Dr. Mine Kılavuz Ongün

Van'dan Vaniköy'e 2 ve 3 (Haşmet Sırrı Akşener) ve Çoban Kapısı Efsanesi

Dr. Mine Kılavuz Ongün

Değerli okurlar, bundan önceki yazımda Haşmet Sırrı Akşener'in Van'dan Vaniköy'e -1 adlı kitabından bahsetmiş ve üçlemenin diğer kitaplarıyla devam edeceğimizi belirtmiştim.

Yazarımız 2. kitabında da yazıldığı dönemin konjonktürü yanında Van ile ilgili bazı efsaneler, tarihi kişilikler ve Van Şehri ile anılan bazı kişilerden de bahseder. Kitaptaki bölümler hakkında söylenecek çok şey var elbette. Ancak hafızlarımızı tazelemek adına bu yazıda sadece birkaçından bahsedeceğim.

Van Folkloründe efsanelerin önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Yazarımız bazılarından ismen bahsetmiş, birkaçını da anlatmıştır. İşte o efsaneler: Çoban Kapısı Efsanesi, Çomar Bölükbaşı Efsanesi, Kız Taşı Efsanesi, Artos Dağı Efsanesi, Buğday Tepesi Efsanesi, Semiramis Efsanesi.

Çoban Kapısı Efsanesi'ndeki Meher Kapı ve kör Kapı da denen Çoban Kapısı Van'ın 5 km kuzey doğusunda Akköprü Mahallesi'ndeki Zimzim Dağı yamacında bulunmaktadır. Buradaki çivi yazılı kitabe, Urartuların dini hakkında önemli bilgiler vermektedir.

Efsane şöyledir: "Günlerden bir gün kepeneği sırtında, sihirli kavalı elinde, önüne kattığı koyun sürüsünü güden bir çoban, sürüyü Akköprü Suyuna kadar getirir. Bu sudan hem kendi içer, hem koyunlarını suvarır. Zimzim Dağı'nın yamaçlarından doruğuna doğru çıkmaya başlar. Biraz sonra koyunlarını dinlenmeye bırakıp, sadık dostu kavalına sopa gibi dayanır ve yorgunluktan kapanmaya başlayan göz kapaklarına hükmedemeyerek tatlı bir uykuya dalar. Bir süre sonra da güzel bir rüya ile baş başadır. Masmavi bir gök kubbesi altında ve şirin bir yerdedir. Birdenbire gökyüzünün tabakalar halinde yarıldığını görür. Yarılan gökyüzünün içinden son derece güzel bir kız çıkar ve bizim delikanlı çobana yaklaşarak selam verir. Ona yardıma geldiğini, korkmadan kendisini dinlemesini ister ve devam eder: " Bak, şimdi sana bir dua öğreteceğim, bunu iyi belle ve sakın unutma. Bu dua bütün tılsımları bozacak ve istediğin bütün arzu ve emellerin yolunu açacaktır. Şu kapıya iyi bak…" diyerek onu Meher Kapı'ya doğru götürür ve çobana öğrettiği duayı okur. Çoban birdenbire ne görsün. Koca taş kapı yarılmış ve içeriye girecek şekilde aralanmamış mı? Güzel kız genç çobana  "haydi korkma, içeriye gir"  diyerek açılan kapının içini ona gösterir. Duayı da tekrar tekrar okuyarak unutmamasını tembih eder.

Bir süre sonra çoban uykudan uyanır. Rüyanın etkisinden bir türlü kurtulamamıştır. Bir yandan da sürüsünü toparlamaya çalışır. Çekinerek rüyasında gördüğü kapıya yaklaşır. Duayı okur ve hayretler içinde taş kapının açıldığın görür. Kapıdan içeriye girer ve gördükleri karşısında kalakalır. Mücevherler, altınlar, elmaslar yığın yığın karşısında durmaktadır. Hemen heybesini bunlarla doldurmaya başlar. Heybe tıka basa dolmuştur ve evinin yolunu tutar. O kadar neşelidir ki, kavalını çalmak ister. Fakat kavalını taş kapının içerisinde bırakmıştır. Çıktığında da kapı kapanmıştır. Geri döner ve kapının önüne gelerek ezberindeki duayı okumaya başlar. Kap açılır ve içeriye girer ve kavalını bıraktığı köşede bulur. Kavalıyla beraber oradaki kıymetli eşyalardan biraz daha alır, kapıya yönelir. Yeniden kapanan kapıyı açmak için ezberindeki duayı okuması gerekmektedir. Fakat dünya telaşı ve hırs ona duayı unutturmuştur. Dua bir türlü aklına gelmez. Aklını zorlar, yalvar yakarır ama hatırlayamaz. Dışarıya da çıkamaz. Dünya malına çok tamah edip bunu hırsa dönüştürdüğünü düşünerek kahrolur ve için için ağlamaya başlar. İşte rivayet ederler ki, Meher Kapı'ya gelen ziyaretçiler, kapının ardından bir inilti duyarlar ve kulaklarını kapıya dayadıkları zaman genç çobanın içeriden gelen hazin ağlama sesini duyarlarmış."

Meher Kapı ile ilgili bir diğer inanış da, bu kapının yılda bir kez kendiliğinden açıldığı ve Hz. Ali'ye ait ganimetlerin bu kapalı taş kapı ardında olduğu şeklindedir."

Kitapta 1937 yılında Ankara Devlet Konservatuarı'nın başlattığı bir derleme seferberliğinden bahsedilmekte. Bu dönemde yaklaşık 8000 civarında halk ezgisinin derlendiğini öğreniyoruz. Muzaffer Sarısözen, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedi Yönetken, Nurullah Taşkıran, Necil Kazım Akses gibi müzik adamlarından oluşan ekip, son çalışmalarından birini de Van 'da gerçekleştirmiştir. Bu çalışmada, kaynak kişisi Özdemir Akşener olan "Çorabı çektim dizime, indim Ereğin düzüne" adlı türkü derlenirken, nakarat kısmındaki "kafirin kızı" ibaresi, "zalimin kızı" olarak değiştirilmiş.

"Bele midir zalımın kızı

Sen beni derde salıpsan,

Gel otur, gel yanıma

Belki de halimden bilesen."

Kaynak kişi bu anısını anlatırken şuna dikkat çeker: "Bu türkünün derlenmesi konusundaki anım, türkünün kaynak kişisi olmam ve yörede çok bilinen bir türkü olmasından da öte, bu derlemelerin nasıl ve ne derece emek verilerek ve ciddiyetle üzerinde durularak yapıldığını göstermesi yönünden önemlidir."

Konu Van olunca,  yazarımız 1915 yılında yaşanan sıkıntılardan ve büyük göçten bahsetmeden de geçmez.1918 de dönüş yapanların neden göl kıyısına değil de, içerilerde yerleştikleri, Vanlılara hep sorulmuştur. Çünkü dönenler, eski Van Şehri'ni, evlerini ve diğer yapıları harabe ve yıkıntı şeklinde bulmuşlardı. Zamanın şartları ve yoksulluk, insan gücünün azlığı gibi sebeplerle, halk buraları yeniden imar etmektense, Erek Dağı eteklerindeki bağlık yerleri yerleşim yeri olarak tercih etmiş ve yerleşmişlerdir.

1915 değerlendirilirken dikkat çekici şu kubleyi anmadan geçmeyelim:" Tarih boyunca defalarca bu acı akibete uğrayan Van Şehri, yiminci yüzyılın başlarında da aynı talihsizliklerle karşı karşıya kalmış oluyordu. Yöre insanının ve yönetenlerin bu işgal ve kurtuluş olgularından çıkaracakları çok önemli dersler vardı. Asırlar boyu yan yana, kardeşce, dostça, ortak kültür oluşturarak bir arada yaşayan bu insanlar birbirlerine nasıl düşman olmuşlardı? Bunda kimlerin, ne gibi yararları vardı? İşgal ve kurtuluşun özetlemeye çalıştığımız bu kısa öyküsü bile, oynanan oyunun perde arkasını gösteren bazı ipuçları vermesi bakımından önemlidir."

Kitapta Yazlık Sinemalar adlı bir bölüm var ve burada Van'da sinema kültürünün ne kadar eski olduğundan ve bu sinemaların kurucularından, sahiplerinden bahsediliyor.

Dünyayı gezen Evliya Çelebi'nin yolu Van'a düşmez olur mu? Birçok yazar ve gezgin gibi o da Van Kalesi'nin eşsiz bir tarihi eser olması karşısında büyülenmiş ve şunları yazmış: "Osmanoğlu Devleti'nde gösterişli bir kale de, Van Kalesi'dir ki, anlatılmasında dil aciz kalır. Kale düzlükte çökmüş bir deveye benzer.  "Yine Evliya Çelebi'nin yazdıklarından öğreniyoruz ki, göl kıyısındaki çeşitli kaleler arasındaki nakliyeyi sağlamak için, Vangölü'nde yaklaşık 50 gemi çalışır. Evliya Çelebi adeta resmeder gibi bir anlatımla, coğrafi, fiziki özelliklere ve kültürel yaşantıya da dem vurur.

1912 yılında Van'da doğan ve 1915 göçünde Adana'ya gelen Ruhi Su, Türkülerin vazgeçilmez ismi. Çıkardığı albümlerden birinde seslendirdiği Ali Paşa Ağıtı'nı ve Ruhi Su'yu, bu ağıtın öyküsünü anlatarak analım: "1907 tarihinde, Tahir Paşa'dan açılan Van Valiliğine, tarihte Adliyeci diye anılan Ali Paşa (Bey) atanır. Çok faal ve cesur bu yöneticiye Van Halkı kısa sürede ısınır ve bağlanır. Ancak bu cesur ve çalışkan vali, İstanbul'daki sefaretlerin baskı ve dayatmaları ile daha senesi dolmadan görevden azledilir. Van Halkının bu azli durdurma yolundaki başvurularını İstanbul baştan savar. Yeni Vali'yi beklemeden Batum'dan deniz yoluyla İstanbul'a gitmek için Batum'a gelen Ali Paşa, burada komitacılarca 26 Recep 1927 'de şehit edilir. Bu hadise üzerine Vanlılar bir ağıt yakarlar:  "

Arpa ektim biçemedim,

Bir düş gördüm seçemedim

Alişmışam soğuk suya

İssi sular içemedim.

Üç atım var, biri binek

Arkadaşlar kalkın gidek

Ali Paşa'yı vurdular

Yavrusuna haber edek.

………….

Van'dan Vaniköy'e üçlemesini tamamlayan 3. Kitapta ise bazı Vanlı şairlere, Van hakkında yazılan şiirler ve şairlere rastlıyoruz. Hepsinden örnekler vermekti gönlümden geçen. Ancak bu mümkün olmadığı için, birkaçından örnekler sunalım. Buyurun:

VAN KEDİSİ

Toprak mı, hava mı, su mu?

Seni bu biçimde bezeyen,

Gözlerin kehribar, mavi, çağla yeşili

Bedenin yumuşak, temiz ve ak

Bir yumak gibi, ya da bir bulut kümesi,

Çocukların can dostu

Sevimli, soylu

Güzel Van Kedisi. (Haşmet Sırrı Akşener)

 

İşte Sait Faik Abasıyanık'ın "Bilmem neden böyle yapıyorum "adlı şiiri:

Benim hayalimdeki Vangölü'nü bir bilsen

Karlı dağlarla çevrilmiştir.

Sularına geceler indiği zaman

Issız kıyılarda kanatlı atlarıyla vahşi süvariler belirir.

Sularında çamaşır yıkayan duru beyaz, ak akça

Kara gözlü kızları vardır.

İçilemeyen suları gibidir her şeyi

Tadına ancak seyirle varılır.

İsmini bilmediğim bir rüzgar

Geceleri bile kıyıları pırıl pırıl eden dalgacıklar yaratır.

Vangölü'nün martıları bağırdıkları zaman

Kadınlar hep erkek doğurur,

Kısraklar yavrular

İnekler buzağılar

İnsanlar ancak Vangölü durulduğu zaman ölebilir.

 

"HIDIRNEBİ" adlı şiir ise gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İkram Kali'ye ait:

Zemheri bitecek diye beklerler

Buna bir de küçük çille eklerler

Kara çarşambaları iple çekerler

Hıdırnebi aziz an'a gelende.

 

Bahar bayramı her yanı silerler

Neş'elenir, şenlik eder, gülerler

Cümle âlem için iyilik dilerler

Hıdırnebi bizim Van'a gelende

Yedi kız yedi kapı gezerler

Gelbir içine yedi nimet dizerler

Kavut olsun diye narin ezerler

Hıdırnebi şirin Van'a gelende

 

Ağza üç kez tuzlu kavut atarlar

Niyet eder bir umutla yatarlar

Geleceğe aşk, heyecan katarlar

Hıdırnebi güzel Van 'a gelende

 

Dilek tutar, karga kuşa satarlar

Kavutu çöçe yapar dama atarlar

Yorumlarda geleceğe bakarlar

Hıdırnebi canım Van'a gelende

 

Kulaklar kapıda pusma yaparlar

Her evden özlü bir sözü kaparlar

Manidir bu sözü sözle tartarlar

Hıdırnebi özüm Van'a gelende.

Yazarın Diğer Yazıları