Dr. Muhammet Veysel Zortul

Home

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Onunla yürürken çok önemli bir şey başarmışçasına hepimiz farklı bir havaya girerdik. Bakmıyormuş gibi yapsak da çaktırmadan etrafa bakar ve meraklı bakışlar eşliğinde yolumuza devam ederdik. E! Ne de olsa herkesin Afrikalı bir arkadaşı olmuyordu. Uluslararası ilişkiler okumak üzere ta Malavi'den kalkıp şehrimize gelmiş ancak kalacak yer sorununu çözemediğinden geçici olarak bizim pansiyona yerleştirilmişti. Henüz Türkçe bilmediğinden etrafındakilerle İngilizce olarak anlaşabiliyordu. Neyse ki lise sona giden biz gençlerin kaldığı 12. Koğuşa düşmüştü ve bu bakımdan son derece şanslıydı. Çünkü biz altı yıldır İngilizce görüyorduk ve en azından "What is your name?" diye bir cümle kurabiliyorduk. Maazallah ortaokulların koğuşuna düşse hali nice olurdu, varın siz düşünün.

Yaklaşık bir aydır yanımızda olduğu halde sadece adını sorabilmiş ve eğer doğru anladıysak 'Hamisi' olduğunu öğrenmiştik. Onun dışında Hamisi mütemadiyen gülüyor, biz ise millet olarak gülmeyi pek beceremesek de aynı şekilde mukabele etmeye çalışıyorduk. Hamisi gülüyor dediysem de bu sadece yanımızda olduğu zamanlara has bir durumdu. Onun dışında her akşam elinde yıpranmış bir fotoğraf ranzasında oturur ve sessiz sessiz gözyaşı dökerdi. Elbette bu hali hepimizi üzüyordu ama hem dilini bilmediğimizden hem de özel bir mevzudur diye düşündüğümüzden bir şey demez ve kendi haline bırakırdık. Gel zaman git zaman bu hep böyle devam edince arkadaşları topladım ve en iyi İngilizce bilenin kim olduğunu sordum. Yaptığımız istişarenin ardından övünmek gibi olmasın, en iyi İngilizce bilenin bendeniz olduğuna oy birliği ile karar verildi. Zira ben "What is your name?" dışında bir de 14'e kadar sayı saymayı biliyordum ki dostlarımın nazarında büyük bir başarı addedilmekte idi. İhale bana kalınca çaresiz kalktım ve Hamisi'nin ranzasına yaklaştım. Gözlerini çabucak silip gülümsemeye çalışan Hamisi'ye gayet ciddi bir eda ile

"Hamisi kardeş! Bu yaptığın hamiyete sığmaz." dedim. Hamisi şaşkın şaşkın yüzüme bakarken arkadaşlar dürterek İngilizce konuşmam noktasında telkinde bulundular. Onlara aldırış etmeden devam ettim:

"Seni ilk ve son kez uyarıyorum Hamisi! Ya artık bu ağlamalarına bir son ver ya da resmi ver; biraz da biz ağlayalım." İnanın dilimizi biliyormuşçasına kalktı ve elindeki resmi yavaşça uzattı. Yeni bir zaferle Fransa'ya dönen Napolyon misali fotoğrafı alıp inceledim ama derme çatma bir ev ile uçsuz bucaksız çölden başka bir şey göremedim. Acaba bir ayrıntı daha var mı diye baksam da nafile. Hiçbir şey yoktu. Hemen resmi arkadaşlara gösterdim. Onlarda bir ayrıntı göremeyince Hamisi'ye döndüm ve sitemle karışık şu soruyu sordum:

"Hamisi kardeş; Bu resimde ne var ki günlerdir üzülüp gözyaşı dökersin ve yarenlerini de üzersin?" Benim bu sorumu da anlamışçasına parmağını resimdeki eve doğru uzatarak

"İt is my home." Dedi. Hepimiz birbirimize baktık. 'İt'i biliyorduk da 'Home' ne idi acaba? Bu ahvalimize Hamisi de gülmüştü. Çünkü o bizi anladığı halde 6 yıldır İngilizce gören veya gördüğünü zanneden bizler, kurduğu tek cümleyi anlamamıştık. Allah'tan akşam etütlerinden sık sık kaçıp iki çay ücreti karşılığında kahvelerde bolca Amerikan filmi izleyen Salih arkadaşımız tesadüfen o akşam aramızdaydı. Salih bir parça başını kaşıyıp bir filozof edasıyla 'Home' kelimesinin ev olduğunu söyleyince artık mevzu anlaşılmıştı. Demek resimdeki derme çatma ev ve yine o uzayıp giden uçsuz bucaksız çöl, Hamisi'nin öz vatanıydı.

    O güne kadar belki birbirimizi pek anlamamıştık ama o gece bir şeyi çok iyi anlamıştık. Konumu ve şartları ne olursa olsun herkes kendi memleketini sever ve de özlermiş.

Yazarın Diğer Yazıları