Ümran Öztürk

Gürpınar'da zamanın ruhu

Ümran Öztürk

1970'li yıllardı. Van'ın küçük şirin bir ilçesi olan Gürpınar'a tayinle gelmiştik. Babamın görev süresi burada iki yıldı, çalışma arkadaşlarının bize tuttukları eve yerleştiğimizde bu şirin ilçe kadar evimizin de küçük olduğunu gördük. İki merdivenle elma ağaçlarının da bulunduğu büyük bahçeye açılan mutfak kapımız, bize ayrı bir yaşam alanı açıyordu. Bu küçük şirin ilçenin sonbaharı da diğer mevsimler gibi çok güzeldi.  Sararmış hatta çürümeye yüz tutmuş yaprak ve ot kokusu Gürpınar'a mistik bir hava veriyordu.

 

Ama ben bu ilçeye kış mevsiminin de çok yakışacağını düşünüyordum. Kar yağışını dört gözle bekler olmuştum.

 

Akşamdan sertleşen rüzgar yerini önce yağmura, ardından da seyrek cılız kar yağışına bırakmıştı. Birden hızlanıp arada bir  yavaşlayan, zaman zaman dolgunlaşıp aniden cılızlaşan, rüzgarın da etkisiyle  savrularak yağan kar taneleri bir kelebek gibi uçuşuyor sonra gelip camımıza yapışıyordu. Hiç biri diğerine benzemeyen buz kristalleri,  rüzgarın da etkisiyle havadaki diğer kar tanelerini de kendilerine çekerek filizlenmiş beyaz küçük mineler gibiydiler. Adeta ritmik bir müziğin eşliğinde dans eden küçük şakacı balerinlerdi onlar. Uyur gibi sessiz duran ağaçların kurumuş dallarına da savrularak  yapışıyorlardı. Çocukluğumdan kalma bir heves olsa gerek kar tanelerine çok dikkatli bakarım. Hepsi birbirinden farklı. Bunun nem oranıyla ilgili olduğunu bir makalede okumuştum. Düşük nem koşullarında daha basit yapılı, nem oranı yükseldikçe şekiller de daha karmaşık bir hal alıyormuş. Ama lapa lapa kar da yürümek bambaşka bir zevk.

Havanın iyice kararmasından dolayı perdeler kapandı. Artık  dışarıyla irtibatım kesilmişti.

 

Uzaklardan gelen köpek seslerine rüzgarın uğultulu ıslığı karışıyordu.

 

Böyle durumlarda hep sokağımızda tek olan ağaçtan koca gövdeli elektrik direğini düşünürdüm. Nedense bana çıplak şehrin çelimsiz gövdesi üzerinde adete parmak uçlarında yükselmeye çalışan üretken, güçlü, aydınlık bir kadın gibi gelirdi. Hatta yalnızlıkla elektrik direkleri arasında hep bir bağ kurmuşumdur. Ayrıca bana hüzün veren yanları da vardı. Bu birbirinden uzak düşmüş ağaç gövdeli elektrik direkleri filmlerde izlediğim içli sahneleri anımsatırlar.  Pek çok tutku dolu gizli aşıkların randevulaşma, buluşma yeri, kimi zaman da çiğ bir aydınlığı sunardı, ihtiyacı olana. Herkes evine çekilse de o görevinin başındaydı. Kısık, ölgün ışığıyla sokağımızı aydınlatırdı.  Sabah olunca yok olurdu ışığı, görevi bitince kimse farkına bile varmazdı. Gündüzleri değersizleşir gece en çok ihtiyaç duyulan bir obje olurdu insanlar için. Ama ona en çok karlı havaların yakıştığını düşünürdüm. Işığının altında pervaneler gibi uçuşan titrek kar taneleri manzarası, beni çocukluğuma götüren annemin ninnisi kadar güzel gelirdi. Çünkü şiirsel bir mevsimin tam ortasında olduğumu hissederdim  o zaman. Tıpkı şimdi olduğum gibi.

Sabah heyecanla uyandım. Perdeyi araladım gördüğüm manzaraya hayran kalmıştım. Çünkü gece boyunca yağan kar, bahçeyi beyaza boyamıştı. Sanki bir masal kitabının içindeydim. Heyecanla kardeşimi uyandırdım. Ev halkı uykudaydı. Kargaların telefon tellerinin üzerine saf tutmaları doğaya itaat etmeleri gereğini inandırmıştı bize. Kedilerin ve kuşların ayak izleri şekiller çizmişti bahçedeki kar yığınının üzerine. O güzelliğin içinde olmalıyız diye aklımdan geçirdim. Kardeşimin kulağına eğildim ve "Giyinip bahçeye çıkalım mı " diye fısıldadım. Dışarı çıkarak babamın bize koyduğu  kuralları çiğneyecektik. Gürpınar'a ilk geldiğimizde babam bize ait alanımızı belirlemiş, sınırlarımızı çizmişti. Duvarın öte yanına geçmek yasaktı. Her türlü aktivitemiz bu bahçede gerçekleşecekti ama yine onların izni olmalıydı. Derhal harekete geçmeliydik. Çok hızlı bir şekilde sıkıca giyindik ve kendimiz bahçeye attık. Karlara bata çıka yürüyor, kartopu oynuyorduk. Kendimizi oyuna o  kadar kaptırmıştık ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Mutfak kapısının açılmasıyla bütün tadımız kaçmıştı. Çünkü kuralları çiğnemiş, izinsiz dışarı çıkmıştık. Bu güzel dakikaların karşılığında bizi nasıl bir ceza bekliyor diye düşünürken babamın mutlu sesiyle sevindik. " Kaçaklar buradaymış, fotoğraf makinesini getir" diye anneme seslendi.  Babamla göz göze geldik o an. O da bizim kadar çocuktu.  Elindeki fotoğraf makinesinin deklanşörüne  bastı. Hadi şimdi içeriye kahvaltıdan sonra kızaklarla kayacağız dedi.

 

O gün babamın özel yaptırdığı kızakla sırayla kaydık. Kartopu oynadık ve bahçemize annemin de yardımıyla kocaman bir kardan adam yaptık.

Ne zaman kar yağsa ben hep anavatanım olan çocukluğuma ait bu zaman dilimine gider, zamanın ruhunu çatlatırım.

Haftaya görüşünceye dek şiiri gülüşünüzden, türküleri yüreğinizde saklayın.

Yazarın Diğer Yazıları