Son kitabım Son Misafir

Şahbettin Uluat yazdı...

Bilen bilir, okumak kimileri için bir tutkudur. Yazmak da öyle.

Ve ben, o kimilerinden biriyim.

Kitaplarla ilk tanıştığım; kitapların bana türlü türlü renklerde dünyaların kapılarını açtıklarını anladığım zamandan beri okurum.

*

Altmışlı yıllardı. Van'da kendi halinde, iyi kötü geçimi olan bir aileydik.

O dönem Vanlılarının çoğu gibi bizler de kendi yağımızla kavrulurduk. Babalarımız ekmek parası peşinde koşarken, çok büyük bir çoğunluğu ev hanımı olan annelerimiz de bir kısmı gerçekten kalabalık olan aileleri için çamaşıra, bulaşığa, yemeğe koşturup dururdu. Yemekler ya bahçedeki odun ocağında ya mutfaktaki gaz ocağında pişerdi. Çamaşırlar leğenlerde temizlenirken bulaşıklar kimi yerlerde sokak çeşmelerinde ya da arklardaki akarsularda kumla, külle ovularak yıkanırdı.

Televizyon yoktu, radyo her evde yoktu. Kitap da o kadar çok değildi.

Kadınların en büyük eğlencelerinden biri herkes için olmasa da sinemaya gitmekse bir diğeri de fırsat buldukça bahçelerin birinde bir semaver yakıp bir araya gelerek sosyalleşmekti.

Çocuklukla gençlik arasında bir yerdeydim. Bilginin kitapta, kitabın da kütüphanede olduğunu öğrenmiştim. Üstelik kitaplardaki bilginin tek bir çeşit, kitabın da tek bir tür olmadığını da fark etmiştim. Büyük bir merakla ve dakikalarca kitapların adlarının yazılı olduğu karteksleri inceler, değişik değişik kitaplar ister, karıştırırdım.

O günlerde de kitabın olduğu herhangi bir yerde saatlerce kalabilirdim.

Bu tutkum hiç bitmedi. Kitapları hep sevdim, buldum okudum; aldım, biriktirdim.

Sonra yazmaya başladım. Şiirler, kısa öyküler.

Fırsat buldukça yazdım, ilham geldikçe yazdım. Düşündüklerimi, hissettiklerimi, küçük kâğıt parçalarına ve defterlere döktüm.

Henüz lisedeyken bu iş için daktilo sahibi bile oldum.

Sonunda bilgisayarlarla tanıştık ve onları kullanmaya başladım.

Yazdım sakladım, yazdım biriktirdim.

*

Önce yıllar içinde biriktirmiş olduğum şiirlerimin bir kısmını kitaplaştırdım. İlk kitabım “Muhabbet Olsun” benim için büyük bir heyecandı.

O kadar çok şiir biriktirmiştim ki, çok geçmeden aralarından seçtiklerimle başka bir yayınevi ile anlaşıp ikincisini de kitaplaştırdım. “Var mı Sende Beni Sevecek Yürek” öyle ortaya çıktı.

Van şiirlerimi daha sonra değerlendiririm diye ayırmıştım. İlk iki kitap ortaya çıktıktan sonra onun için görüşmeler yapmaya başladım. Gülnar Yayınları sahibi Ramazan Sarıtaş bu konuda beni ikna edince çok fazla zaman geçmedi “Ben Çocukken Van Bambaşka Bir Yerdi” kitabım da raflarda ve internet sayfalarında yerini aldı.

Yazıp biriktirdiğim şeyler sadece şiirlerden ibaret değildi. Artık sırada kendi evlatlarımla birlikte bütün gençlere mesajlarımı içeren “Gençliğin Kitabı” vardı. O da aynı yayınevi tarafından basıldı.

Bütün bunlardan sonra neden olmasın dediğim çalışmalarım öykü türündeydi. Bir araya getirip incelensin diye yayınevine yolladım ve beklemeye başladım. Bu kez yanıt almam biraz daha uzun sürdü. Meğer ben inceleniyor diye beklerken yayıncım kitabı baskıya hazır hale getirmişti bile. “Son Misafir” için onayım isteniyordu.

O da diğerleri gibi babamın adını da içeren Şahbettin Ali mahlasıyla yayınlanmak üzere hazırdı.

Kitapta kurgu Hikâyeler, yaşanmış hikâyeler ve başka diyarların hikâyeleri başlıkları altında toplanmış 23 öykü var.

Beş öyküden oluşan başka diyarların hikâyelerinde bir farklılık olsun diye başka zamanları ve bizden uzak başka insanları anlattım.

*

Son Misafir’de aşağıdakileri ve çok daha fazlasını bulacaksınız.

“ Anlarım çünkü senin şu anda yaşadığın ruh halinin benzerini ben de defalarca yaşadım. Kolay değil insan olmak, güzel bir kız olmak, bu kalabalık kentte yaşamak, her konuda anneyle, babayla, kardeşle ya da başkalarıyla anlaşmak. Bir yerlerde mutlaka bir anlaşmazlık, bir sıkıntı çıkıyor. Hepimiz insanız, taş değiliz ki dayanalım. Biz de bozuluyoruz işte, tat tuz kalmıyor. Senin gibi güzel olanımız da bozuluyor, çirkin olanımız da. Kadınımız da bozuluyor, erkeğimiz de.”

Kız sessizce dinliyor, hiçbir tepki vermiyordu.

İstanbul Bir Kadın Bir Kız  adlı öyküden.

*

“Zamane gençliğinin gübresi, çapası eksik kalıyor” dedi.

Sonra gülümseyen gözlerle dönüp özellikle iki babanın yüzlerine baktı.

“Sularını bol veriyoruz amma yeterince çapa yapmıyoruz, sonra doğru dürüst gübre vermiyoruz ya da veremiyoruz. “

Salih Hoca’nın bu baba sözünü kısa bir sessizlik izledi.

Gübresi Çapası adlı öyküden,

*

Denizin kenarında balık ağlarını tamir etmekte olan İsmail de işitti salayı. İşitti ve başını öne arkaya sallayarak “git bakalım tefeci seni” dedi içinden. “Senin yüzünden elden çıkartmak zorunda kaldım teknemi. Senin faizlerin yüzünden şimdi başkasının yanında çalışıyorum. Git bakayım öbür tarafta yüzde kaçla vereceksin borç parayı? Üç gün gecikmeye ne kadar fark alacaksın.”

Yanında çalıştığı Hamza Kaptan uzattı başını teknenin kapısından. “İşittin mi İsmail, Hacı Musa Efendi rahmetli olmuş. İkindiye birlikte gidelim cenazeye. “İyi adamdı.”

Bakkal Musa’nın Ölümü adlı öyküden.

Bakmadan Geçme