Mavi Şehrin Kalemleri

BUGÜN 10  KASIM

ASİLHAN KARAASLAN

Tamamlanmamış bir şiir gibisin.

Söylenmemiş bir yığın söz, çalınmamış bir türkü…

Gittin yarım kaldık, gittin güçsüz kaldık.

Sol yanımızda hep bir acı, bir yanımız hep eksik.

Ey benim deniz gözlüm!

Bugün hazan, bugün gam, bugün 10 Kasım.

 

Tüm sesler kesilmiş, etrafta yığınlar sessiz.

Yalnız gözler konuşuyor damla damla.

Ve bir sonbahar vakti, sen düşüyorsun toprağıma.

Ey benim sarı saçlım!

Bugün hazan, bugün gam, bugün 10 Kasım.

 

Gökte süzülen bayrak örtü olmuş üstüne.

Ve bir vatan basmış da seni bağrına.

Geleceğimiz dediğin çocuklar gözü yaşlı arkanda.

Bir kor olup yüreklere düşmüşsün sen.

Ey benim  baştacım!

Bugün hazan, bugün gam, bugün 10 Kasım.

 

Çizdiğin yolda emin adımlarla giderek,

Fikirlerini yaşayıp, her zihne öğreterek,

Ve bir an yılmadan adını haykırarak dağa taşa,

Yüreğime gömdüğüm seni, her zaman seveceğim ben.

Ey benim ölümsüz yârim!

Bugün hazan, bugün gam, bugün 10 Kasım.

 

PSİKİYATRİ

ESMA GÜLAÇAR

Hem  akademik uzmanlık alanı olarak hemde psikiyatri servis hemşiresi olarak psikiyatri alanına ısrarla ilgi duyuyorum desemde benim başarılı olabileceğim bir alan mı henüz emin değilim.  Psikiyatri servisinde staj yaptığım dönemlerde ordaki hastalarla diğer servislerdeki hastalar arasındaki uçurumları net bir şekilde görebiliyordum. Onların iyileşme süreçlerine yakından tanıklık etmek, Ruhsal hastalıkları önleme çalışmaları,aileleri hemşirelik bakımına katmak, kısacası bir psikiyatri hemşiresi olmak hiç kolay değildi. Alışmıs olduğumuz diğer bölümlerden, diğer servislerden çok farklıydı.  bunu o alanı yakından tanıdıkça daha da iyi anlayacaktık. Tabi bir psikiyatri hemşiresi olmak sadece bu açılardan zor değildi onun hastalarla kuracağı empati - sempati (acıma) dengesini kurmak çok önemliydi. Aksi takdirde  hastasına karşı duyduğu acıma duygusunu kontrol edememesi sonucu merhamet tükenmişliği yaşayabilirdi. En azından benim açımdan  öyleydi.

Buna rağmen ben ısrarla o alana ilgi duyup ordaki hastalara yardım etme arzumdan  vazgeçmeyecektim sanırım. bununla alakalı bir deneyimim üzerinden  önemli hususlara değinmek istiyorum. "Bir dönemlik psikiyatri stajı benim için hiç tatmin edici değildi. Çünkü stajın büyük bir kısmını genel servislerde / KLP de geçirmiştik. Bende farklı servislere dağıtıldığımız başka bir dersimizin  stajını o serviste yapmak için ordaki arkadaşlarımla yer değiştirip değiştiremeyeceğimi hocama sorduğumda hocam; mezun olunca orda çalışırsın diye beni  teselli ederek isteğimi geri çevirmişti. Bende Psikiyatri servisini  hastanede olduğum staj zamanı ziyaret etmiştim üzerimde staj  formamla. Servisin dinlenme salonundaki her bir hastanın şuanki durumlarının altında yatan kimbilir ne acıları ne zorlu yaşam deneyimleri vardı diye düşünerek önce kısa bir gözlem yapmıştım. bizler büyük küçük sorunların üstesinden gelebildiğimiz için onların yerinde değildik Bunu görebiliyordum.Eğitimini aldığım için stigmayı(damgalamayı) aşmış olmanın  ve  o hastalara  artık korkakça değil profesyonel bir gözle bakabilmemin verdiği mutluluk ve cesaretle  bi süre izledim onları. O anki davranışlarına bakarak tıbbi tanılarını anlayamazdım tabi sohbet etmeliydim onlarla. Yardım etmek için yanlarında olduğumu hissetirerek, teröpatik iletişim kurarak.

İletişime geçtiğim ve böylece  kendini anlatmaya başlayan ilk hastanın sadece konuşmalarına bakarak hasta olduğunu anlayabilmek  zordu. Çünkü o kendisine en kötü fiziksel hastalıktan bile daha çok acı veren ruhsal acıyı yaşatan anksiyete(nedensiz korku/ kaygı) ve  takıntılı davranışlarını kontrol edemeyen bir OKB hastasıydı. O da herkes gibi günlük yaşam aktivitelerine devam etmeye çabalıyordu.Ama bunu  olması gerektiği gibi devam ettiremiyordu.  Çünkü beynini kemiren zihnini allak bullak eden bir türlü kurtulamadığı o takıntılı düşüncelerinin (obsesyonlarının) ve artık durduramadığı üzerindeki kontrolünü kaybettiği tekrarlayıcı takıntılı davranışlarının(kompülsiyonlarının) esiri olmuştu. Onun için ne kadarda zordu.  Saçma olduğunu bildiği halde kurtulamadığı davranış ve düşüncelerin kıskacında kalmak.

Sohbetimize dahil ettiğim 2. Hasta ise benden yaşça küçük, ergenlik çağında olan bir şizofreni hastası idi. Burdan en kısa zamanda ailesinin imzasıyla çıkacağını vurguluyordu benle olan sohbeti boyunca. Ordan çıkmak istiyordu. Çünkü kendini ordaki hastalarla bir tutmuyordu.

iç görüsünü kaybetmişti ve içinde bulunduğu durum onun için tedavi gerektirecek bir durum  değildi.   Onun gerçekliği bize göre var olmayan hayal dünyası, hallüsinasyonlarıydı. O  tüm bunları ayırd edebilmek için farkında olmadığı ama bizim farkında olduğumuz sorunları ona gösterebilmemiz, iç görüsünü  ona kazandırabilmemiz  için tedavi olmalıydı. Bu gencecik hasta psikiyatri stajımda benzerini gördüğüm bir hastaydı.  Ordaki hasta da beni çok etkilemişti.  Servisten çıkamadığı için gözyaşlarına boğulması, henüz iyileşmediğinden  ordan çıkarılması için imza vermeyen ailesine olan kızgınlığı, ve onu o halde bırakıp gitmek zorunda olan ailenin çaresizliği... Tüm bunlar beni ağlatmaya yetmişti. Gördüğümüz her zorlu vakanın ilki bizde duygusal fırtınalar yaratıyordu. Zamanla alışıyor benzer vakaları tekrar tekrar gördükçe ilk zamanlar ki kadar etkilenmiyorduk...  Buda neredeyse her ana dersimizin stajında yaşadığım deneyimlerden biriydi sadece. Onu iyileştirip burdan çıkaracakyaşıtlarıyla yaş döneminin güzelliklerinide tatlı mücadelesini yaşayacağı yere gönderecek gücüm olsaydı keşke. Bakımlı ve kültürlü bir görünüme sahip olan bir diğer hastanın tanısı  ise psikotik bozukluktan daha hafif  bir bozukluk sınıfı olan  nevrotik bozukluk gubuna dahil olan "Ağır düzeyde Depresyon"du. Dolayısıyla pek çok şeyin farkındaydı Benim hastalığını anlamaya çalışmama gerek kalmadan kendisi anlattı tanısını ve hastalık öyküsünü. Hastalığının nedenini;  "kara sevda" diye ifade edişi ilk defa karşılastığım bir durumdu.  yaşadığı bu psikolojik zorlanmayı/ travmayı atlatması ne kadar sürecekti? bunu  bilmemekle beraber  bunu başarmasınında çok kolay olmayacağını görebilmiştim. Yaşadığı ruhsal bunalımlarla  etrafını bunaltmak istemiyor gibi bir hali vardı. Konuyu değiştiriyordu ama mutlu rolünü de oynayacak güçte değildi.. Yaşama sevincini kaybetmiş onu alıp yavaş yavaş karanlık bir boşluğa, intihara sürükleyen ruhsal acıdan kurtulmak için çabalıyor doktorun verdiği depresyon ölçeğini toplamakta güçlük çektiği dikkatiyle doldurmaya çalışıyordu.

Bense empati kurmaya devam ediyordum  soğukkanlılığımı korumaya çalışarak Meral hocamızın dedikleri geldi aklıma  "Hiç birimizin psikolojik travma geçirmeyeceğinin, bir psikotik atak geçirip bu servise hasta olarak gelmeyeceğinin  garantisi yoktur" Demişti. Öyleydi.

Tıpkı trafik kazası geçirip sakat kalmayacağımızın garantisinin olmaması gibi... Buraya kadar anlattıklarımla önemine değinmek istediklerime gelince;Pek çok psikiyatri hastası sadece fiziksel hastalığa sahip hastalardan çok daha fazla yardımımıza ihtiyaç duyabilirler. Onları ötekileştirmekten, gizlemekten, onlar adına utanmaktan, onları zararlı varlıklar olarak görmekten  veya onları görmezden gelmekten vazgeçmek gerek artık.  İnsanların korkup kaçtığı en ağır düzeydeki psikotik hastaların bile aslında toplumdan, insanlardan onlardan korkanlardan daha fazla  korktuklarını, sürekli zarar görme kuşku ve korkusuyla yaşama ızdırabını taşıdıklarını ve psikiyatri hastalarının insanlara  verdikleri zararın oranının diğer  insanların verdiği zarardan daha az olduğunu. Ve onların  kimseye durduk yere sebepsizce zarar vermediklerinin farkında olmak gerek. Onları iyileşme umudu kalmayan hastalar olarak görmek de son derece yaygın ve yanlış bir algı.  Allah her hastalığı şifasıyla beraber yaratmıştır. O yüzden  bir hastalığın "tedavisi yoktur" yerine hastaları ayakta tutan umutlarını yıkmayan  "tedavisi henüz bulunamadı" ifadesini kullanmak gerek.  Ve tabi pek çok psikiyatrik hastalık günümüzde tedavi edilmekte, erken tanı ve tedaviyle bazı hastalıklardan tamamen kurtulmak mümkün olabilmektedir. Psikiyatrik hastalıkların tarihsel sürecine  bakıldığında onların günümüzdeki kadar anlaşılmaya çalışılmadıkları ve çok daha dezavantajlı oldukları görülür.Hastalıklarının henüz bilinmediği, anlaşılmadığı dolayısıyla tedavilerininde bulunmadığı dönemlerde psikotik hastaların içlerine şeytan kaçmış  zararlı varlıklar olarak görülüp yakılarak öldürüldüğü vahşet sahnelerine bile rastlamak mümkün maalesef. Onları yaşamın zorluklarının altından kalkamadığı için ruh sağlığını kaybeden ve geri  kazanmaları için de biz ruh sağlığı yerinde insanların yardımına ihtiyaç duyan  bireyler olarak görmek gerek.  Ve en önemlisi, en önceliklisi  ve en sağlıklısı ruh sağlığını bozulmadan korumak olmalıdır. Ayrıca son olarak şunu da belirtmem gerekir ki;  beraber yaşadığı kişilere hayatı  zindan eden  kişilik bozukluğu ve cinsel kimlik sapmaları gibi henüz etkin tedavileri bulunmayan  ve toplumda hastalık olarak görülmeyen, bilinmeyen bu psikiyatrik bozukluklara sahip bireylere iyi davranarak düzelmelerini beklemek veya yaşattıkları zulümlere boyun eğmek kaçınılması gereken davranışlar olmalıdır. Aksi takdirde bir süre sonra  mağdurları da  ruh sağlığı bozulmuş hastalar listesinde görmek zorunda kalacağız...

 

BÜYÜK ATA’MIN ÖLÜM YILDÖNÜMÜ ADINA YÜREK SESİM

HATİCE MERTOL

Kolay değildir Ölümü öldürmek

Kısmet  olmaz kimseye

Sen bunu  başaransın

ATAM

Arşa değdi şanın yok

emsalin

Türkün adinı dünyaya

yazdın

düşmanlara galebe çaldın

sönmeyen ışığım

aydınlığımsın

Varsın doğmasın günüme

güneş

Sen doğuyorsun ya  ömrüme

Sitem etmem doğmasa da

güneş

İşığım  aydınlığım en büyük

aşkımsın

Bak yine geldi on kasım

Katmer katmer açtı

kasım patları

boynu bükük hepsinin

hepsi öksüz ben gibi

Yağmur olsa gözyaşım

denizler  olsa pınarım

yinede yokluğuna

akar göźyaşlarım

Adını yüreğımden

andımı dilimden şanını

cihandan

silecek olana şaşarım

Doğdum vardın, büyüdüm

varsın

Benden sonrada hep  var

olacaksın

arşa kadaŕ şanın

İçtiğim su yediğim nimet

gibi. Azizsin

Yetmez  nice övgüler

dizsem adına

ölümsüzlük yakışıyor

şanına

Sana minnettar bu vatan

Her on kasım gelişinde

ben bir başka ağlarım ...

 

BAŞLARKEN

M. FURKAN DEMİRADAM

Şiir üzerine birkaç sözcük söylemeye yeltendiğimde, karşı tarafta(belki de aynı yönde) felsefenin ve insanın monoton bir dürtüselliğini görüyor gibiyim.

Şiir insandan bağımsız ve bağımlı olarak ilerliyor gibi. Çünkü ekolojisini, düşüncenin dönütsüzlüğünden de alıyor. Bu da şiirin kendi ekosisteminin olduğunu gösteriyor. 

Eğer biraz daha sübjektif anlatmak gerekirse; şiir kendiliğini kazanıp kaybetme arasında, sonu ve başlangıcı bilinmeyecek olan bir sistemsizliktir aslında...

Çünkü şiir, bağımsız söz dizininden ibarettir. Bu bağımsız söz dizini, tek bir kelime dahi olabilir, binlerce cümle de olabileceği gibi.

Bunun içindir ki şiire, kelimelerin sosyolojisinin olduğu söylenebilir. Yani biz insanlar gibi, sosyolojisini tamamlayamamış kelimeler de vardır aslında. Bu kelimeler, bazen kendi özgürlükleri ile bazen de güdüsel olarak şiirin içindedir.  Öyleyse şiir; kelimelerin ulussuz ve sosyal davranış biçimleriyle bağlantılıdır diyebiliriz bazı zamanlarda.

Burada değineceğim ikinci konu ise, çağdaş şiirdir. ‘Çağdaş’ şiirle anlatılmak istenen, modernize edilmiş anlamında değil, aksine işleyişi ve mental varlığı ne olursa olsun, çağın içerisinde bulunan her şiirdir. Bu şiir varlığı için ise, Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever’in şiirleri için de bir çağdaşlıktan söz edebiliriz.

Cemal Süreya, aşk ve psikoloji, içgüdünün örgün ve canlı bir yansımasını sunarken, Turgut Uyar; kırsal, taşravari insanın iç sıkıntısını, şehirde mutsuzluğu raftan alan adam portresini taşır bana göre. Edip Cansever ise, bu şiir yaklaşımlarının birer ekosistemi olduğunu, unutulmuş ve doğanın da terk ettiği insanı göstererek, mutsuzluğu belirginleştirmiştir aslında.

Hemen hemen bütün bu ikinci yeni furyasında, şiirin her çağda sunabileceği gibi mutsuzluk senaryosu yazılmıştır aslında.

Yani şiir, çağın içinde yaşayan entelektüel bir mutsuzluktur.

Nilgün’e ithafen..

 

KÜLTÜRE ÇOK DEĞER VERDİ

MURAT HAYDAROĞLU

Temel sağlam olsun bilgilerle dol

Ara her konuyu ilgilen bol bol

Öyle ki kendinden kesin emin ol

Kültüre çok değer veren Atatürk

 

Okuyarak geliş mutlaka anla

Başarıya ulaş çabala canla

Öğrendiklerini uygula şanla

Kültüre çok değer veren Atatürk

 

Baktığında dağın arkasını gör

Kelime haznenle siper kale ör

Göz görmese bile olmazsın sen kör

Kültüre çok değer veren Atatürk

 

Eğitimsizlik bir devleti yıkar

Menzile uzanan yolları tıkar

Gördüğün her şeyden  anlamlar  çıkar

Kültüre çok değer veren Atatürk

 

Kültür geleceğin sonsuz katkı ver

Cahillik yok olsun hiç fark etmez yer

Atatürk zekâyı  terbiye et der

Kültüre çok değer veren Atatürk        

 

ATAM

SÜREYYA ÇETİN

Yurdumun üstünü,

Kaplamış kara bulutlar,

Dolmabahçeden,

Bir haber gelmiş,

Saat 9.05 geçe,

Atam gözlerini kapamış,

Bir kasvet sarmış,

Milletimin üstüne.

Yurdumun her bir yanı,

Gözyaşına boğulmuş...

İnanmak istememişler.

Haberi duyanlar,

Koşmuşlar akın akın...

Dolmabahçeye.

Sendin Atam...!

Yurdumuzdan düşmanı kovan,

Bizi yokluktan,

Varlığa çıkaran sendin.

Kadına,çocuklara,

Gençlere değer verendin,

İstiklal meşalesini,

Tutuşturan sendin atam.

Cumhuriyeti kuran,

Bağımsız özgürce,

Yaşamamızı sağladın.

Kula kulluk ettirmedin.

Bugün bir Cumhuriyet kadını,

Olarak dik yürüyorsam...

Bunu sana borçluyuz Atam.

Atam rahat uyu...

Vatan gençlere emanet,

Gösterdiğin yolda ,

İlelebet yürüyecekler.

"Ne mutlu Türküm diyene.

 

ATATÜRK; EŞİ OLMAYAN LİDER BİOGRAFİSİ !!!

Van Şair ve Yazarlar Birliği

1881 Selanik'te doğdu.

1893 Selanik Askeri Rüştiyesi'ne yazıldı ve öğretmeni Mustafa Sabri Efendi, kendisine Kemal ek adını verdi.

1895 Manastır Askeri İdadisi'ne girdi.

18 Mart 1899 İstanbul'da Harp Okulu piyade sınıfına yazıldı.

1902 Harp Akademisi'ne girdi.

11 Ocak 1905 Kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi'ni bitirdi. Merkezi Şam'da bulunan 5. Ordu'da göreve başladı.

Ekim 1906 Arkadaşlarıyla birlikte Şam'da gizli Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurdu.

20 Haziran 1907 Rütbesi kolağalığa yükseltildi.

Eylül 1907 3. Ordu'ya atanarak Selanik'e gitti.

13 Nisan 1909 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak üzere Hareket Ordusu'nda kurmay oldu.

1910 Mahmud Şevket Paşa'nın kurmay başkanı olarak Arnavutluk isyanının bastırılmasında görev aldı.

13 Eylül 1911 İstanbul'da genelkurmayda göreve atandı.

27 Kasım 1911 Binbaşılığa yükseltildi.

18 Aralık 1911 Trablusgarp'da Şark Gönüllüleri komutanlığına atandı.

9 Ocak 1912 Trablusgarp'da Tobruk Savaşı'nı yönetti.

27 Ekim 1913 Sofya'ya askeri ateşe atandı.

1 Mart 1914 Yarbaylığa yükseltildi.

Şubat 1915 Tekirdağ'da 19. Tümen'i kurdu.

25 Nisan 1915 ANZAK askerlerini Arıburnu'da durdurdu.

1 Haziran 1915 Albaylığa yükseltildi.

10 Ağustos 1915 Anafartalar Grubu komutanı olarak İngiliz ve ANZAK birliklerini durdurdu.

14 Ocak 1916 Edirne'de 16. Kolordu komutanı oldu.

1 Nisan 1916 Mirlivalığa(tuğgeneralliğe) yükseltildi.

5 Temmuz 1917 7. Ordu Komutanlığı'na atandı.

Ekim 1917 7. Ordu Komutanlığı'ndan ayrılarak İstanbul'a döndü.

31 Ekim 1918 Yıldırım Orduları Grubu komutanı oldu.

19 Mayıs 1919 Samsun'a vardı.

21/22 Haziran 1919 Amasya Tamimi'ni açıkladı.

8 Temmuz 1919 3. Ordu Müfettişliği'nden ve askerlikten çekildi.

23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi'ne başkan seçildi.

4 Eylül 1919 Sivas Kongresi'ne başkanlık etti.

7 Kasım 1919 Meclis-i Mebusan için yapılan seçimde Erzurum'dan milletvekili seçildi.

27 Aralık 1919 Heyet-i Temsiliye ile birlikte Ankara'ya geldi.

23 Nisan 1920 Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı.

11 Mayıs 1920 İstanbul Divan-ı Harp tarafından ölüm cezasına çarptırıldı.

5 Ağustos 1921 Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce başkomutan yapıldı.

23 Ağustos 1921 Sakarya Savaşı'nı yönetti.

19 Eylül 1921 Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce mareşallik rütbesi ve gazi sanı verildi.

26 Ağustos 1922 Kocatepe'den Büyük Taarruz'u yönetti.

30 Ağustos 1922 Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Savaşı'nı kazandı.

8 Eylül 1922 İzmir'i düşmandan kurtardı.

1 Kasım 1922 Saltanat kaldırıldı.

29 Ocak 1923 İzmir'de Latife Hanım ile evlendi(5 Ağustos 1925'te ayrıldı).

17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi açıldı.

11 Ağustos 1923 İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına seçildi.

9 Eylül 1923 Halk Fırkası'nı kurdu.

29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan edildi; Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.

3 Mart 1924 Halifelik kaldırıldı.

20 Nisan 1924 Yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edildi.

17 Kasım 1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu(3 Haziran 1925'te kapatıldı).

25 Kasım 1925 Şapka Yasası kabul edildi.

26 Aralık 1925 Uluslararası takvim ve saat kabul edildi.

1 Kasım 1927 İkinci kez cumhurbaşkanlığına seçildi.

1 Kasım 1928 Latin harflerinin kabulüne ilişkin yasa çıktı.

12 Ağustos 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu(17 Kasım 1930'da dağıldı).

15 Nisan 1931 Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ni kurdu.

4 Mayıs 1931 Üçüncü kez cumhurbaşkanı seçildi.

12 Temmuz 1932 Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurdu.

24 Kasım 1934 Atatürk soyadı verildi.

27 Ocak 1937 Hatay'ın bağımsızlığı Milletler Cemiyeti'nce kabul edildi.

10 Kasım 1938 Dolmabahçe Sarayı'nda vefat etti...

Bakmadan Geçme