Dr. Muhammet Veysel Zortul

Bir Mutsuzluk Öyküsü

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Tarihler 1132 yılını gösteriyordu. Argenteuil Manastırının penceresinden dışarı bakıyordu Heloise. Nisan yağmurları, bir süredir baktığı demir parmaklıklı pencereden, usulca kavis çizip aşağı doğru bir mecra takip ederken gözyaşları da ona eşlik etmek istercesine aktıkça akıyordu.

Tam yedi yıl olmuştu. Onsuz geçen ve neredeyse dakikalarına kadar saydığı koca yedi yıl. Yine böyle bahar yağmurlarının yağdığı bir mevsimde gitmişti. Ve şimdi yoktu hem de hiçbir yerde. Hastanelere gitmiş, hapishanelere sormuş hatta 'Abelard' yazan mezarlara bakmıştı ama yoktu, yoktu…

O olmayınca nereye gider? Kime sığınır? Nasıl yaşardı? Mecburen bir limana sığınır gibi 'Sığınak' adlı manastıra sığınmıştı Heloise. Kendisi nasıl zorunlu olarak rahibe olmuşsa 'Herhalde o dara hip olmuştur.' diye düşünmekteydi.

Evet, yanılmamıştı. Abelard da rahip olmuş ve Saint-Dennis Manastırında inzivaya çekilmişti. Hatta 'Bir Mutsuzluk Öyküsü' diye bir de mektuplar kaleme almıştı. Her satırının Heloise'ye ithaf edildiği mektuplar hem de…

Bu mektuplar tesadüfen de olsa eline geçince çok sevinmişti Heloise. Bu sevinçle yeniden eski günlerini hatırlamıştı. Onunla ilk tanıştıkları zaman henüz 17 yaşında, gençliğinin ilkbaharındaydı. Paris'in sayılı hocalarından Abelard ise 37'sinde, gücünün de ününün de zirvesindeydi.

Dayısının himayesinde yaşarken özel hoca diye kendisine tutulmuş ve sonra o da ona tutulmuştu. Dayısı Fulbert'in bu yakınlaşmadan rahatsız olduğunu biliyordu ancak aşkı da hiçbir sınır tanımayacak kadar aşkındı.

Derken özel dersler yerini büyük bir aşka bırakmıştı. Bu aşktan bir de çocukları olmuştu. Belki yasak aşklarını saklayabilmişlerdi ancak gayri meşru çocuklarını ne kadar saklayabilirlerdi ki…

Dayı Fulbert'in öfkesi korkunç olmuş, bu öfke ile yakalattığı Abelard'ı hadım ettirmişti.  Bu öfke kan bağından gelebileceği gibi henüz hiç kimsenin bilmediği bir kıskançlıktan da ileri geliyor olabilirdi. İddialara göre, dayı da Heloise'ye âşıktı ve bu yüzden bu kadar gaddarlaşabilmişti…

Artık rahibe olsa da her şeyden önce bir kadındı Heloise. Bütün hisleriyle Tanrıya yönelmesi ve onun dışındaki her şeye kapılarını hem de en paslı kilitlerle kapatması gerektiğini biliyordu. Biliyordu ama yine de özlüyordu Abelard'ı. Bu özlem, katlanılmaz bir hal alınca bir mektup yazmaya karar verdi. Kaleme aldığı uzunca mektubunu şu satırlarla bitirmişti:

Zulmetme bana, reddetme beni.

Senden başka kimselerin veremeyeceği dermanı yolla.

Bir mektup… Bu kez senden bana.

Bırak, sana ait her şeye, sadakatle üzüleyim.

Bahtsızlık da olsa her şeyi bileyim.

İç çekişlerim karışırsa seninkilere,

Belki ikimizin de acısı hafifleyecektir, Ne dersin?

İçimden hiç gelmiyor ama sen istersen,

Mektubumu şöyle de bitirebilirim:

Sonsuza kadar, elveda…

Abelard bu mektubu alınca o da oldukça uzun bir karşılık yazmış ve mektubunun bir yerinde 'Aşkım, ölümüm oldu.' Demişti. Mektubun bütününe bakıldığında, yeniden kavuşmak noktasında hiçbir ümit vermiyordu Abelard. Dahası düştüğü korkunç durumu da öne sürerek sonsuza dek ayrılıktan bahsediyordu. Heloise ise onun kadar karamsar değildi. Değildi ki ona bir karşılık yazacak ve mektubunu şu sözlerle bitirecekti:

Öldün diye sana olan sevgimin azalacağını düşünecek kadar saf mısın? Ölümlü bir erkek olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?

Solucanlar göz çukurlarında yuvalansa da dilin dişlerinin arasından çıkıp sallansa da tiksinmeyeceğim senden, vazgeçmeyeceğim!

Etin kemiğin ne ilgisi var bizimle? Bir parçanı kesip alan o kasap, sana olan aşkımı biraz olsun azaltabildi mi? Taptığım, özüne indirgese de seni, ölüm bile azaltamaz sevgimi…

Birkaç kez mektuplaşsalar da bir daha da birbirlerini hiç göremeyecek, efsanevi aşklarıyla yaşama veda edeceklerdi. Abelard, 1142 yılında Bourgogne de Saint Marcel Manastırı'nda ölürken Heloise de ondan yaklaşık 20 yıl sonra yine bir manastırda can verecekti. Ölümlü bedenlerinden geriye ise ölümsüz mektupları kalacaktı…

Yazarın Diğer Yazıları