Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


ANADOLU’YA ÖZLEM

ALPER ALPEREN

Sen özlem ve hasret dolu, sen sevdamın ta kendisi

İlham kaynağımsın benim, canım benim Anadolu

O eşsiz güzelliğinle büyülüyorsun herkesi

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

Pınarların kekik kokar, suların yarpuz çatlatır

Göçebeler yayla yayla dolaşır koyun otlatır

Şairlerin şiir yazar, hece hece, satır satır

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

İlkbaharda ırmakların çağlar akar boz bulanık

Çobanların kaval çalar dağlarında yanık yanık

Sevdan içimi yakıyor, yüreğimin başı yanık

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

Kızların, elinde testi su doldururlar ırmaktan

Zülüfleri tel tel olmuş ve dökülmüş al yanaktan

Sevdalanır koç yiğitler, işmar ederler uzaktan

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

Dağlarına duman çöker, mesken tutunca kayayı

Arkasından güneş doğar, aydınlatırken ovayı

Türkmen kızı gün doğmadan katarlamışken mayayı

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

Ozanların çalar söyler bozlak, uzun hava, mani

Gelinlerin süslenirler, bağlarlar leçek, yemeni

Kıl çadırda yayık yayar, yaylada Avşar gelini

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

Yiğitlerin ata biner, toy toplanınca obada

Sofraya bağdaş kurarlar, yemek pişince sobada

Avcılar silah kuşanmış, keklik avlar düz ovada

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

Dağlarının karı bitmez, başından dumanı gitmez

Irmakların gümrah akar, dört mevsimde hiç eksilmez

Anadan, yardan geçilir, lakin senden vazgeçilmez

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

Alperen seni seviyor, sana aşık ve sevdalı

Kokuna hiç doyum olmaz, çiçek açınca zerdali

Çiçeklerin var rengârenk, mavili, yeşilli, allı

Güzel vatanımsın benim, canım benim Anadolu

TUŞBA’M

SEVİL KÖSE

 Mavi gölün, berrak sodalı suyun ayna gibi yüzüm görünür

Baştan başa Edremit’i saran kolun uzaklardan salınır

Balık ekmek yediğim teknede etrafa mis gibi kokun yayılır

Sen benim turkuaz sular başında martılar uçuşan Tuşba’msın

Akdamar Adası’ndan çığlığı gelir Ah Tamara’nın

Taş kilisenin mabedinde İsa, kucağında duruyor Meryem Ana’nın

Yunus peygamber caymış Ninova yolundan, nefesi ağzında balığın

Sen benim dört kitabında hak olduğuna şahitlik eden Tuşba’msın

Keçi kılından yapılır motif motif Van kilimi,

Bölenir ot köküne, boyasına,tezek külüne

Tebesiye rengini bezer göğün, gölün mavisinden

Sen benim sırma saçlı desen desen, renk renk Tuşba’msın

Erek Dağı’ndan görünür Van Gölü, Edremit, Süphan

Uçkunlar boydan boya sürer gider kıyılarından

Dört mevsim kar bulunur dumanlı yüce başından

Sen benim kana kana içtiğim soğuk suyum Tuşba’msın

İnci Kefal’im tersine akan sularda kuyruk vurur

Erciş’in deli çayı haziranda daha çok coşarda kudurur

Uçarak aştığın suların serinliğinden mendiller kurur

Sen benim bereketinden sual sorulmaz Tuşba’msın

Bir gözün mavi, bir gözün yeşil güzel pişiksin sen

Kar yumağı gibi yuvarlanırsın evin her köşesinden

Kuyruğun kah evin tavanında, kah yerde, kar ışıltısı gibi tüyünden

Sen kedi sevin diyen’’ Peygamber vasiyetini duyan Tuşba’msın

Ah Süphan’ım vah Süphan’ım,başı göğe değen Süphan’ım

Bir gül açar zirvelerinde, kaklıkları gül dolu Süphan’ım

Dumanından, karından, baharından haber eyle Süphan’ım

Sen benim haşmetine sığındığındım koca dağım Tuşba’msın

Kalenin burcu analı kızlı dipdiri dikilir belinden

Kerpiçlerin her biri dile gelir tarihi döker dilinden

Minaresi seslenir saba makamı ezanıyla derinden

Sen benim Urartu Devleti’nin başkenti inci gibi Tuşba’msın

Sahanda yayık tereyağında sucuklu yumurta

Çatak balı, üzerinde süt kaymak, örme peynir ne güzel salınır tabakta

Otlu peynir türüm türüm kokar, yoğurdun ayranı da var bardakta

Yeşil, siyah zeytin, murtluğa, kavut, gencirun kırk çeşit tadım Tuşba’msın

Çiriş pilavın, tandırda balığın ,kurut aşın, sengeserde maydanozun

Ah o ekşili kırk derde deva uçkun şurubun, kavurmasında yağlı yoğurdun

Tadı damağımızda çatal tatlısı, hadi bir de üzerine olsun mu Eğdek tatlısı

Sen türüm türüm buğday, kepek kokan tandır lavaşım, ekmeğim Tuşba’msın

Göçmen kuşlar eyleşir Erçek Gölü’nde

Kızlar türkü söyleşir Hoşap Kalesi’nde

Urartu Tanrısı İrmuşi’nin çivi yazılı hitabesinde

Sen benim sarnıçları, sarayları dolu dolu tarihim Tuşba’msın

Başkale ‘de Vanadokya, Bahçesaray’da, Mihrasan

Çaldıran’da Muradiye Şelalesi, Abbasağa Camii

Çatak da Kanispi Şelalesi,Hurkan Köprüsü

Sen benim Erciş de çift başlı kartalım ,kuşum Tuşba’msın

Gevaş da Celme Hatun Türbesi, Moğol Beyinin başkenti

Gürpınar da Zernek Barajı, Çavuştepe, Zernek Kalesi

Muradiye’de Şeytan Köprüsü, Özalp da Anzaf Kalesi

Sen benim hububatlarımı sakladığım oyulmuş kaya Tuşba’msın

Edremit Van’a mı bakar,Van Edremit’e mi bakar

İçinde sarı sırma saçlı kız omzuna boncuklu şal takar

Vanlıyam,şanlıyam diyen yiğitler başına aşiretin poşisini takar

Sen benim türüm türüm Anadolu kokan türkülerim Tuşba’msın

Nevruz da buluşalım, çiçek açsın dağlar taşlar

Uçsun güvercinler gökyüzünde kanat kanat kuşlar

Toprağı uyandırsın cemreler, güneş ah kalksın dağlarda karlar

Sen bayramda çoşkuyla,zılgıtlarla,halaylarla kutladığım Tuşba’msın.

AH DİLRUBA

ŞEVKET SULHAN

Ah Dilruba gönlümü saran sevdam

Kim bilir kaç leyli oldum sende

Kaç karanlık ısırdı bensiz seni

Neden yok ettin yarınlarda hayallerimi

Bazen bir düş düşer ıssızlığıma

Yeşerir güzellikler yarınları olmayan ülkeme

Uzanır ellerim tutarım tutuşturur bedenimi

Ne hikmettir tekrarlanır umursamaz tavırların

Bir var olurum gamzende mutlu mesut

Hayali uzun olur durağında nefeslerim

Acıların sevince dönüşür üşüyen gönlüme

Ve ülkemin tahtından indirmeye kıyamam seni

Gecenin perdesini çekerken günışığı

Canavar kesilir dikenli yollarında ezilen

Sıraya dizilir tüm öfkem celladıma

Çürütür acımasızca letafetini zindanlarım.

Dizaynı hep aynı gönlümü saran sevdam

Ayazım yaza gündüzüm leyline

Leylin pençeler atıyor umutlarıma

Fermanı yazılmış çoktan alınyazıma

KAN BOĞUMU

DUYGU TAYLAN

Anladım kan boğumu gözlerinin

suskunluğundan

asla koynuma alamayacağım seni

esmer ve küçük parmaklarına

dokunamayacağım

Doğmayacaksın kucağıma

rüzgar kısrakların yelesi değmeyecek elime

anladım, beşikler utancından hasta

geceleri uyutacak

balıklar denizlerde kuruyacak

toprak kabul etmeyecek

kambur tohumları

Anladım

tamamlayamayacak bu yarıyı hiçbir yarı

ayaklarımın altından kayacak zaman

inançlarım sökülüp atılacak kalbimden

günahlarımın yankısı konuşacak

gökyüzünün suskunluğunda

Birbirimize ağlayacağız

birbirimize hasret kalacağız.

KİTAPLARIM KALDI SENDE

HÜSEYİN ABİ

Unuturdum gönlün sayfa ayracını

çiçekler kokardı suya kavuşunca

gökyüzü renklere bürünürdü kirli bulutlar

suskunluklar  sarardı günlerimizi

ayrılık kelamı söylenirdi dilimizde

tutku bağı soyulmaya başlardı

Ezber sevgiler peşi sıra uçurumlardan firari

gökyüzü renklere büründü kirli bulutlar

yolculuğum ömrümden daha eski

uğradığım, yaşadığım şehir sen misali

dönüşüm olurdu , yangındı  gönlü bahçem

kentine uğradı otobüs, koltuğum sahipsiz

dağlara yazar uçurumlara haykırırdım

ne zaman gözlerin düşseydi gözlerime

içi dolu zarflar biriktirdim, senli mektuplar

buruk kalbin nağmeleri yazılı

Şiir can çekişirdi, kalem ferman imzalardı

bir bir bölerdim resimlerini

düşen her kare hatıra yaprakları şimdi

solan mevsim misali

eylülde başlardı ayrılık

yalnızlığın sesi üşüyen bedenin

pencerimin buğusunda gamzeli gülüşün

dağıtırdı rüzgar, yıkardı yağmur, gözlerini

Uçurumdan iterdi ruhumun sevda çiçeklerini

uğradığım, kaldığım, yaşadığım şehir sen misali

ayrılık kelamı söylenirdi dilimizde

suskunluklar sarardı günlerimizi

kitaplarım kalırdı sende

ayrılık yazılı sayfalarında

unutturdum gönlün sayfa ayraçını.

GÖRECEKSİN

TALİP ÇAKIR

Yedi şehir birleşecek

çocuklar ölmeyecek kadınlar anneler

yedi şehir birleşecek

Göreceksin

Nemrut kalkıp yürüyecek

kuşlar kaçmaktan sıkılacak

yedi şehir birleşecek

Göreceksin

altı kafalı ejderhalar saracak

her şeyi yakacak her şey yıkılacak

yedi şehir kalacak

Göreceksin

İsrail kül olacak

savaş uçakları gül dağıtacak

yedi katlı arş yedi katlı gök

bu zülme dayanmayacak

Göreceksin

birleşecek yedi şehir

ne gök kalacak

ne arş

bizler öleceğiz

çocuklar bizi izleyecek .

BEYHUDE

YUSUF AYTEKİN

Bu küflü nefes senden kalma

kokusu beni vurur sen alma

geldiğim araziler Azrail’e kalma

yol ver ölüm, yol ver kalbime

Bunca duygular kime, ey Yusuf!

hasretim dile, hasretim güle...

beyhude, sırdır vermem ele

aşığım, aşıktan bir köle

Aşkın yolu sıra dağlar

Toroslardan yankılanır nidalar

Leyla olmuşum, Aslı'ya hürmet

hürmetim Aslı'ya, Leyla'ya zulmet

Van semalarında bir martı,

inci kefaline sor gelirse hatırı

mavi gözde ki sır sarıda saklı

aşkı kime vereyim, kimin hakkı?

Deli Yusuf dediler, herkes haklı,

olmayan aşk nerde, kimde saklı,

dağlarda gelen sesler hep farklı,

oy Yusuf'um(oy), Aslı'n kimlere kaldı.

İSLAM FELSEFESİNDE AHLAK VE ERDEMLER TEORİSİ

HAKİM ÇİFTÇİ

İslam düşünce geleneğinde birçok düşünürün, fikri çabaya gerek kalmadan fiillerin faal hale geldiği, nefisteki bir meleke diye nitelediği ahlak; kaynak itibariyle nereden geldiği ile ilgili düşünce tarihinde birçok tartışmaya konu olmuştur. İslam literatüründe hulk kavramı, yaratma ile insanda var olan şakilerin yani huyun mahiyeti olarak tanımlanmıştır. Buna göre her insanda iyi-kötü, erdem ve erdemsizliklerin bil kuvve olarak yer aldığı, dış etkenlerin bunları harekete geçirdiği görülmektedir. Daha ilk dönemden itibaren İslam dünyasında meydana gelen toplumsal değişmeler, İslam düşüncesinde ahlakla ilgili geniş bir literatürün oluşmasına sebep olmuştur. Özellikle kelamı ve tasavvufi ahlak görüşleri İslam dünyasında geniş yer kaplamıştır. Antik dönem düşünürlerinin ahlak ile ilgili görüşleri Müslüman düşünürleri etkisi altına almış, yapılan tercümeler bu tesiri tetiklemiştir. İslam öncesi düşünürlerin beden-ruh ilişkisi, psikoloji-sağlık ilişkisi ile ilgili düşünceleri, İslam ahlak ve psikoloji geleneğinin onlarla paralel yürümesine neden olmuştur. Aristoteles, Sokrat ve Eflatun gibi antik dönem düşünürlerinin, Farabi, Kindi, Razi ve İbn-i Miskeveyh gibi birçok İslam düşünürünü ahlak sistemleriyle etkilediğini Müslüman düşünürlerin eserlerinde görmek mümkündür. Bu etkileşim onların kendi özgün ahlak sistemlerinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Özellikle İbn-i Miskeveyh’in sistematik bir şekilde ele aldığı felsefi ahlak görüşleri İslam’da ahlakın ilim olarak ele alındığını göstermektedir.

İslam düşünce geleneğinde Ameli (pratik) ilimlerin içerisinde tedbiru-n nefs olarak yer alan ahlak, insan nefsiyle bağlantılı bir şekilde tasnif edilmiştir. Ahlaki ve erdemli değerlerin üst seviyeye çıkmasıyla en yüce gayeye ulaşılacağı, insanın bunu amaç edinmesi gerektiği, İslam felsefi ahlak geleneğinin önemli bir görüşüdür. Metafiziğin diğer ilimlerde olduğu gibi ahlaka da ilkelerini vermesi İslam ahlak sisteminin kaynak itibariyle teokratik olduğunu göstermektedir. Felsefi ve ahlaki görüşleri bağlantılı olarak ele alan İslam filozofları, ahlakın yegâne amacının mutluluk olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Onlara göre insanın biricik gayesi mutluluk, ahlakta bunun ön şartı olmalıdır. İnsanın, ameli ve nazari ne kadar çok faaliyette bulunursa bulunsun dünyevi duyu ve hazlarla mutluluğu elde edemeyeceğini söyleyen filozoflar; mutluluğun ancak ahiret hayatında elde edilebileceğini ifade etmişlerdir. Dünyevi duyu ve hazzın geçici ve eksiklik barındırdığını dolayısıyla dünya hayatında elde edilemeyeceğini, dünyadaki mutluluğun sadece bir çaba olması gerektiğini dile getirmişlerdir.

İslam düşünürleri nefsi ontolojik ve kozmolojik bir biçimde ele aldığı için ahlak, tümel bir yapıda görülmüştür. Nefsin güçlerinden olan nefs-i natıka yani düşünme gücü ahlakın yetkinleştiği alan olarak ifade edilmiştir. İslam filozofları ahlak konusunda daha çok Eflatuncu görüşe yakın durmuştur. Buna göre insan nefsini üçe ayırmış, kuvve-i şeheviyye (cinsellik), kuvve-i gazabiyye (öfke) ve kuvve-i akliye (düşünme) olarak sınıflamışlardır. Şehevi gücün beslenme ve üreme gibi faaliyetleri olurken, gazabi güç seçme, ayırt etme gibi faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Üçüncü güç olan akıl gücü(nefs-i natıka) yetkinleşme görevi yapmakta, diğer güçler için bir denetim mekanizması oluşturmaktadır. Burada ahlak; şehevi ve gazabi gücün akli gücün kontrolüne verilmesiyle yetkinleşir ve en yüce gayeye ulaşma imkânına sahip olur. Diğer iki gücün akli güce galip gelmesi halinde ahlaksızlık ve erdemsizlik meydana gelir. Dolayısıyla iyi ve erdemli olmak için akıl gücünün daima diğer güçlere galip gelmesi ve denetlemesi gerektiği dile getirilmiştir. Ahlaki eylemin nihai gayesini mutluluk ve üzüntüden kurtulma olarak gören Kindi ve Razi gibi düşünürler; oluş ve bozuluş dünyasında, mükemmellikten uzak olan insanın ahlaki davranışlar sergileyerek üzüntüden kurtulabileceğini söylemişlerdir. Onlara göre oluş ve bozuluşun olmamasını istemek, var olmamayı istemek gibi olduğundan acı ve kederden tamamen kurtulmak mümkün değildir.

Dolayısıyla acıdan kaçınma ve mutluluğa erme çabası insan için en yüce gaye olmalıdır. Burada İslam ahlak sisteminin sonuç itibariyle çaba ve gayeye dayandığını söylemek pekâlâ mümkün görünmektedir.

DOĞU'DAN ESTİ HASRET GÖLGESİ

FATMANUR GÖKTEPE

Çoğu insan, zaman zaman ayrılıklara sebep olan kaderine razı olurken, atalarının kök saldığı topraklardan ayrı kalmanın üzüntüsüyle yola koyulur. Ardında bıraktığı şehrin hasretini, varacağı yere kadar taşır gözlerinde.

Mehtabı her seyre daldığımda bu hasret beni de yoklar. Ben onu seyrederken, o da aydınlığı ile sessiz bir ortağı olur hüznümün. Zîra bir şehrin hasretiyle demlenir yüreğim. Bu şehir zihnimde tasavvur ederken, hatıralar bir bütün olarak değer heyecanıma. İçimde bir Van var ki, en rûhi hissiyatlarımı barındırır isminde.

Mavi bir sonsuzluğu içinde barındıran uçsuz bucaksız gölünden söz etsem sizlere, Akdamar gücenir birdenbire. O ki, bir ışık demeti gibi yüzer kilisesiyle gölün sakin sularında. Karşıdan seslenen Van Kalesi, bir medeniyetin timsalidir. Şehri eteklerinde taşıyan Erek Dağı'nı arkasına almış, dimdik durur tüm heybetiyle. Bu dağın zirvesinden görünür şehrin dört bucağı; Artos ve Süphan dağları. Göl kıyısına döşenmiş Edremit ise, Doğu'nun en muazzam gün batımına şahit olur. Ufukta asılı duran güneşin hoşluk veren kızıllığı sükûnetle kıyıya vuran dalgaların sesine yansırken, Hilal haykırır şehrin lezzetli ve doyumsuz görüntüsüne Seyir Tepesi'nden. Öte yandan Şamran akar gider yüzyılların verdiği yaşanmışlıkla Gürpınar Ovası'ndan Van Ovası'na. Şehrin bir başka köşesinden gürül gürül çağlayan bir ses cezbeder ruhunuzu. O vakit anlarsınız; Çaldıran Ovası'ndaki sularda birleşen tarih, lV. Murad'ın adını bağırarak dökülür köpük köpük Muradiye Şelalesi'nden.

Aniden bir çift bakış çeker sizi kendine. Ancak hiç de alışılagelmiş değildir bu bakışlar. Bir gözünde kehribarın en alıcı tonunu, diğerinde ise mavileşmiş özgürlüğü taşır. Yürüyüşüyle âdeta bir kaplanı andıran, ipeksi beyaz kürküyle Van Kedisi, şehrin dâimî ev sahibidir. O, yalnızca başını şefkatle okşayabileceğiniz bir hayvan değil, bu toprakların en kıymetli şahsiyetlerindendir. Onun asaleti bir yana dursun, adından söz ettiren bir tek o değildir. Vapur iskelesi gölün içine doğru usulca kayarken, uçuşur İnci Kefali ve balık ağlarının gölgesi yansır derisine. Sonra da tandır evlerini sarar eşsiz o kokusu.

Ermeni İsyanı sonrası örülmeye başlanan Eski Van Evleri, kerpiçten duvarları arasında bambaşka bir sıcaklık barındırır. Kahvaltı sofraları ise, acıda dostu bulamayanların muhabbet yarasına seslenir. Kavut, çörek ve otlu peynirle karnınız doyarken, karşınızdakinin samimiyeti de ruhunuzu doyurur. Sonra gözünüz birden Van Kilimi'ndeki nakışlara ilişir. Başlarında oyalı yazmaları, ellerinde keçi yünleriyle bu kilimleri dokuyan Van'lı kadınlar, her nakışa ayrı bir sırrı esir etmiştir.

Şeytan Köprüsü'yle, kilise, kale ve türbeleriyle tarih kokan bu şehrin mazisi sizi Urartu Müzesi'nde kucaklar. Buradaki her kalıntı, unutulmaya mahkûm zamanların birer parçasıdır. Rüya ile gerçeğin el ele yürüdüğü bu şehir, küçük bir çocuğun yüreğine dahi hayatın fâniliğini fısıldayabilir. Tüm benliğiyle aşka yönelmiş her şair de bu şehre ya meftun olur ya da Ercişli Emrah gibi alır sazını eline, sevgilinin peşinden yollara revân olur.

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme