Dr. Mine Kılavuz Ongün

Spor ayakkabısı

Dr. Mine Kılavuz Ongün

Onu tanıdığımda kırklı yaşlardaydı. Semt pazarının kurulduğu Salı günleri tezgahını açar, kadın tamirciye ilk kez rastlayanların meraklı bakışları altında, tanıyanların ise tanıdık selamları ile işini yapar, pek de konuşmaz. Tezgahların hemen hepsinden yükselen ve birbirine alışık sesler, bu bölgede sessizliğe dönüşür. Küçük bir tezgahı vardır. Tozlu topraklı, çivili, keskili alet kutusu ile kadın eline yakışan dikiş nakış tezgahlarına hiç benzemez. Olsun, Ne bu tozlu kutu umurundadır, ne de sandalyesindeki soluk minder. Yanındaki kutu ise tam tersine, pek özenli, pek düzgündür. Tamir ettiği her ayakkabıyı özenle bu kutuya koyar, sahibinin gelip alması için bekletir.

Sadece haftanın bir günü çalışır, başka semtin pazarında açmaz tezgahını. Paraya da pek ihtiyacı yoktur. Kendi evinde dolaplar dolusu ayakkabısı vardır, yine de görüp beğendiği her ayakkabıyı almaktan geri durmaz.

Günlerden Salı. Pazar kurulmuş ama Nermin Teyze yoktur.  Yan komşusuna bıraktığı temiz olan kutusu oradadır. İçinde tamir edilmiş ayakkabılar, üzerine isimleri yazılmış, sahibine verilmek üzere, komşuya teslim edilmiştir. Dikkatimi çekiyor, soruyorum kendisi nerede diye. Hasta olduğunu öğreniyorum.  Kutuya takılıyor gözüm. Üzerine isimler ve ücretin yazıldığı birer kağıt yapıştırılmış bir çok ayakkabı var. Birkaçı da spor ayakkabısı. Bunların üzerindeki kağıtta  "ÜCRET ALINMAYACAK" yazıyor.

Bir hafta sonra Nermin Teyzeyi tezgahının başında görünce sevinerek yanına gidiyor geçmiş olsun diyor ve ona nasıl yardımcı olacağımı soruyorum. Sağlıkçı olduğumu öğrenince hastalığından bahsediyor, konuşuyoruz. Bir taraftan mahir elleriyle işine devam ediyor. Ayağında en iyisinden bir spor ayakkabısı. Daha önce hep suskun haline alıştığım Nermin Teyze ile aramızda hoş bir sohbet başlıyor.

Okumayı seviyor, birçok kitaptan bahsediyor, yorum yapıyor, kendisiyle de barışık:

"Haftanın bir günü bu pazara gelir, bildiğim bir işi yaparım. Ama severek yaparım. Sadece şu ellerime değil, kalbimle yaparım. Ne yalan söyleyeyim, çalışmasam da olur, eşimin bize yetecek kadar parası var çok şükür.

Ben liseyi bitirdim. Yoksulduk, devamını okuyamadım. Gözüm hep okumakta kaldı. Bir de spor ayakkabılarında. .. Liseye başlayınca Beden Eğitimi Derslerimiz de başladı.  Burası liseydi, bizim fakir mahalle okulumuza benzemezdi. Hocamız derse spor ayakkabısı ile gelin diyordu. Benim spor ayakkabılarım yoktu. Nasıl olsun ki, ayağımdaki ayakkabıyı zar zor almıştı babam. Altı kardeştik, hepimiz küçük. Bir tek babam çalışıyor. Abimse bulduğu geçici işlerde çalışıp destek oluyor. Beden Dersine bir süre normal ayakkabım ile katıldım. Öğretmen uyardı, arkadaşlarımın bakışları rahatsız etti ama nasıl söyleyeyim. Abime söylesem alacak biliyorum, zorlanacak ama alacak. Her hafta Beden Dersi olduğu gün okula gitmedim. Ta ki eve okuldan kağıt gelene kadar. Sebebim vardı ve doğruydu. Aileme yalan söyleyemezdim. Açıkça söyledim, ayakkabım olmadığı için okula gitmedim diye. Çok üzüldüler tabi. Abim çalışıp cebindeki parayı denkleştirerek günler sonra o ayakkabıyı almıştı bana. Mutlu olmuştum tabi.

Derslere de gitmeye başlamıştım artık. Biliyordum ki bu ayakkabıyı lise bitene kadar giymek zorundaydım.Ona gözüm gibi bakmalıydım..Fakat  ağabeyciğimin kısıtlı parasıyla alınmış ayakkabım sadece  Beden derslerinde giydiğim halde ,kısa bir süre sonra  bir iki yerinden yırtılmaya başladı. Onlara göstermek istemiyordum.  Yenisini alacak güçleri olmadığı gibi, tamir de ettiremezdik. Bir kaç dersi diğer sınıflardan tanıdığım arkadaşlardan rica minnet alarak idare ettim. Böyle devam edemeyeceğinin farkındaydım.

 

Bir gün eve dönerken sokağımızda bir ayakkabı tamircisi dükkanı gördüm. Yeni açmış. Küçük bir dükkan. Yaşlı bir amca, ufak tamiratlar yapıyor. Gözlerim ışıldadı. Gidip konuşsam, benim ayakkabımı da tamir eder miydi acaba?

Ertesi gün spor ayakkabımı yanıma aldım okuldan gelirken dükkana uğradım." Param yok ama sana işlerinde yardım edersem ayakkabımı tamir eder misin? "diye sordum. Yaşlı amca ayakkabımı aldı  " İki gün sonra gel al" dedi. Çok sevinmiştim ama ustanın bu iyiliğinin altında kalmaya da niyetim yoktu. O akşam babamlara durumu anlattım. Ayakkabımın delindiğini, giyemediğimi, onları zorlamamak için söylemediğimi, derslerde yan sınıftaki arkadaşlarımın ayakkabıları ile idare ettiğimi söyledim. Ve izin verirlerse her gün okul çıkışı birkaç saat ustaya yardım etmek istediğimi.

Yoksul ama açık fikirli babam itiraz etmedi. Çok sevinmiştim. O günden sonra da okul çıkışlarında ustaya yardım etmek için dükkana uğrar oldum. Ustam çok iyi bir insandı. Beni kırmayarak ücret almadan ayakkabımı tamir etmiş, ezilmemem için de yardım etmemi kabul etmişti. Dükkanı temizliyor, getirip götürülecek işlerde yardım ediyordum.  Ustamın ara sıra verdiği harçlıkları utana sıkıla kabul ediyordum. Asıl kazancım ise işi öğrenmem olmuştu. Ustamın işini özenle yapışını izliyor, öğrenmeye çalışıyordum. Güçsüz ellerim zamanla ayakkabılarla dost oldu, güçlendi. Ustam iyice yaşlanmıştı elleri titriyordu. Bu işi daha fazla sürdüremeyeceği belliydi. Dükkanı kapattığında emektar ustamın mesleğini öğrettiği bir çırağı vardı artık. İşte ben de bu işi ondan devraldım. Aileme destek oldum. Uzun bir süre devam ettirdim. Evlendikten sonra da bu işi sadece haftanın bir günü pazarda yapmaya başladım. İhtiyacım olduğundan değil, mutlu olduğumdan yapıyorum bu işi. Evdeki dolaplar benim ayakkabılarımla dolu. Param olduktan sonra beğendiğim her ayakkabıyı aldım, en iyi spor ayakkabılarını aldım. O kadar iyiler ki, istesem de yırtılmıyorlar artık."

Gözüm yine o temiz, düzenli ve içinde ücreti alınmayacak spor ayakkabılarının olduğu kutuya takılıyor. Yüzümde, takdir ve hüzünle karışık buruk bir gülümseme,  ayrılıyorum oradan. Ve artık anlıyorum Nermin Teyze'nin spor ayakkabısını tamire getiren çocuklardan neden para almadığını, evinde neden onca ayakkabısı olduğunu.

Yazarın Diğer Yazıları