Burhan İçgüleç

ÖNCE İNSAN…

Burhan İçgüleç

Her gencin, yaşadığı toplum içerisinde ulaşmak istediği hayalleri vardır. Eğitim, meslek, para, kariyer, imaj, teknoloji, bilgi, bilişim ilk akla gelenlerdir.

Hepinizin bildiği üzere hayallerimize ulaşmak için çaba ve emek harcamamız gerekir. Diğer türlü hayallerimize ulaşma noktasında başkalarının gerisinde kalabiliriz. Çünkü "kim hızlıysa, kim fırsatı yakaladıysa" hesabına dönen ve birbirleriyle yarışmak zorunda kalan insanların yaşadığı bir dünyada yaşıyoruz. 

Peki, bütün bu yaşananlar arasında insanlığımız, hayallerimizin gerisinde mi kalacak yoksa önünde mi? Hayallerimizin arasına insaniliği katıyor muyuz? Hayallerimizin insancası var mıdır? Ya da hayallerimize ulaşmakla beraber;

Açları doyurmaya kafa yoracak mıyız?  

Hayattan ümidini kesenlere cesaret verecek miyiz? 

Karamsar olanlara, hayata tutunmayı öğretecek miyiz?

Dertli olanlara derman olabilecek miyiz?

İnsanların barınma, beslenme, eğitim ihtiyaçları için bir nebze de olsa kafa yoracak mıyız? 

Ya da "beni ilgilendirmez, devlet baksın" deyip görmezden gelerek mi yaşayacağız? Hayallerimiz; insanlığa sevgi, merhamet, güven, özgürlük, iyilik, paylaşım olarak dönmelidir. Eğer ki hırs, rekabet, baskı, kıyım ve öfke olarak dönerse bilelim ki bu selin altında sadece başka insanlar değil kendi geleceğimiz ve kendi çocuklarımız da kalacaktır.

Derdimi, uzun uzun yazmaktansa yaşanmış bir hikâye ile anlatmam herhalde daha anlamlı ve faydalı olacaktır.

90'lı yıllarda Türkiye'nin büyük şehirlerinden birinde inşaat alanında çalışan bir işçi, inşaatın dış cephe iskelesinden kazayla aşağı doğru düşer ve ciddi bir şekilde yaralanır. Baygın haldeki işçi en yakın hastaneye kaldırıldıktan sonra hemen tedavi altına alınır. Yaralı işçi ağır bir ameliyat geçirip hayati tehlikesini atlatmıştır. Aradan günler geçer ve taburcu olma vakti gelir. Hastane kapısından çıkacağı esnada kendisine ödeme yapması için bir fatura gösterilir. İşçi faturada gördüğü rakamlara inanamaz ve "benim yeşil kartım var başka da bir güvencem yok. Ben bu parayı ödeyemem" der.

Hastane yetkilileri, hastanenin özel bir hastane olduğunu söyleyip yeşil kartın burada geçerli olmadığını ifade ederek parayı ısrarla talep ederler. Üzerinde hala dikişleri olan yaralı işçi ise "hastaneye getirildiğimde baygındım. Baygın olmasaydım devlet hastanesine götürmelerini isterdim" der ve parayı ödeyemeyeceğini bir kez daha tekrar eder. 

Tabi 90'lı yıllarda yeşil kartı olan hastalar sadece devlet hastanelerinden faydalanıyorlardı. Özel hastanelerden yararlanma gibi bir durum söz konusu değildi. Hastane, işçiden talep ettiği ücreti alamayacağını anlayınca olanlar olur ve hastanın dikişlerini, yaraları tam iyileşmeden tek tek (özenle!!!) açarak gönderir…

''Biz, gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık" emri ilahisi doğrultusunda en güzel şekilde yaratılan insana en güzel şekilde muamele etmek gerektiğini biliyoruz. İnanç ve değerlerini öteleyip arzu ve ihtiraslarımızı öncelediğimizde, bizi yönlendiren bu zafiyetlerin getireceği nokta ise; " İnsan, insanın kurdudur" (Thomas Hobbes) gerçeği olacaktır.
İşte değerli okurlarım anlatmak istediğimiz tam da bu, gençlerimiz okullarda aldıkları eğitimle önce bilimselliği mi yoksa insanlığı mı temele almalıdır. Sadece, iyi bir meslek sahibi olayım ve para kazanayım temelli yaklaşımla gençleri yetiştirirsek bu tür kahreden vakalara denk gelmeye devam etmemiz muhtemeldir.

Dolayısıyla eğitime bakış açımızı, insanı merkeze alarak sağlamalıyız. Çocuklarımız ve gençlerimiz, eğitim süreçlerinin içerisinde yer alırken kulaklarına "önce insanı" fısıldamalı, zihinlerini erdem ve ahlak ile aydınlatmalı ve kalplerine insan sevgisini işlemeliyiz.

Yazarın Diğer Yazıları