Dr. Muhammet Veysel Zortul

İlk Aşk

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Aşk denen muamma her halde hepimizin başından geçmiştir. Ben de ilk kez mahalle mektebimizde yani şimdiki tabirle ilkokulda bu amansız illete düçar olmuştum. Aynı sınıfı paylaşmak ve aynı yağmurlarda ıslanmak dışında neredeyse hiçbir ortak noktamızın olmadığı birine gönlümü kaptırmış lakin üç yıl boyunca bir kez olsun bunu ifade edememiştim. Hem söylesem ne değişecekti ki.  Üç yıl sonra zaptiye olan babasının başka bir şehre tayin olmasıyla çekip gitmişti. Hatırladığım kadarıyla üç yıl boyunca topu topu iki kez konuşabilmiştim kendileriyle ve bugün bile bunu nasıl başarabildiğimi hala anlayabilmiş değilim.

 

Gerçi bunlara konuşma bile denemezdi. Çünkü birincisinde, bir ev resmi yapıp bana fikrimi sormuş ve ben de güzel olmuş sadedinde başımı sallamıştım. Bir diğerinde ise elindeki çerez poşetini açarak sıra arkadaşım Aytaç'a ikram etmiş ve sonra bana dönmüştü. Ancak poşette hiç çerez kalmadığını fark edince, biraz mahcup olmuş ve sonra çözüm bulmuş olmanın sevinciyle elindekileri avucuma boşaltıp hızla yanımdan uzaklaşmıştı.

 

Ardından bakakalmış, bir teşekkür bile edememiştim. Avucuma koyduğu çerezler çok değildi ama elinin sıcaklığı sinmişti her birerlerine. İlk defa ona ait bir şeye sahiptim ve sımsıkı kapattığımı hatırlıyorum avuçlarımı. Evet, ilk kez ona ait bir şeye sahiptim ve hayatım boyunca bir daha da hiç tatmayacağım tatlı bir sevinçle evin yolunu tutmuştum. Annem, çerezleri görür görmez hemen elimden alarak o anda çay faslında bulunan komşulara ikram etmişti. O günler aşk denen derin mevzu kimseyle paylaşılmadığından çerezlerin manevi değerini ifade edememiş ve ona ait tek sermayemi de böylece kaybetmiştim. 

 

Üç yıl boyunca konuşmamız bu kadarken bakışmalarımız da pek farklı değildi. Bakışma derken yanlış anlaşılmasın; benim ürkek bakışlarım ve onun da etrafa bakarken rastlantı icabı gözlerimizin kesişmesinden mütevellit bakışlarından ortaya çıkan ve aslında adına bakma bile denemeyecek bir bakışmadan söz ediyorum. Çünkü benim ölesiye bakışlarıma mukabil onunkiler, hızlı bir trende giderken birçok şey görüp aslında hiçbir şey görmemek gibi öylesine bakışlardı. Gerçi böylesi daha iyiydi. Çünkü o bir eşi daha olmayan mah yüzü ile bu yüzün barındırdığı ve iki koca yanardağı andıran ve bence aslanları dahi dize getiren ahu gözleri, gerçekten bana bakıyor olsalar, imkânı yok karşılık veremezdim.

 

Neyse aziz okuyucularım;

Küçük bir çocuk olmama rağmen ziyadesiyle uzun olan bu faslı daha fazla uzatmadan sadede geleyim. Artık üçüncü yılımızdı ve babasının zorunlu tayin mecburiyetinden dolayı yılsonunda taşınacaklarını öğrenmiştim. Bir iki karşılıklı bakış dışında hiçbir şey konuşmadan o yılı da tamamlamış ve karnelerimizi almıştık. Karnemizi aldığımız gün, onu takip ederek evlerinin yerini öğrenmiştim. Şehir mezarlığının yanında, taş duvarla çevrili ev, hemen yol kenarında ve genişçe bir bahçenin içerisindeydi. Artık her Allah'ın günü, onunla karşılaşmayı ve şayet başarabilirsem kendisine açılmayı umarak evlerinin önündeki yolda volta atıp duruyor ve bu arada taşınmasınlar diye Kevser'den Kulfu'ya, ha bire amme cüzünü hatmedip duruyordum.

 

İşte o günlerden birinde, erkenden evden çıkmış ve bin bir umutla onun mahallesine doğru yürümeye başlamıştım. Eve yaklaştıkça bahçe kapısının hemen dışında, beyaz elbiseli birinin olduğunu fark etmiş ve iyice yaklaşınca o olduğuna iyice kani olmuştum artık. O da beni görmüş ve içeri girmek yerine durup beklemişti. Bu bekleyişten ve hatta azıcık gülümsemenin tesiriyle daha bir belirgin hale gelen gamzelerinden aldığım cesaretle aramızda bir metre kalıncaya kadar yürümüş ve sonra günlerdir adeta ezberlediğim konuşmayı yapmak üzere gözlerine bakmıştım. Fakat bakmanın bir bedeli olduğunu daha ilk anda htiren ve iki kör kuyuyu andıran o gözleri yok mu; hemencecik beni içine almış ve ben kalbine doğru yol almak isterken benzini tükenmiş bir araba gibi yarı yolda kalakalmış ve Yunus'un 'Bu yol uzundur, menzili çoktur, derin sular var.' Diye ifade ettiği bu çetin yola devam etmeye cesaret edemeyerek çekip gitmiştim.

 

Bu onunla son görüşmemizdi çünkü ertesi gün cesaretimi toplayıp yeniden gittiğimde, beni karşılayan beyaz elbiseli kız değil, beyaz tüllerinden yoksun ıssız pencereler olmuştu. Taşınmışlardı ve nereye gittiklerine dair hiçbir fikrim yoktu. Belki bir komşularına sorabilirdim ama utandığımdan bunu da yapamamıştım.

 

O gittikten sonra içimi hiç kimseye değil ama sırdaş olduğum defterime dökmeye başladım. Her ne zaman elime bir kalem alsam önce ayrılık günlerimizi hesapladım sonra şiirler yazıp durdum. Derken yıllar birbirini kovaladı. Sadece komşularımız değil şehir de değişti. Birçok bina yapılırken eski yapılar da tahrip oldu. Hatta yüzlerce şiirden oluşan ve benim için bir hazineden farksız olan defterim de kayboldu. Ama nedense o küçük bahçeli ev, sanki sakladığı birkaç hatıraya hürmeten hala aynı yerinde durur ve ben her oradan geçişimde bir miktar durur ve hiç kimseye sezdirmeden o evi seyrederim. O anda canlanıverir beyaz elbiseleri içerisindeki kız. Yine bana bakar ve ben yine…

 

Yazarın Diğer Yazıları