Eğitimci Yazar Bahri Yıldızbaş

BİR DE SENİ...

Eğitimci Yazar Bahri Yıldızbaş

Yürürken de, bakarken de uzaklara; bazen de dağlara, oradan denizin kenarında hissederim yüreğimde. Kimseye sormadan gördüklerimi yazarım.

Bir de,

Ruhumdaki seni...

“Ne koyarsan aşına, o gelir karşına.”

Sen;

Uzaklarımızsın, yüreğimizdeki yakınımız.

Dağlarımızsın, hayallerimizsin.

Kokusunu aldığımız balıkların denizi,

Gün batımında oturduğumuz taşların kalesisin...

 

Turuncuyla buluşturduğun Nemrut,

Uşgunları tattırdığın Erek,

Suyuyla iyileştirdiğin Farık,

Kokusunu şehire yaydığın Sıhke Kavunun,

Güzelliğini izlediğimiz Edremit Kalesi,

Yediğimiz otlu peynirin ateşini söndüren kehriz suyun,

Kavaklarından seyrettiğimiz gökyüzünü, Yediğimiz astik elmaların fidanlığını, Sokaklarında oynadığımız tekgözü,

Fırından dükkana kadar yarısını yediğimiz çakır ekmeğini,

Ekmeğin üzerine sürdüğümüz tereyağı ile cacığı,

Bir de camuş sütünden yapılmış kağıt inceliğindeki kaymağını,

Elli iki merdivenlerde macera ararken askeri nezarette geçirdiğimiz saatleri,

3G zamanı çıktığımız Toprakkale'de fırtınada boğulmaktan kurtaran İhsan amcayı,

14 kişilik dolmuş ile 30 mahallelinin Mollakasım'a denize giderken, Alaköy çıkışında devrilmesi sonucu yaralılar dolmuştan çıkarılırken, Remziye teyzenin, “Bardaklarım kırılmamış.” diye sevinmesini.

 

Maraş caddesi açılırken kesilen ağaçlarını,

Şamran Kanalı'nı,

Bahçivan'da gezmeyi,

Erekte horoz dövüştürmeyi,

Mame'nin tepesinde kızak kaymayı,

Ğaraba mahallede it gezdirmeyi,

Hanikoğlu, Gumtepe, Meteoroloji, Mercimek mahallelerinin tarlalarında top oynamayı... Çalık Sokağı'ndan bahçelere dalıp, Maraş Caddesi'nden çıkmayı,

Hafıziye'den geçerken cennete gitmek için Nanyemez Baba'ya Fatiha okumayı,

Gölbaşı'ndan dayak yemeden kurtulmayı,

Eski lastik kaplamadaki sihirbazın başlama zilini çalmayı,

Öğretmen okulunun önünden geçerken efendi yürümeyi,

Şığ Zeki’nin dükkanında soğan ekmek ile karın doyurmayı,

Rahmetli Abdurrahman Efendi'nin bahçesinden meyve almak(çalmak) için saatlerce Asker dayının orada Boyalar Camisi'nin imamının ezan okumasını beklemeyi,

Kavgacı olduklarından Suvaroğlu'na ve Kanlı Meşe'ye girmeden, Ğaşboğan'dan, Eski Ceza Evi'nin oradaki askerlere ve mahallelerdeki küçük çocuklara meyve dağıtmayı,

Hıdrellaz da Akköprü’de ağaçtan ata binenleri,

Mahallelerin tümünün ortasından geçen arğları(kanal), kehriz sularını, zernebatları...

Yazın İskele'ye yüzmeye giderken yediğimiz dayakları, dönüşte kaleden geçiş için Niko'dan aldığımız vizeyi, perşembe günleri Şığ Abdurrahman Baba ziyaretine giden bekar kızların iki tarafı kaygan, dolambaçlı kaya kanalından, hiç bir yerlerini kırmadan “O yanım keçe, bu yanım keçe. Elime helal süt emmiş bir goca geçe.” diyerek yedi perşembe sonra koca bulacağına inanan ablaları...

Film bittikten sonra, Emek ve Şehir sinemalarının önünde bekleyip, komşu kızlarını uzaktan takip ile eve götürmeyi,

Vırvır Elo'nun bağındaki üzümlerden yemeyi, Meydanda rahmetli Şoratan Salih abinin karpuz satmasına yardım etmeyi,

Berber Bedrettin amcaya karışmayı,

Yaşar Koç'un verdiği karpuzları derede yemeyi, ardından kavga etmeyi, oradan spor salonuna uğrayıp köse Süleyman’dan azar işitmeyi, Saffet amcadan: “Evladım sessiz olun, girin oynayın.” demesini,

Yaralandığımızda yaraları pansuman eden ve narkozsuz on dikiş atan rahmetli Memet efendiden: “Hem rahat durma, hem elin kes, hem de ağla. Sus yoksa kafan kırarım.” demesini,

Cumhuriyet Caddesi'nden geçerken Doğan Pastanesi'nde yaz ise dondurma, kış ise acıbadem yemeyi,

Oto Şark firmasının önünden geçerken “Tatvan’a, Baykan’a, Silvan’a, Batma’a Batman’a” diyen Ahmet amcayı,

Sütçü Fevzi, Sütçü Ali Ekber, Sütçü Kurban amcada tirinte, piyas, tereyağı, cacık, bal, kaymak ve otlu peynir menülerinden birisini yemeyi,

Fırıncı İbrahim’in (İbo) sıcak çakır ekmeği ile ramazanda iftar saatine yetişmediği için kavga ile havalarda parçalanarak dağıtılan kıymalılarını,

Halil ustadan dürüm istendiğinde; ”Yemeyin.” demesini,

Alaattin Şen'in oradaki gazeteleri bedava okumayı, gazozcu amcadan gazoz içmeyi, şehir sinemasında oynayacak filmlerin listesini yapmayı,

Üşüdüğümüzde Halk Kütüphanesi'ne gidip İsa dayının yaktığı sobanın başında, onun vereceği kitabı okumayı, Hakkı Yakupoğlu’ndan sessizlik aferini almayı, paralar bitince PTT’ye gidip mektup yazmayı, Beşkardeş Oteli'nin önünden hızlı geçmeyi.

Vali Konağı'nın tepesinden Feyat'ın köşeye kızak yarışlarını, Atatürk Lisesi'nin (Dadaş rahmetli) Ğoğosu ile sosyete basket takımını,

Endüstri Meslek Lisesi'nin futbol havasını,

Kız Meslek Lisesi'nin Serpil Hoca korkusunu,

Ticaret Lisesi'nin Güngör Töre şive nasihatlarını ve Folklor ekibini,

İmam Hatip Lisesi'nin İzzettin Karabaş (rahmetli) ve Mahmut Gürgür’ünü, Mehter Takımını,

Kız İlkÖğretmen Okulu'nun rahmetli Tayyar Dabbağoğlu’nu, bandosunu, bir de oradaki erkek öğrencilerin havalı yürümelerini.

Rahmetli Mıno'nun kadınları görünce at arabasını dörtnala sürmesini,

İskele taksi şoförlerinin az benzin yakmak için yan oturmaları sonucunda, kavaklara çarpmalarını,

Sabahın erken saatlerinde eski Özalp Durağı ve meydana gelen köy kamyonlarını, dolmuşlarını ve otobüslerini.

O yıllarda 35-40 bin olan nüfusumuz sabah saatlerinde birdenbire ilçelerden ve köylerden gelen akın akın insanlar ile takas alışverişinin canlanması; tavuk, yumurta, peynir, cacık, tereyağı, den(aş) yani sütlü buğday gibi ürünlerin satılması, ihtiyaçların karşılanarak ikindiden itibaren geri dönüşlerin her bölgeye göre ayrı ayrı başlaması. Özalp istikametinden gelen, şehire müzikle giriş yapan, akşam dönüş saatlerini köylülerin müzik sesinden dakikalar önce duyarak, köy meydanında yolcularını bekleyenlere türküler ile merhaba diyen Göründü Güneş rahmetli Alaattin Suvar’ı.

Sabah evden çıkarken, asfalta baskısı yapılmış ayak izlerini takip ederek Kent Kırtasiyeye gidişimizi, oduncuların oradaki Deli Metin’in kahvesinde, garson Aloştan çay içmeyi, arada bir meydana dalmayı, Akbaşoğlu'nun kırık leblebisini, Hacı Osman Camisi'nde el yüz yıkamayı, Müküs'ten gelen cevizci ve gağcılara karışmayı,

Güneş vurdukça kuruyan, kurudukça sulanan ve ardından “taze balığ” satanları,

Sürekli caminin etrafında gezen ve parmaklarını yiyen Deli Arif’i, meydanda gezen Dımso Vermezleri, fırının önünde bekleyen Bayro'yu, kellerden ikindi çöreğini, sebze halinde Faruk Kasapoğlu’nun rahmetli Ziya Emi ile bağırarak konuşmasını, kuzey kapısından çıkarken “Doğan abi nasılsın?” deyince “Size ne olum.” demesini, Memet Emin'in hanında oraklarını başının altına bırakarak yatan ırgatları, Tenekeci Ömer amcanın fıkralarını, Aloş ile Gero'nun su kovalarını, yeni sebze halinin inşaatında resmî kıyafetli, pala bıyıklı, joplu bekçi “Ben kimim, ben Koçero” diyerek bağırışını, tablacıların muhabbetini, madrabazlar sokağını, lastikçilerden aldığımız gıslavet ve boğabaşları, meydanda Bardakçı küplerinin günlerce kale gibi istif edilip satılmasını.(Esas Van peyniri küplerde toprağa gömülendir.)

Şehirlerin tarihi geçmişleri, efsaneleri olduğu gibi; gerçekleri, kültürleri, gelenekleri, anıları, öyküleri, bunları geçmişten günümüze taşıyan liderler, hoş sohbetler ve bütün bunları sürekli yazıp çizen isimsiz yazarlar, günümüze taşıyan kitabeler vardır.

Ne Van Yemekleri, Van Kahvaltısı, ne Van Şivesi, ne İnci Kefali (Van Balığı), ne Van Kedisi (Tekgöz-pişik), ne Otlu Peynir yeni icat edilmedi. Değiştirilmeye çalışılması, eklenmesi, çıkarılması veya uydurulması yozlaştırmaktır. Van (Tuşba) onlarca medeniyete başkentlik yapmış, yapıtları killi topraktan kerpiç kesilerek yapıldığı İçin depremlerden, yeraltı ve yerüstü hareketlerinden erken etkilenerek, ciddi yıkımlar ve yenilenmeler yaşanmıştır. Şehirler dokularını ve değerlerini koruyarak geliştiklerinde, modernleşir ve orada yaşayanlar 'KENTLİ' olurlar. Dokularını korumadan gelişmiş gibi görünen şehirler 'ŞEHİR' olarak kalırlar. Dere yataklarına, sit alanlarına, ovalara, su bölgelerine yapılan yüksek binalar, tarihi ve doğal dokuyu bozarak, sanal şehirlerin oluşumunu sağlar. Van 1. ve 2. derece riskli deprem ve sönmüş volkanlar bölgesidir. 2011'de yaşanan deprem daha çok volkanik lavların ateşlenmesidir. 1976 depremini hatırlarsak Van’da ortalama kırk-elli yılda bir deprem olduğunu unutmayalım.

Folklor, giyim, yaşam biçimi, şive, türküler, maniler, şiirler, ağıtlar, yöresel yemekler (kahvaltı) o şehrin gerçek dokusunu oluşturur. Sinema, tiyatro, konferans, panel, gazete, kütüphaneler, toplantılar, parklar, spor alanları, eğitim ve kültürel faaliyetler, çevre koruma, temizlik, toplu taşıma (otobüs, metro,tramvay) demiryolu, karayolu, havayolu ve deniz taşımacılığı kentliliğin gereklerini oluşturur.

Yüzyıllardır süregelen kahvaltı kültürünün “DÜNYA KAHVALTI GÜNÜ” olarak, tescillenmesi ve ülkemizin adının dünya arenasında konuşulması, miras bırakılan kültürlerin korunması ve sahiplenilmesidir. Bu vesile ile; Van Vakfı Başkanımız sayın Servet Yenitürk’ün daveti üzerine; Sayın Bakanımız Prof. Hüseyin Çelik, vekilimiz Burhan Kayatürk, yönetim kurulu üyeleri ve Vanlı hemşerilerimiz ile basın mensuplarının bulunduğu bir ortamda, Başkentimizde, kahvaltının Başkenti Van Kahvaltı buluşması ve kutlamasına katıldık. Pandemi nedeni ile çok az davetlinin bulunduğu kahvaltıdaki amaç; Van Kahvaltısının ülkemiz ve dünya insanına tanıtılmasıydı. Önümüzdeki yıl, Pandemi illetinden kurtularak, büyük katılımlar ve coşku ile tüm illerimizde “Dünya Kahvaltı Gününü” kutlamamız ümidiyle...

Yaşarken en üstün değerimiz “SEVGİ”, sevginin yarattığı iki cennetimiz vardır. "Vatan ile Ailemiz." Birisi cehenneme döner ise üçüncü bir cennet ahirete kalır.

Bu sevgiler yaşadığımız dünya ailesindeki; kentlerimizi, şehirlerimizi, değerlerimizi koruyarak gelecek nesillere bırakacağımız en güzel mirastır.

Bir SEN varsın,

Bir ÜLKEMİZ,

Bir temiz Dünya,

Bir mutluluk,

Bir de; gönlümüze yazıp, kalbimizle okuyup, ruhumuzla yaşatacağımız “SEVGİ”.

Yazarın Diğer Yazıları