Azmi İlvan

Medeniyet....!

Azmi İlvan

Anlatacağım gerçek bir hikayedir. 
Bir TV  Kanalında izlediğim belgeselden ne kadar etkilendiğimi anlatamam. Gerçek sevginin gücünün, bir insanı hayata ne kadar sıkı bağlarla bağladığını gördüm.
Kısaca değineyim önce. 
Batı Ülkelerinin birinde, Bir çiftin bir çocuğu oluyor ve bu çocuk doğuştan kolları ve bacakları olmayan bir çocuk. Daha doğar doğmaz birilerinin yardımına muhtaç. Anne ve Babasının nasıl duygular yaşadığını tahmin edeceğinizi düşünüyorum. Ama inanın okudukça düşüncelerinizin yanlış olduğunu kavrayacaksınız.
Bu çocuk büyüyor evleniyor ve iki çocuğu oluyor. Önce belgeselin sonucunu belirtmek istedim. Çünkü hikayenin  sonu mutlu ve mutlulukla devam ediyor. Anlatmak istediğim acıma duygusundan çok öte bişey. Kültür ve yaşam tarzıyla bakmanızı istedim.
Evet;
Bu çocuk, çocukluğu döneminde fiziki zorluklar ile ama hep mutlu bir çocuk olarak büyümüş. Babası ve annesi her an yanında olduklarından veçocuklarına fiziksel eksikliğini hiç htirmeden normal bir insan gibi davranarak büyütmüşler. Sevginin, acıma ve üzülmekten  değil de, normal bir insan gibi yaşam hakkı olduğuna inanmaktan kaynaklandığını bilmelerindendir.
Aile çocuklarının normal bir insan gibi yaşaması gerektiğine olan inançları sonucunda, sağlıklı diye bildiğimiz çok insandan hayata daha sağlıklı bakmalarını öğretmiş.
Bu çocuk, Yüzmeyi Golf oynamayı ve hatta 32 yaşına geldiğinde araba kullanmayı bile başarmıştır.
Hayatındaki insanların ve bilhasa Anne Baba ve Eşinin ona olan inançlarının verdiği  güç ile şimdi hayatını çok mutlu ve sağlıklı yaşamaktadır. 
Bundan sonrasına bakalım.
Toplumlar yetiştirdikleri fertlerin fiziksel eksiklikleri ile değil , yaşam denen bir süreçte nasıl yaşaması gerektiğiniöğretmesiyle ileriye hep ileriye doğru gider. Burda en önemli unsur hayata bakış açısıyla alakalıdır. 
Bizim gibi toplumlar da, bu şekil de dünya'ya gelmiş olanların ne yazık ki hiçbir şansı yoktur. Yaşama dair umutlarını daha ilk günden kaybetmişlerdir. Toplum dışına itilmiş, acınma duygusunu hep  yüreğinde hmiş olarak büyür. Hele ki maddi imkânsızlıklar içinde ise, dilenci kültürünün ağır yükü altında ezilir ezilir ezilir.
Acıma ve Sevgi kelimesinin asla yan yana gelmemesi gerektiğine inananlardanım.  Hele ki Acımak bana itici geliyor. 
Niye, neden niçin acımak?
Acıma duygusu bizim gibi  toplumlar da, sağlıklıyım hiçbir fiziksel eksiğim yok  ama o yarım ve eksik diye bakmaktan kaynaklanıyor. Halbuki nasıl bir yanılgı için de olduğumuzun  farkın da değiliz. 
Sakat..!
Bu kelime de öyle bir yerleşmiş ki içimize, nerde fiziksel bir sıkıntısı olanı görsek, Sakat gözüyle bakmaktan geri kalmıyoruz ve acıma duygusunun esiri oluyoruz.
Asıl sakatlık, Toplum değerlerini görmezden gelmektir. Tüm canlıları sevmemektir, ben deyip biz diyememektir.
Acıma duygusu ne yazık ki bizlerde, Dilenci Kültürünün gelişmesine ön ayak olmaktır. Çünkü öyle yetiştirildik, İnancın bir parçası olarak gösterdiklerinden bugün Dilenip Köşeyi dönenlere şahit olmuyormuyuz. Dilenmek yanlız Cami avlularında veya sokakta değil, bilakis Cami içlerinde yardım adıyla bir nevi dilencilik yapılmıyor mu?
Dönüp dolaşıp Sosyal Devlet anlayışına geliyoruz.  Devlet bu anlayıştan uzak oldukça, insanımıza Sakat gözüyle bakmaya devam edeceğiz. Eğitim ve Öğretim,  İnsanı bakış açısından uzak oldukça Acıma ve Dilenci kültürü kaderimiz olacaktır.
Sevginin, Emek olduğunu kavramamız için yukarıda anlattığım hikaye en güzel örneklerden biridir.
Konuyu fazla uzatmadan söyleyeyim.  
Koluları  ve Bacakları doğuştan olmayan bu güzel  insanın Annesi  Babası ve Eşi, ki her insanın kabullenmesi zor olan, böyle bir hayata destek olması ve Mutlu olmayı başarması, bence BİREY olmayı kavrayabilen toplumlar da mümkündür.
Böyle bir toplumda yaşayan herkesin, Mutlu olmaması için hiçbir sebep yoktur.
Medeniyetin, tek dişi kalmış bir canavar olmadığını artık öğrenme zamanımız gelmedi mi?
Aze...

Yazarın Diğer Yazıları