Ümran Öztürk

Babaannemin şefkatle yaktığı kına

Ümran Öztürk

İnsanoğlunun en eski sanatlarından biri olduğu bilinen kına çağlar boyunca süregelen geleneklerimizin bir parçası olarak yerini almıştır. Türk kültüründe adanmışlığın sembolü olan kına yakma bazı olayların ritüeli olmuştur. Kullanıldığı hemen her kültürde, evlilik, doğum ve ölüm ile ilişkilendirilmiştir.

 Kına kurban edilecek hayvana, evlenecek olan gençlere, sünnet olan oğlan çocuklarına, Anadolu`da askere gidecek olanların eline, avucunun içine yakılır.

Kınanın çağlar boyu etkisi mi yoksa öyküsü mü daha ilginç diye baktığımızda ikisinin de ilginç olduğunu görüyoruz. Bendeki etkisi yıllar boyunca süre gelen bir şefkat dokunuşunun öyküsünü çağrıştırır. Bundan dolayıdır ki hangi yaşta olursam olayım kına kokusu beni anavatanıma,  çocukluğuma götürür.

Babaannemin ayda en az bir kere saçlarına ve ellerine yaktığı kınanın hazırlanışını her defasında heyecanla izlerdim. Bizde bulunduğu dönemlerde ne zaman kına yakacak olsa;  kınasını annemin onun için özel alıp sakladığı kına tasında karıştırıp karardı. O çok özenle hazırladığı kınasının içine neler koymazdı ki. Bir tutam tuz, geceden ıslattığı süzüp bir bardağa aldığı karanfil suyu, ardından ceviz kabuğu ve yaprağını kaynatarak süzdüğü suya çayın demini de katarak kınasını özenle yoğururdu.

Kemik tarağı ile hazırladığı karışımı saçlarının her zerresine yedire yedire sürerken bizler etrafında oturup onu dikkatle izlerdik. Kınanın o büyüleyici kokusu tüm odayı sarardı. Özenle saçına yaktığı kınasını önce bir boneyle dikkatlice sarar üzerine de başından hiç eksik etmediği tülbendini örterdi. Kalan kınayı tasın kenarına dikkatle pay ederdi.  Sırayla bizlere o ince parmaklarıyla payımıza düşen kınayı avuç içlerimize koyar, elimizi yumruk gibi sıktırırdı. Ardından parmaklarımızın üzerine de bir desinatör gibi itinayla nakış dediği küçük geometrik desenlerle süsler kondururdu. Ellerimize çoraplar geçirir kumaş parçalarıyla da bir güzel sardıktan sonra  "şimdi sabaha kadar açmak yok yoksa kınanız tutmaz"  diye de tembih ederdi. Ellerimiz sarılı yatağımızda uzun bir süre uyuyamaz ,sabahı zor ederdik. Günün ilk ışıklarında uyanır uyanmaz adeta paketlenmiş gibi sıkıca sarılan ellerimizi hemen açtığımızda kınanın rayihası evin her köşesine yayılırdı. Heyecanla ellerimizi yıkar ardından saatlerce parmaklarımıza verilen desenleri incelerdik.  İşte bu yüzden kına bana;  babaannemin şefkat dokunuşlarını hatırlatır ve her defasında yüreğime bir gülümseme düşer.

Kınanın o mis kokusunu sevdiğim kadar kına gecelerini de severim. Güzel dokunuşlardır, şefkat kokar kına geceleri. Zira genç kızın baba evinde geçirdiği son gecesi, son eğlence ritüelidir. Giysilerin ve seremonilerin otantik olmasından dolayı bana hep daha sıcak, daha samimi, daha duygu dolu gelmiştir. Bundan dolayı  ben kına gecelerini düğünlere tercih edenlerdenim. Ancak günümüzde yapılan kına gecelerinin ihtişamı kız evi için en az düğün kadar önemli oldu. Hatta düğünün önüne bile geçmeye başladı.

Organizasyon şirketlerinin abarttıkça abarttığı kına geceleri de kapitalizme kurban gitti.  Modern ve gelenekseli birleştirerek farklı kına konsepti oluşturup salonlara taşıdılar.  Salonlarla yetinmeyip bir kaç tık daha ileri taşıyan bu şirketlerin dudak uçuklatacak paralara yalıları, köşkleri, tarihi mekanları daha çok tercih ettikleri görülmeye başlandı. Gelinin tefour adı verilen bir taht'a oturup omuzlarda taşınarak Arap müziği eşliğinde salona getirilmesi, zennelerin dansı bazı çevrelerce Türk geleneklerine Arap gelenekleri üstün geldi düşüncesini de yaratmıştır.

Özellikle son zamanlarda sanat dünyasında yankılar uyandıran saray eğlencesi niteliğindeki kına geceleri ekipmanları, bindallıları ve eğlenceleri ile böylelikle halka inmiş oldu. Düğünler kına gecelerinin yanında daha sade ve modern törenler olarak kaldı. Benim çocukluğumdaki o büyülü kına kokusu da böylelikle uçup gitmiş oldu.

Kınanın ilk olarak, süsleme amacından önce çölde yaşayan insanlar tarafından serinlemek için kullandıklarını arşivlerden, araştırmalardan öğrenmekteyiz. Çöl sıcağına karşı kına yaprağını çamurla karıştırıp ayak ve ellerini bu bulamaca batırarak bir tabaka oluşturan çöl insanı, bu karışımının uygulanmasından sonra cildin daha dayanıklı olduğunu, cilde serinlik verdiğini, yaraları iyileştirdiğini gördüler.

 Daha sonra kadınlar estetik bir görüntü yakalamak amacıyla farklı şekiller vererek vücutlarının (el,ayak,bilek,çene gibi) değişik yerlerine kına yakmaya başladılar. Kadına kattığı zarafet ve egzotik süslenme yolu kınanın bir estetik aracı olarak kullanılmasının yolunu açmış oldu.

Sanatçılar kınayı farklı malzemelerle kullanarak klasik kullanımın dışına çıktılar ve estetik açıdan son derece başarılı çalışmalar yaptılar. Özellikle dövme sanatına karşı soğuk bakanlar ve vücut için zararlı olduğunu düşünenler kınayı tercih ettiler.

Kına, hippi kültürüyle birlikte Batı'ya tanıtıldı. 1970'lerde pek çok sanatçı kınanın kullanımından etkilendi. Kına modacıların defilelerinin de önemli bir parçası haline geldi.

Kına;  daha tinsel değerlere denk düşmesinden dolayı kendi iç dünyalarına dokunmak isteyenler için bir araç olmuştur.  Doğu ve Güney Doğu'da gelenek haline gelen yaşlı kadınların beyazlamış saçlarına kına yakmasının, tasavvufi yönü Allah`ın huzuruna kınalı gidilmesi inancıdır.

Kokusu ve serinletici etkisi ile kolay kolay kaybolmayacak. Yüreğimize bir serinlik bırakan kına geçmişten günümüze uzanan bir gelenek olarak kalacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları