Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri...

BEN BİR ÖĞRETMENİM

SULTAN SERDAR DOKSÖZ

Hüzün ile dolu olsa da yüreğim

Sınıfıma neşe ile girerim.

İşte bu sebepten

Hüzünlerim bile yeşildir benim.

 

 

Ben bir gözyaşıyım

Ne zaman Ayşe’nin hikayesini dinlesem

Gözlerim dolar, yüreğim kan ağlar.

Ellerim, küçük kalplere umut aşılar.

 

Ben parlayan bir yaz güneşiyim

En zifirilere ışığım ile girerim.

Cehlin üzerine güneş gibi doğar,

Ülkemi güllük gülistanlık bir bahçeye çeviririm.

 

Ben şair bir anneyim.

Bütün çocukların bir şiiri olmalı, derim.

Sevgiden yana ne varsa yaşamalı

Şiir ile en doruklara çıkmalı.

Ve bütün çocukların şiir gibi olmalı bakışları.

YALNIZLIK

CENGİZ SUBAŞI

Kayboluyor gözlerine değen

Uçsuz bucaksız derya sanırsın bir umuta kapılırsın

Ne yol bilen var adres soracak

Ne dil bilen var derdin dinleyecek şaşırırsın

 

Bir yanı aydınlık nurii

Işıl ışıl güneş, ne yana baksam çiçek bahçesi rengi yeşil

Baharı gösteren hasreti

Tabiatına tereddütsüz dahil olmaktı  maksat

Dalından meyve, derenden su içmek ti bazı

Bilinmedik yolları keşfetmenin hazzı

En ulaşılmaz vadinde soluk almanın tadı

Huzur Veren cinsten yani aydınlık

 

Bir yanı karanlık zifiri

Sisler kaplamış dört bir yanını gizemli rengi gri

Sonbaharı gösteren kasveti

Dökmüş yaprağını kol geziyor yalnızlık

Zamanın kaybolan saati

Görünümsüz ışığa hasret, toprak suya

Geçer mi bir bakış ‘la özlemi

Ürperten cinsten yani karanlık

Hangi yana gitsem bulunmaz aydınlık

Kayboluyor gözlerine değen yalnızlık.

DÜŞ

YUNUS ADAR

Hüzünlü mavi bir gecedir düşüm.

Ne sesteyim ne de sessizlikte.

Bir müziğin en huzurlu ezgisini,

Bir şiirin en umutlu mısrasını beklemekteyim.

 

Sendeyim, seni dinlemekteyim.

Yüzüne yıldızlar,

Sesine notalar düşlemekteyim.

Sesini, göğün yüzüne sermekteyim.

 

Ah,

Ama bir bilsen neler çekmekteyim.

Gündüzlerde geceleri,

Gecelerde seni  beklemekteyim.

KAYIPLARLA SINANIŞIMIZ

ESMA GÜLAÇAR

Alışık olduğumuz rutin işleyişe kimi zaman öylesine kaptırırız ki kendimizi gafilane faniyi beka zannederiz taki fanilik damgasını sevdiklerimizin üzerinde görünceye kadar. İmtihan yurdunda yaşamın meşgalesi hakikatlerin üzerini örtmeye iter bizleri kimi zaman. Böylece hiç karşılaşmayacağımızı sandığımız hakikatlerle baş başa kaldığımız da bunu kabullenebilmek hiç de kolay olmaz.

Farkına varmamız gereken en önemli gerçek şu ki hayat boyu sürekli kayıplarla sınanacağız. Bu dünyanın bir nevi fanilik damgasıdır. Kayıplar her zaman en büyük kayıplar yani sevdiğimiz insanların ölümü şeklinde gerçekleşmez.  Sevginin, güvenin itibarın, dostluğun, malın ya da kaybetmekten korktuğunuz her şeyin kaybı şeklinde olabilir. Çoğu zaman kayıpları zamanın iyileştirici etkisiyle sindirir, kendi hayatımızın akışını sağlıklı bir şekilde devam ettiririz. Bu iyileşme süreci kaybettiklerimize olan bağlılığın patolojik dozu ile değişiklik gösterir. Kaybettiklerimiz sevdiğimiz insanlar ise onları ebediyen kaybetmediğimiz gerçeğini, tekrardan kavuşma ihtimalinin varlığını içselleştirmek, kaybedilenlerin metalardan ibaret olması durumunda ise onlara olan bağlılığın anlamsız ve değersiz olduğu gerçeğini özümsemek yaşanan kayıpların ardından oluşan travmanın büyüklüğünü azaltacaktır.

Kayıpların ardı sıra gelerek insanı en çok yıpratan duygu hiç şüphesiz ki pişmanlıktır. Bu yüzden sevdiklerimizin kıymetini bilerek geçireceğimiz bir ömür kayıplarımızı daha az travmatik hale getirecek ve bizi vicdan azabına karşı koruyacaktır.  Dünyanın ve dünyalıkların üzerindeki fanilik damgasını görebilmek kadar doğru bir kader inancına sahip olmak da insanı zorluklara karşı zırh gibi koruyan bir unsurdur. Kişinin sahip olduğu tevekkül ve sabır kapasitesi genişledikçe onun zorluklar karşısında olumsuz etkilenme oranı da o ölçüde düşecektir. Kaybetme korkusunu en düşük düzeye indirecek, kaybettikleri için pişmanlık ve uzun süreli hüzün yaşamamaya başlayacaktır.  Kaybetme korkusundan kendini azad edebilen insan hayatını dönüştürmüş olduğu o büyük azabı ortadan kaldıracaktır. Ve o zaman tevekkülün muhteşem rahatlığını tüm zerrelerinde hissetmeye başlayacaktır. İnsanların zorluklar karşısındaki acizlik ve sabırsızlıklarına acımaya başlayacaktır.

Her an bir imtihan yurdunda olmanın gerektirdiği biçimde kayıplarla sınanabileceğini bilen biri kaybetmekten korktuklarının istikametini değiştirmeye başlayacaktır.  Bu defa korktuğu şeyler çok daha farklı ve çok değerli olmaya başlayacaktır. Mesela kalp kırmaktan, kul hakkına girmekten insana ve insanlığa zulmetmekten, vicdan azabı çekmekten, adil olamamaktan, dürüst kalamamaktan kısacası Allah 'ın sevdiği bir kul olamamaktan korkmaya başlayacaktır. Asıl kaybetmekten korktuğu şey Mutlak hüküm sahibi olan Allah 'ın nazarındaki güzel konumu olunca diğer bütün herşeye karşı olan bağımlılığından kurtulmuş olacaktır. Nefsinin değil istikametinin gösterdiği biçimde bir sevgi bağı oluşturacak, en çok zikredeceği, en çok bağlanacağı şey dünyalık olduğunda onunla bir şekilde imtihan olabileceğini görebilecektir. Bu yüzden her şeye hissesi kadar mana yüklemeye ve hissesi kadar bağlanmaya başlayacaktır. İşte o zaman gerçek özgürlüğü iliklerine kadar hissetmeye başlar insan. Artık tüm basit ve değersiz korkularından, kaygılarından,  şüphelerinden, kafa karışıklığından, kalbini tekrar tekrar yıpratarak bir hurdaya çeviren hayal kırıklıklarından kurtulmuştur çünkü.

Hayatımızın merkezine koyduğumuz, birçoğu birer yanılsamadan ibaret olan metalarımızın prangalarından kurtulabilmemiz ümidiyle...

O ESKİ ÖĞRETMENLERİMİZE

ÜMİT KAYAÇELEBİ

Yaşayan ve rahmete giden tüm öğretmenlerimize.

 

O eski öğretmenleri analım dedim

Bir vefa borcu hatırlayalım dedim

Bu  bahaneyle de bir şiir yazlım dedim

O eski öğretmenleri yad ettik bu gün.

**

Birinci sınıf öğretmenim Mahmure Uzel

İlk Öğretim Müfettişiydi eşi Dursun Uzel

Lise Müdür yardımcısıydı Bahattin Özel

O eski öğretmenleri yâd ettik bu gün.

**

Lakabı <Şişkoydu> Mevlüt Okayer’in

Tokadını tatmıştım Kasım Toker’in

Branşı matematikti Turgut Altaylının

O eski öğretmenleri yad ettik bu gün.

**

Sinirli bir müdürdü Refik Şaşıhüseyinoğlu

Tabiat hocamızdı Nazif Bayramoğlu

Zata mahsus bıyıklıydı Doğan Koyunoğlu

O eski öğretmenleri yâd ettik bu gün.

**

Cumhuriyet İlkokulu Müdürü Sabri Çeşme

Ticaret Lisesi Müdürü Güngör Töre

Sağlık afiyet dileyelim Erdal Ülger’e

O eski öğretmenleri yad ettik bu gün.

**

Servet Aydınoğlu’na biz Dadaş derdik

Fevzi Levendoğlunu da çok severdik

Sabahattin Akdemir’e derdik

O eski öğretmenleri yâd ettik bu gün.

**

Atatürk İlkokulu Müdürü Kerim Tuncer

Necmettin Yazıcı’dan herkes bahseder

Tarık Erdem’i herkes hayırla yâd eder

O eski öğretmenleri yad ettik bu gün.

**

İbrahim Aydınoğl’nu hiç unutmadık

Yaşar ve Recep Meriçi de hatırladık

Ziya ve Necati Kayaçelebiyi de andık

O eski öğretmenleri yâd ettik bu gün.

**

Zeynel Deligöz bizim Fizik Hocamızdı

Zekai Dağtekin  ticaret dersi  hocamızdı

Kurban Aktimur da İngilizce hocamızdı

O eski öğretmenleri yâd ettik bu gün.

**

Mehmet Gündüz ve Turgur Ertanı analım

Mevlüt koç ve Tevfik Bingölü de hatırlayalım

Cevdet Attila ve Durdu Yıldızı da unutmayalım

O eski öğretmenleri yad ettik bu gün.

**

 

Öğretmenler gününde öğretmenlerimizi andık

Hepsini değil bir kısmını şiire aldık

Ebedi aleme göçenleri de rahmetle andık

O eski öğretmenleri yad ettik bu gün.

Rahmetle ve hürmetle andık bu gün

TAMARA, YAĞMUR VE SEN

LOKMAN TEKİN

Nisandı… kızıl bir akşamüstüydü. Ağustos’un en nazlı yüreğiyle halaya durmuştu Van. Nazlıydı, narindi… Oysa maviye kapalıydı evrenin kocaman yüreği. Halaya durmuştu gökyüzü. Erek Dağı’nın en sıcak görüntüsüydü sanki Edremit Yakamozlar’ı. Oysa yıldızlar, bir bir sönüyordu. Sen sönüyordun.

Bütün kapılar karanlığa açıldı ardına kadar. Ve bütün ışıkları da söndü Van’ın. Önce Hacıbekir’in sokaklarından geçip, çıplak ayaklı çocuklara sordum seni. Her zamanki gibi kırık taşlarla “arabacılık” oynuyordu çocuklar. Uzakta kaldım bir süre. Sonra bütün çocuklar halaya durdu.

Hani çocuklar sevdaya durmuştu! İkimizin yeri bomboştu. Bu yüzden garipti şimdi sevdaları çocukların. Seni sordu Gülbahar; inan sözlerim de bomboştu. Ayşe ile işlediğiniz mendil de, Dilan’ın elinden düştü. İlk kez, evet ilk kez sokaklar, sanki demir parmaklı bir hücre olmuştu.

Uzaktım, hem sana, hem de mavinin en sıcak yüreğine. Halaydaki çocukların arasından hızlıca uzaklaşıverdim, belki hiçliğin Nietszche “Sürüsü”ne. Upuzun sokaklarda nasıl koşmak istediysem seninle, öylece koştum. Düşünsene, Hacıbekir’in bütün kalabalığı sanki birden kaybolmuştu. Hangi yöne baksam, hangi dağa tırmansam? Hangi uçurumun kıyısında kollarımı açsam? Oy rüzgarın nazlı gülüşü! Seni kimlere sorsam?

Bütün insanlar kaybolmuştu. Ne omuzum kimseye çarpıyordu, ne de üç tekerlekli bisiklet sahipleri, onlara yol vermem için ıslık çalıyordu. Hey fırtına saçlım, şimdi Artos yalnız kaldı. Usulca eğdi başını ve dizlerimin üstüne akıttı gözyaşlarını. Saçlarını okşadım, okşadım. Ve …… ben de ağladım.

Çölemerikten haberler geliyor ardı ardına. Benimse Balaban’da kaldı bir yanım. Bir yanım Süphan’ın kıyısında. Şimdi Cumhuriyet Caddesi’nin yol ayırımındayım. Sana mendil satan Küçük Zeyno çıkıveriyor karşıma, aynı sokağın başında. Mendil uzatmadan seni soruyor. Başımı ufuğa kaldırıp, “yayla kokulu” türküyü mırıldandığımda, Zeyno kendi selpağını açıyor. Hem kendisinin, hem benim, hem de ufuğun gözyaşlarını nazlıca siliyor.

Gelmedin… “Birazdan” dedim Rıza’ya, gelmedin yine. Bu kez benden söylememi istiyor H. Heci’nin şarkılarını. Boğazıma baldıran kokusu siniyor sanki. Hiç olmadığı kadar büyük bir özlemle bakıyorum dört bir yanıma. Ve usulca seyiriyorum Zeyno’nun ve Rıza’nın yanından.

Senin çiğköfte  satın aldığın yerden geçiyorum şimdi. Bir süre duruşunu düşlüyorum. Ve senin ilk el sallayışını hatırlıyorum, gülerken. Hey rüzgarın  nazlı duruşu! Nasıl da dalgalıydı saçların. Şimdi aynı yerden yine sallıyorsun ellerini. Yine saçıyorsun dost gülüşlerini. Ben gökyüzünün mavisinde seni arıyorken, Deli Nazif’in omuzuma dokunuşuyla, önce irkiliyorum, sonra hiç olmadığı kadar sıkıca sarılıyorum Deli Nazif’e. “Gökyüzü ağlıyor!...” Annelerin kutsal yüreği gibi, gökyüzünün de yüreği yanıyor. Yağmur üşüyor, kar üşüyor, boran üşüyor. Üşüme, bir ısırgan otu gibi bütün evreni kuşatıyor. Hey Tamara gülüşlüm! Şimdi bütün evren üşüyor. Avuçlarını üfleyen bir çocuk gibi, Erek Dağı da yumulmuş, avuçlarını üflüyor.

Güneş bir başka doğacak sanki. Sanki kalabalık grupların içinden çıkıp geleceksin bir gün. Olur ya, dünyanın en güzel çiçeklerini, Zagros’un minnacık gülüşlerinden koparıp getirdim ve Vandaki bütün seyyar satıcılarına dağıttım. Florya Çiçekçilik’in camekanında şimdi en sevdiğin çiçekler duruyor. Sanki bir gün yeniden saçacaksın dost gülüşlerini.

Kapalı Çarşı’nın girişindeki tatlıcı da seni soruyor mavilik. Bütün kasetçilerde senin sevdiğin şarkılar söyleniyor. Rus Pazarı’nın girişine takılıyor bakışlarım. Senin en sevdiğin giysilerini giyen birini görünce, Kapalı Çarşı’nın merdivenlerinden yuvarlanıyorum sanki. Sallanıyorum ve birine çarpıyor omuzum. Bir süre bakışıyoruz. Sonra sana sarılmanın özlemiyle, sarılmak istiyorum o birine. Oysa alnımı üşüten soğuk bir rüzgar esiyor birden. Hafifçe gülümsüyorum. Yada gülümsüyor gibi yapıyorum ve usulca uzaklaşıyorum yüreğinden.

Şimdi titreyerek üşüyorum. Oysa hiç üşümezdim İskele’nin dar geçitlerinde. Dişlerim birbirine çarpıyorken, kebapçı Hasan Dayı’nın lokantasına girişinde buluyorum kendimi. Her zamanki yemeği istiyorum afacan Mülayim’den. “Suyu bol olsun” diyemiyorum toprak bakışlım. Mülayim gelmeden hızla uzaklaşıyorum İskele’nin mavi şafağından.

Yörem’de en sevdiğin şarkıyı söyletiyorum Zozan’a Sonra Yol Kafe’nin ahşap sehpasına kuruyorum satranç takımını. Ah sanki “uğurlama” beni uğurluyor sessiz sokakların çığılıksız köşelerine. Gülistan oluyorsun masum çocuk bahçelerinde. Ey Ayazlar şarkım, ey yağmurun minik yüreği” mavinin neresinde saklısın sen?

Nisandı… Şemdinli’den ters lale getirecektim sana. Biraz da kaçak tütün. Yine ilkbahar geliyor. Bebleşin’deki kamyonların hepsi ters lale taşıyor. Van sokaklarına. Önce Hacıbekir’deki çocuklar dağıtacak maviye. Sonra Zeyno ile Rıza, en güzel giysilerini giyinip, Tamara’nın saçlarına takacak, dünyanın en güzel öpücüğünü. Maviler fışkıracak Artostan. Ve ilhamını Süphan’ın yüreğinden aldığımız bir masal söyleyeceğiz seninle, Berçelan gecelerinde. Mavi hep gülecek. Ağlarken de gülecek.

 

Bakmadan Geçme