Dr. Muhammet Veysel Zortul

Sınav

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Bizim neslin İngilizce dersi ile arası istisnalar hariç hep limoni olmuştur. Mesela bendeniz 'V' diye kısaltılan şeyin aslında fiil demek olduğunu çok uzun yıllar sonra bir rastlantı sonucu öğrenebildim. Elbette öğrenmenin yaşı yoktur lakin verdiğim bu örnek, hali pür melalimizi ortaya koymak açısından sizce de dikkate şayan değil midir? Biz öğrencilerden kaynaklanan nedenler hepinizin malumu olduğundan bu kısmı atlayıp okuldan kaynaklı nedenlere nazarlarınızı çekmek istiyorum.

Kanaatimce bizim neslin İngilizce öğrenememesinde en temel sebep, öğretmen yokluğu idi. İlkokulda İngilizce dersi diye bir ders zaten yoktu. Ortaokul ve lisede ise ders, ya çoğunlukla boş olurdu ya da farklı bir dersin öğretmeni gelirdi. Onun görevi de ekseriyetle ders anlatmak değil sınıfı kazasız belasız teneffüse eriştirebilmek olurdu. Hiç unutmam orta sonda iken bir yıl boyunca İngilizce dersimiz boş geçmiş ve tam karneleri alıp gideceğiz diye düşünürken bizim sınıfı ayırıp iki haftalık kurs vermişlerdi. Herkesin tatile gittiği, bunaltıcı sıcaktan derecelerin dahi patladığı sınıfımızda, iki haftalık eğitimin ne derece feyizli ve ne oranda faydalı olduğunu her halde tahmin etmişsinizdir. Bu girizgâhtan sonra müsaadenizle asıl mevzuumuza intikal edelim.

Lise ikinci sınıfı ifa ettiğimiz yıl, ne hikmetse İngilizce dersimiz dolu geçmişti. Dersimize, okulumuza sürgün gelmiş Enis adında orta yaşlarda, sınıf hâkimiyeti bir parça zayıf ve bunun yanı sıra aile hayatı da problemli bir hoca giriyordu. İngilizce bilmesek de diğer konularda ne derece bilgili olduğumuz dikkatli nazarlarınızdan kaçmamış olsa gerektir. İşte bu hocamız 'Hababam Sınıfı'nı aratmayan bizim sınıfı, bir punduna getirip yazılı yoklama yapmış ve bir hafta sonra da notları okumuştu. Notlar iyi hoştu da bir problem vardı. Sınava girdiğim halde benim kâğıdım yoktu.

Enis Hocamız birkaç kez kâğıtların arasına bakmış ancak bulamayınca beni yeniden sınav yapmak istemişti. Bense kâğıdımı kaybettiği için kabahatin kendisinde olduğunu düşündüğümden tüm ısrarlarına rağmen sınava girmeyi reddetmiştim. Derken olay uzamış ve burada teferruatına girmeyeceğim farklı bir boyuta ulaşmıştı. Tabi o günler, her şartta öğrenci haksız olduğundan yeniden sınava girmek zorunda kalmıştım. Ancak haksızlığa uğradığım kanaatini taşıdığımdan Enis Hocanın aramızı düzeltme adına gösterdiği bütün çabalara rağmen kendisine soğuk davranmış hatta konuşmamıştım.

Derken yaz tatili olmuş ve yatılı okulda kalan biz öğrenciler, valizlerimizi toplayıp memleketin yolunu tutmuştuk. Annem genellikle geldiğimiz hafta arktan su taşır, ateş yakarak su kaynatır ve birini durulamada kullandığı iki leğende elbiselerimizi yıkardı. Tabi bu yıkama esnasında, ceplerimizi de kolaçan eder ve kıymeti harbiyesi olan şeyleri bahçedeki ağaçların dallarına asardı. Yıl boyunca kullandığımız sivri uçlu kalemlerimizin tamamen yırttığı ve uzunca bir labirenti andıran ceketimizin iç cebinden neler çıkmazdı ki: Silgiler, açacaklar, simit kırıntıları, anahtarlar, iade edilmiş aşk mektupları ve daha neler neler…

İşte o yaz cebimden çıkan şeylerden biri de 'İngilizce Yazılı Kâğıdımdı.' O kâğıdı görünce duyduğum üzüntü, sevdiğim kızın iade ettiği aşk mektubundan daha az değildi. Demek sınav bitimi yazılı kâğıdımı öğretmenin masasına koymak yerine, dalgınlıkla ceketimin cebine koymuştum ve o da labirentten inip sırra kadem basmıştı. İyi de günahını aldığım ve her fırsatta itham ettiğim Enis Hocama kendimi nasıl affettirecektim? İnandığımız kitap boşuna zandan uzak durun demiyordu.

İlk kez o yaz, tatilin bitmesini çok ama çok arzu etmiştim. İstiyordum ki bir an önce okula gideyim ve hocamın ayaklarına kapanarak özür dileyeyim. Yaz biter bitmez bindiğim ilk otobüsle okuduğum şehre gelmiş ve daha valizimi yerleştirmeden soluğu okulda almıştım. Ancak Enis Hoca yoktu. Sağlık sorunları yüzünden okuldan ayrılmıştı ve nereye gittiğine dair de kimsenin bir bilgisi yoktu…    

Yazarın Diğer Yazıları