Dr. Mine Kılavuz Ongün

Tepebaşı Mahallesi -2: Geçmiş Zaman Olur Ki, Hayali Cihan Değer- Nedim Kılavuz'un anlatımıyla

Dr. Mine Kılavuz Ongün

Güneş tüm parlaklığı ve azameti ile Erek Dağından doğunun sıcakkanlı, misafirperver ve çilekeş insanlarına sıcak yüzünü gösterir. Bu insanlar, kışın soğuk, yazın serin olan havanın özelliğini güler yüzlerinde, yıldız gibi çakan gözlerinde belli ederler. Öyle ki, soğuk yöre insanına pek dokunmaz, yağan kar ve yağmurdan sonra pırıl pırıl ışıldayan güneş, tüm derdi tasayı alır, dört mevsimi bir günde yaşatır. İklim özelliğinden dolayı dağlar çıplaktır. Bu dağların karı ve kurşuni bulutları eksik olmaz.

Eski Baytar Sokağı şehrin merkezi yerindeydi ark dediğimiz yapının içinden Kehriz suyu (doğal su kaynağından çıkan su)geçer, mahalleli bu suyu içme, kullanma, sulama suyu olarak kullanırdı. Kenarlarda sağlı sollu kavak ve söğüt ağaçları vardı. Bu manzara sokağımıza ayrı bir güzellik katardı. Bahsedilen bu kerhizler Van’da 49 taneydi. Her kehrizin bir adı vardı. Mesela babamın büyüdüğü ev Vakıf Kehrizine bakardı. Amcası Süleyman Efendi bu evi, muhacırlıktan sonra Ermeni bir terzi olan Bedros Efendi’den almış.

Sen ben yoktu, paylaşım vardı ve ilişkiler samimiydi, komşu bahçelerde kızlı erkekli oyunlar oynardık. Kız çocuklar annelerinin diktiği “ Çat Bebeklerle” oynardı. Erkek çocuklar ise Bilye, Heştik Oyunu, Aşık Oyunu ve hep beraber Uzun Eşşek, Birdirbir, Güvercin Tablası, Bisiklet, Çember, Tel Arabalar.

Sadece çocuklar değil, mahalleli de yazın hemen her gün bahçelerde toplanır, birlikte yer, birlikte içerlerdi. Bazen İskeleye, Kale’ye pikniğe gidilirdi. O zamanlar yeterli vasıta olmadığı için çoğunlukla at arabalarıyla gidilir, Edremit’e gitmek için topluca dolmuş tutulurdu. Anneannemin teyzekızı Vahide Hanımın Edremit’teki evlerine gidip bağ bahçedeki envay çeşit meyvelerden yediğimiz dün gibi aklımdadır.

Kışlık zahirelerin hazırlanmasına yaz aylarında başlanır, sonbaharda da devam edilirdi. Bir eve kışlık zahire geldi mi komşulara da tattırmak adettendi. Zahireler hazırlanırken, komşular birbirlerine yardım ederler, alet edevat eksiklerini( kavurma kazanı, tıntos, sini gibi) birbirlerinden alarak tamamlarlar, yaptıkları işi zevkli hale getirmek için de, semaver çaylarını, yiyeceklerini, sohbetlerini eksik etmezlerdi. Sözü sohbeti güzel olanlar hikayeler anlatırlardı. Bu gelenek uzun ve soğuk kış gecelerinde de devam ederdi.

Mahallenin kadınları dayanışma içinde çalışırlarken, birbirlerinden bilmedikleri şeyleri de öğrenirlerdi. İnternetin, bilgisayarın olmadığı o zamanlarda, el işleri, örgü, dantel, yemek, pasta yapımı, gibi birçok şey bu yöntemle öğrenilirdi. Her biri  ayrı birer değer olan büyüklerimiz  tecrübe ve yaşanmışlıklarını  paylaşmayı severlerdi. Rahmetli annem de mahallenin kabiliyetli, becerikli, bilge insanlarındandı. Yaşı itibariyle ona akıl danışan çok olurdu. El işlerinde mahirdi ve öğretmeyi de severdi. Sabrının sınırlarını zorlayan öğrenicilere de tatlı sert üslubuyla kızmaktan çekinmezdi.

Komşular birbirlerinden haber alamadığında çat kapı uğrar, hal hatır sorar, komşusunun derdini dert edinirlerdi.

Bayramlar, düğünler, nişanlar, asker uğurlamaları, taziyeler ise yine bu dayanışma ve beraberlik duygusu ile karşılanırdı. Bu özel günlerin hepsi birer yazıya konu olacak güzellikte ve özellikte idiler.

2 Nisan Van’ın Kurtuluş Bayramı törenlerini izlemek için tören alanına yakın olan Harabe Mahalleye (bugünkü Şabaniye) giderdik. O tarihlerde uzak mahallelere ulaşım zor olduğu için, bu gidişler önemli sayılırdı.

Sabah esnaf, çiftçi, marangoz, terzi erkenden işlerine, öğrenciler okullarına giderken, hanımlar da arktan aldıkları suyla kapı önlerini süpürür, temizliklerini yaparlardı. Öğlen olmadan bu işler biter, komşulara çaya, kahveye gidilir, güncel dedikodular yapılırdı. Saat 11 gibi komşumuz Ahmet Dayı köşeden görünürdü. Omzunda ceketi, başında şapkası vardır. Onu gören eşi Saliha Hanım “Vayli herif geldi, evde meni görmezse başıma it suyi töker, Allahtan yemeğim var, gâhım gidim.” der.

Ağa Dayı, Belediye Encümen üyesiydi. Mahallede herkes ona Küçük Ağa derdi. Sohbeti çok severdi. Komşuları toplar hasbıhal ederdi. Sorunlara çözüm bulmayı da sevdiği için birçok konuda ona danışılırdı. Yazın bahçeler, kapı önlerinde; kışın evlerde toplanan komşular hikâye anlatmayı ve dinlemeyi de çok severlerdi. Kar yolları tıkamış olsa da, misafirliğe gidenleri engellemez, grubun en genci kürekle yolu açar, ulaşımı sağlardı.

Çocukluğumuzda balık, iplere dizilerek ve tane ile satılırdı. Eşeklere yükleyen satıcılar mahalleleri dolaşırdı. Balığın tanesinin 100 para olduğu zamanlar ve ortası delik olan bu paralar, hala hafızamdadır. Hemen her evde tandır olduğu için, balıklar genelde tandırda pişirilirdi. Balık zamanı tuzlu balık yapmayı da ihmal etmezler, Ayran Aşı ile beraber pişirirlerdi.

Sokağımızın dereye giden kısmı yokuş aşağı idi, orada kışın kızak kayardık. Dere dediğim yer şimdi suları azalmış, her iki tarafı betonlaşmış Akköprü Çayının geçtiği yerlerdi. Sabah akşam bir süvari birliğindeki atlar dereye inip su içerlerdi. Onları seyretmek biz çocuklar için büyük zevkti.

Sokağımızda eski Van evlerinin güzel bir örneği olan Hulusi Efendinin evi vardı. Geniş, ferah, cumbalı, köşklü, büyük salonlu bir evdi. O zamanlar ehliyet kurslarını belediyeler düzenlerdi. Kurslar ve sınavları bu evde yaparlardı.

Derede şimdi mezbaha denilen, Van şivesi ile Salahane olarak bilinen et kesim evi mevcuttu. Her sabah günlük kesim için hayvanlar sokağımızdan geçer, Salahaneye giderlerdi. Kesimden sonra etrafa atılan artıklar, sokakta gezen kedi ve köpekler için ziyafet sofrası olurdu. Salahanenin biraz yukarısında şehrin gazyağı ihtiyacını sağlayan bir tesis vardı. Buraya GAZHANA denirdi. Burada bu petrol ürününün depolanması, belediyenin kontrolü altında yapılırdı.

Şabaniyedeki Bezirhane, sabun fabrikasıydı.

Elektrik küçük vatlı dizel motorlarla üretilerek, haftanın 3 günü, şehrin bazı yerlerine akşamlar verilir, gece saat 11 e kadar buralar aydınlanırdı. Bu nedenle gazyağına ve gaz lambalarına çok ihtiyaç olurdu. Akköprü’de şimdiki gibi geniş yollar yoktu, dere ince bir köprü ile geçilir, adına İsitme Köprüsü(Sıtma Köprüsü) denirdi. Rivayet bu ya, Sıtma hastalığına yakalanan çocuk ve büyükler bu köprünün altından geçirilirse, hastalığının geçeceğine inanılırdı. Bu nedenle bu köprü, Sıtma Köprüsü adını almıştır. Toprakkale’den çıkıp Akköprü’den geçen bol suyla çalışan, zamanın un fabrikaları sayılan, Su Değirmenleri vardı. Burası halk arasında Değirmenbaşı olarak adlandırılırdı ve Hıdırellez şenliklerinin, pikniklerin değişmez yeriydi. Hıdırellez kutlamalarını daha önce “Van ‘da Hıdırellez” yazımda anlatmıştım.

Eski Van’da bağ, bahçe önemliydi. Edremit Elması, Sıhke Kavunu meşhurdu. Evliya Çelebi, Seyehatnamesinde “Dünyanın en güzel gülleri Van’da yetişir” diye yazmış; Van’da yetişen lahanaların iki tanesinin bir deve yükü olduğundan bahsetmiştir. Yine eski Van’da at yarışlarına önem verilmiş, at yetiştiriciliği ve biniciliği dikkat çekmiştir.

Anılara nokta koymak pek mümkün olmasa da, bu yazıya Van Ağzından birkaç atasözü, deyim ve fıkra ile nokta koyalım:

-Ac’ı işletme, toku söyletme

-Kör atın kör nalbantı olur.

-Henek henek, sonu olur değenek

-Yağmur günü şoratan borcu verilmez

-Düz yolda yürüyemiyi,şoğomda şıllık ati

-Sen ağa, men ağa, inekleri kim sağa?

-Özan çok şişme, patlarsan.

-Kebap kokusuna gittik, baktık eşek dağliyilar

-Sen nere, Keçel Mıstonun ahuri nere

-Gecele’nin ömrü az olur

-Sınanmamış atın arkasına geçilmez.

-Çat başında, çarık ayağında.

-Bir gün vezir, kırk gün rezil

-Ayağıma yer edim, gör başan neler edim

-Yapın verin elime, gösterim er’ime

Tuzlu balık yenmişse:  -Yemişler yandırani, içerler söndüreni.

Öliler ele bili, dırilar her gün helva yiyi.

Herkes öz serdiği mindere oturur.

Minder demişken:

İl dışında oğlunu ziyarete giden komşusunu arar.Hal hatır sorduktan sonra:

-Komşu ne zaman geliyorsun? diye sorar.

-Vallah men ne bilim, hele minderimiz yumuşaktır.(Memnuniyet göstergesi).

-Minderim serttir dediyse memnun olmadığı, bir an önce döneceği anlamına gelir.

Kalın sağlıcakla…

Yazarın Diğer Yazıları