükümlerini seri bir şekilde tatbik etmekten ibarettir.' diyebiliyor."

"Küstah herif!"

"Görünen o ki bizi çok daha zor günler bekliyor Paşam."

DEVAM EDECEK…

Yazarın Diğer Yazıları