Dr. Muhammet Veysel Zortul

Tekfurun kızı

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Henüz 17 yaşındaydı. Yarhisar'ın en güzel kızıydı. Emsali tüm gençlerin dilindeydi lakin değil talip olmak kaşını kaldırıp bakmak bile cesaret isterdi. Çünkü o bir tekfur kızıydı. Tekfurlar ki hükmettikleri şehirlerde adeta ikinci bir imparator gibiydiler. Gerçi hakikat böyle olsa da etrafında nedimelerle dolaşan, burnu havalarda kibirli biri değildi. Kendi işini kendisi görür, ev işlerine yardım eder, çok zahmetli olsa da kuyudan suyu yine kendisi çekerdi.

Günlük işlerini bitirip elinde testiyle suya gittiği bir gün, görmüştü onu. Belki görmek de denmezdi. Kısa bir süre bakışmışlardı, o kadar. O günden sonra bir ateş düşmüştü yüreğine. Uğruna dağlar delinen, mecnun olup çöllere düşülen aşkı o da tatmıştı. Ancak istese de bu delikanlıdan söz edemezdi ailesine. Çünkü babası, Bilecik tekfurunun oğluna söz vermişti ve pek yakında Bilecik'e gelin olarak gidecekti.

Bu böyleydi ancak yine de o delikanlıyı son kez olsun görmek ve eğer cesaret edebilirse sevdiğini söylemek istiyordu. Bunun için ha bire su kuyusuna gidiyor, laf söz olmasına aldırış etmeksizin saatlerce eğleniyordu. İşte bu eğlenmelerin birinde yeniden görmüştü onu. Garip bir duyguydu htikleri. Sanki uzun yıllardır tanışıyor gibiydiler. Bedenleri değil ama ruhlarının tanıştığına yemin edebilirdi hatta.

"Bana adını bağışlamaz mısın güzel kız?" Yutkunmuş, konuşmaya çalışmış fakat kekelemekten korkmuştu. Güya bir daha görürse aşkını söyleyecekti. Oysa o an için değil aşkını haykırmak, adını olsun söylese büyük bir günah işleyecekmiş gibi hmişti. Hemen bakışlarını çekmiş, yere bakmıştı. Bu öyle bir sükûttu ki her türlü söz söylemeyi imkânsız hale getirmişti. Delikanlı çaresizce atını sürüp uzaklaşmıştı.

Odasında her gün ağlıyordu Olievera. İçinden bir ses, delikanlıyı hiçbir zaman unutamayacağını söylüyordu. O günler sarayına yakın bir yerlerden yanık bir türkü duyuyordu hep. Kendi dilinden bir türkü değildi ama ne zaman duysa yüreğinin bam teline dokunulmuş gibi oluyordu.

"Bir kor oldu görülüyor özümde/Name name iniliyor sazımda/Dünyayı verseler yoktur gözümde/Dili bülbül kaşı kemanı getir… Bazen 'Yoksa o mu?'diyordu kendi kendine.

Derken vakit gelmiş düğün hazırlıkları başlamıştı. Düğün alayı yola çıkarken bir pusu kurulduğunu fark ettiğinde sevinmişti. Niye bilmiyordu ancak sevinmişti. Nasıl bir pusuysa kısa süre içerisinde tüm refakatçileri yok edilmişti. Huysuz atların çektiği arabasının perdelerini hafifçe aralayınca tam da karşısında onu görmüştü. Gülümseyen delikanlı, elinden tutup atının terkisine bindirmiş ve hızla yol almışlardı. Yol boyunca delikanlı hep aynı türküyü mırıldanmıştı.

"Bir kor oldu görülüyor özümden/Name name iniliyor sazımdan/Dünyayı verseler yoktur gözümden/Dili bülbül kaşı kemanı getir…

İyi de kimdi bu delikanlı? Tekfur'un kızını kaçıran ya onun kadar güçlü biri ya da zırdelinin teki olmalıydı. Her ikisiydi aslında. Hem güçlüydü hem de aşkının delisiydi. O delikanlı Orhan'dı. Osman Gazi'nin oğlu Orhan'dı. Terkisindeki ise güzelliği ve hayırseverliğiyle dillere destan olacak olan Olievera yani Nilüfer Hatun'du.

Olanlardan habersiz Bilecik Tekfuru ise bir taraftan gelin alayını beklerken diğer taraftan da düğüne davet ettiği Osman Bey'i öldürtmenin planlarını yapmaktaydı…

Yazarın Diğer Yazıları