Cem Altaylı

Çanakkale

Cem Altaylı

Tüm dünya sömürgeci ülkelerin elimizde kalan son vatan parçasını da kemirmek için hayasızca saldırdıkları bir  dönemdi. Buna karşılık Türk milletinin tek vücut olup komutanından erine dede, baba, oğul, torun birlikte savaştıkları ve bu vatan topraklarının kurtulacağı inancına hep birlikte iman ettikleri kanlarının son damlasına kadar düşmanlara direndikleri ve bu vatanı vatan yapan yazdıkları destanları 100. yıl dönümünü içine ettiğimiz bu vatanda kutluyoruz.

 Çanakkale’de  yarasına tıktığı otları çıkarıp az önce çarpıştığı düşmanının yarasına tıkayan, ağır yaralıya  verilen  bir parça peksimeti ağzına bırakmadan ben nasılsa öleceğim bu ekmeği savaşan arkadaşıma verin diyebilen asil ruhlu yiğitlerin kazandığı bu vatanda kutluyoruz.  Onlar Çanakkale’de daha sonrada Kurtuluş Savaşında yedi düvele aynı ruhla savaştılar. Bu aziz topraklarda 100 yıl sonra biz  ne yapıyoruz bu ülkenin bütün değerlerini yabancılara peşkeş çekip  Kürt, Türk, Alevi, Sünni, Sağcı, Solcu diyerek birbirimizi boğazlamakla meşgulüz. Bırakın ekmeğimizi başkasına vermeyi, başkalarının ekmeğini ve emeğini çalmakta tereddüt etmiyoruz.  Bedelini ödeyip askere bile gitmiyoruz. Birbirimize ve vatanımıza sevgisiz ve saygısız birer birey olduk.

Çanakkale ve milli marşımızı yazan M. Akif Ersoy “Allah bu millete bir daha bu marşa yazdırmasın” demişti. Amin diyerek tüm şehitlerimizi  rahmetle anarak yüce Akif'in Çanakkale destanını anlattığı şiiriyle bitiriyorum.

Hep beraber nice 100 yıllara bu vatanımızla.

 

 

Çanakkale Şehidlerine

 

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

 

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"

 

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

 

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer.

 

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya'yla beraber bakıyorsun; Kanada!

 

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

 

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

 

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

 

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,

 

Maske yırtılmasa hali bize affetti o yüz...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

 

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

 

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;

 

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

 

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

 

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

 

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

 

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

 

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

 

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

 

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

 

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?

Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.

 

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

 

Bu göğüslerse Huda'nın ebedi serhaddi;

"O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme" dedi.

 

Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

 

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

 

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

 

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

 

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...

Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

 

Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?

"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

 

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyetler eder istiab.

 

"Bu, taşındır" diyerek Ka'be'yi diksem başına;

Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

 

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

 

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsan oradan;

 

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

 

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

 

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

 

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin'i,

 

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

 

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

 

Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

 

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

 

Çanakkale Şehitlerine

 

Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar...

O, rukü olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Vurulmuş temiz alnından uzanmış yatıyor;

Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...

Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

"Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.

Herc u merc ettiğin edvara ya yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyyetler eder istiab.

"Bu, taşındır" diyerek Kabe'yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin'i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki; a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Yazarın Diğer Yazıları