Dr. Muhammet Veysel Zortul

Çirkinler de Sever

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Dedesi Mahbub, deve çobanı bir zenci olduğundan Arap-zenci melezi idi ve patlak gözlü olması dolayısıyla Câhiz lakabıyla anılıyordu.  Çocuk yaştan itibaren ilim öğrenmeye iştiyaklı olan Câhiz'in en büyük şansı, Basra'da doğup büyümesiydi. Çünkü Basra oldukça canlı bir ilim ve kültür hayatına sahipti.

İlk gençlik yıllarından itibaren âlimlerin ve ediplerin meclislerine katılan Câhiz, bazen böyle bir sohbeti kaçırmamak için Kufe'ye hatta Bağdat'a kadar giderdi. İlimle iştigal ettikçe ve eserler ortaya koydukça kısa süre içerisinde şöhreti yakalamıştı.

Artık geçim derdi de yoktu. Yazdıklarını, devrin ileri gelenlerine ithaf ediyor ve onlardan aldığı caizelerle rahat rahat geçiniyordu. Dükkânları bile vardı. Bazı kitapları için 5000 dinar aldığı ve hayatı boyunca yaklaşık olarak 360 eser ortaya koyduğu göz önüne alınırsa ciddi paralar kazandığı kolaylıkla anlaşılır. Maalesef eserlerinden çok azı günümüze kadar ulaşmıştır.

Şakacı, nüktedan ve kelam ehliydi. Onunla söz yarıştırmak neredeyse imkânsızdı. Ünü ülke topraklarını çoktan aşmıştı. Üç büyük şahsiyete sahip olduğu için Arap milletine gıpta ettiğini söyleyen Sâbit b. Kurre, üçüncü kişi olarak onunadını zikreder.

Ancak bir derdi vardı Câhiz'in. Çok ama çok çirkindi ve bu çirkinlik, çok uzak mesafelerden bile fark edilecek kadar belirgindi. O kadar çirkindi ki Halife Mütevekkil Alellah, onu çocuklarına hoca olarak tayin etmek istemiş ancak sırf çirkin olduğu için çocuklar onu istememişlerdi.

Cariyesi vardı hatta bu cariyeden bir çocuğu da vardı. Ancak o, kendisini sevecek biriyle tanışmak ve aşk evliliği yapmak istiyordu. Bu düşünceler içerisindeyken günün birinde dükkânına çok güzel bir kadın uğramıştı. Görünüşe göre kadın, bir şey almaktan ziyade sırf kendisi için gelmişti. Sorular sorup sohbetler açıyor, manalı gözlerle kendisini süzüyordu.

Artık okumayı ve yazmayı bırakmıştı Câhiz. Sabah erkenden kalkıp dükkânına geliyor ve henüz ismini bilmediği gizemli kadının yolunu gözlüyordu. Bir sabah kadın yine gelmiş ve laf arasında günahkârların durumunu sormuştu. Câhiz, bu soruya şöyle cevap vermişti:

"Akıl yürüterek âlemin bir yaratıcısı bulunduğu sonucuna ulaşmak mümkünse de bu herkesin altından kalkamayacağı kadar zor bir yükümlülüktür. Bu yüzden Allah'ın varlığına inanmak için gereken bilgi, insanlara doğar doğmaz verilmiştir. En büyük günahkârlar, Allah'ı bilmemekte ve tanımamakta ısrar edenlerdir. Dolayısıyla günahkârlar günahlarında ısrarcı olurlarsa cehenneme gideceklerdir. Diğerleri için ümitli olmak gerekir zira Allah çok bağışlayıcıdır." Kendisini dikkatle dinleyen kadın, günahkârların cehenneme nasıl dayanabileceklerini sorduğunda ise Câhizşu ilginç cevabı vermişti:

"Müminlerin doğası cennetle, kâfirlerinki de cehennemle uyumlu olacaktır. Cehenneme girenlerin bünyesi bir müddet sonra ateş tabiatına dönüşeceğinden artık cehenneme daha dayanıklı olacaklardır." Kadın bu cevaba sevinmiş olacak ki memnun bir yüz ifadesiyle kalkıp gitmişti.

Görünüşe göre kadın ondan hoşlanıyordu.  Her ne kadar gözün gösterdiğine değil de aklın hükmettiğine itibar etmek gerektiğine iman ediyorsa da aklı da aynı fetvayı veriyordu. Kalktı ve dükkânın bir köşesine gelişigüzel astığı ve insanı olduğundan daha büyük gösteren boy aynasının karşısına geçip uzun uzun kendisine baktı. Patlak gözlerine, ince boynuna, kalın dudaklarına, simsiyah tenine ve kısa boyuna rağmen kadının ilgisinin sebebini düşündü. Bu böyle olmayacaktı. En doğrusu kadına açılmaktı.

Ertesi gün en güzel elbiselerini giydi ve saçlarını da zeytinyağıyla yağlayarak evden çıktı. Yolu üzerindeki aktara uğrayıp hoş rayihalardan sürünmeyi de ihmal etmedi. Oldukça sıcak bir gündü. Kadın dükkâna geldiğinde sıcaktan yanakları al al olmuş, inci gibi parlak alnı sicim sicim terlerle dolmuştu. Çehresi yorgun olduğuna delalet etse de gözleri her zamanki gibi yine arzulu bakıyordu.

Cesaretini toplayan Câhiz, utangaç bir eda ile kendisinden hoşlanıp hoşlanmadığını sordu. Derin bir nefes alan kadın, bir tiyatro oyuncusu gibi sesini yükselterek cevap verdi:

"Ben evliyim efendim. Ancak geçenlerde yakışıklı bir erkeğe bakmak suretiyle eşime ihanet ettim. Keşke gözüm çıksaydı da bakmasaydım. Çok günahkârım. Günahıma keffaret olsun diye bir süredir dükkânınıza geliyorum."

"Nasıl yani?"

"Kızmayın ama Allah vergisi bir çirkinliğiniz var. Sizin gibi bir çirkine bakarak gözlerimi cezalandırıyorum." Kadın giderken olduğu yere yığılan Câhiz, hasta horozlar gibi büzülerek yatmış ve uzun süre kendisine gelememişti.

Hayatının ilk ve son aşk deneyiminden başarısızlıkla çıkınca sevda defterini tamamen kapatıp yeniden ilmi çalışmalarına yönelecektir. Hayatının sonuna doğru felç de olan Câhiz, doksan beş yaşlarında Basra'da vefat edecektir…

Yazarın Diğer Yazıları